Pazar, 20 Aralık 2009 15:37

Bu darbeleri kim yaptı? Başbuğ yanıtlasın!

Bu darbeleri kim yaptı? Başbuğ yanıtlasın!

AHMET KEKEÇ-STAR-21.12.2009 

Ülkemizin Genelkurmay Başkanı, sırtına savaş üniformasını geçirmiş, yanında kuvvet komutanları, “Siz anlarsınız niçin burada konuşuyorum” dediği savaş gemisinin güvertesinde, zaman zaman sitemkâr, zaman zaman sert bir dille, etrafa talimatlar yağdırıyor.

Edepli akademisyen nasıl olmalıdır...

Medya ne yazmalıdır...

Savcılar nasıl davranmalıdır...

Siyasetçinin sınırı ne olmalıdır ve hangi yasaları çıkarmalıdır...

Bir Genelkurmay Başkanı’nın işi midir bunları belirlemek ve kimin nasıl davranacağını vazetmek?

İlker Başbuğ Paşa, “konuşmaları”nda sürekli aynı noktanın altını çiziyor... Belli bir kesim medyanın, “TSK’ya karşı örgütlü asimetrik psikolojik savaş yürüttüğünü” ileri sürüyor.

Darbeleri eleştirmek, ordu içinde yuvalanmış “suç örgütleri”nin açığa çıkarılmasını istemek, müzedeki çocukları havaya uçurmayı düşünecek kadar gözünü karartmış müntesipleri faş etmek, kendi komutanına suikast tertipleyen cunta bakıyesinin ayıklanmasını istemek “TSK’ya karşı psikolojik savaş” yürütmek midir?

Medya bunları yazmasın mı?

Yargı bu oluşumların üzerine gitmesin mi?

Edepsiz akademisyenler bu konuları tartışmasın mı?

Siyaset kurumu gerekli yasaları çıkarmasın mı?

Başbuğ, “diğerleri”nden farklı bir komutan olabilir... Hayatı “hukuk dışına” çıkmaya meyyal kişi ve grupları raptetmekle geçmiştir... Hukuk dışı oluşumlara izin vermemiştir... Darbe ve muhtıra gibi fena işlere tevessül etmemiştir.

Hepsi mümkün...

Fakat böyle olması “realite”yi değiştirmiyor.

Maalesef ordumuz, zaman zaman hukuk dışı işlere yelteniyor.
Bunu geçmişte çok yaşadık.

Hadi, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat tarihleriyle anılan resmi ve “olmuş” darbeleri bir kenara bırakalım... Bunun olmamışları, yani “olmasına ramak kalmış”ları, olmuşlarının neredeyse üç katı...

Fahrettin Altay Paşa’nın, 1938’deki aculluğunu nasıl değerlendireceğiz?

Başvekil Celal Bayar direnseydi, Mareşal Fevzi Çakmak cuntacıların kolpasına karşılık verseydi, Ali Feşi Okyar anglosakson terbiyeyi bir kenara bırakıp “Yemişim dengesini... Atatürk beni işaret etti arkadaş” diye tuttursaydı ne olacaktı?

Muhtemelen kan dökülecek, böylece ilk “bütünsel” resmi darbemize 1938 yılında kavuşmuş olacaktık.

Peki, 1950 yılında, iktidarı seçim kazanmış DP’ye teslim etmeye yanaşmayan ve İsmet Paşa’ya darbe teklifi götüren komutanların tutumu?

Bunu nasıl yorumlayacağız?

Samet Kuşçu olayını, 14’lerin tasfiyesini, “Türk Silahlı Kuvvetler Birliği” hareketini, Talat Aydemir’in nafile denemelerini, Madanoğlu cuntasını, Cemal Tural’ın erken aculluğunu, Muhsin Batur’un niyet aşamasının ötesine geçmiş girişimlerini, Namık Kemal Ersun’un direkten dönen yoklamalarını, Özal’a karşı kurulan cuntaları...

Bunları nereye koyacağız?

Hadi bırakalım geçmiş müktesebatı... “Bu ülkede bir daha darbe olmaz, bu kelimeyi sözlüğümüzden çıkaralım artık” sözünün sıkça telaffuz edildiği 2000’li yıllarda bile dört adet “çok ciddi darbe tehlikesi” atlatmışız...

Kafes Eylem Planı’nın tarihi ise, Mayıs 2009...

Demek ki oluyormuş...

Demek ki, kamuoyunu bu tür “oluşumlara” karşı dikkatli olmaya çağırmak, “TSK’ya karşı örgütlü asimetrik psikolojik savaş yürütmek” değilmiş...

 

 

Son Düzenlenme Pazartesi, 21 Aralık 2009 15:37
Ahmet Kekeç

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...