Cumartesi, 30 Haziran 2012 17:08

Teoman Koman'dan Çamurlu Botla Bir Cami Teftişi

Gazetemiz yazarlarından ve Ülke TV'nin başarılı haber spikeri, program sunucusu Ersoy Dede, son haftanın bence en önemli yayıncılık olayını gerçekleştirdi. İlgi ile izlenen Bıçak Sırtı programında üç konuk konuşuyor. Anlatılanlara inanmakta zorlanıyor insan. Adaleti Arayanlar Derneği mensubu üç subay 28 Şubat döneminde yaşadıklarını anlatıyorlar. Her bir yüreğe dışarıdan bakanların asla göremeyeceği birer bıçak saplanmış, sürekli kanayan yürekler! Bunu 28 Şubat döneminde yaşayanlar bilebilir ancak. Tuzu kurular, sadece ticaretinin derdinde olanlar ve emir-komuta zincirindeki zulüm halkasına sessiz kalarak hizmet edenler bu programı mutlaka internetten bularak seyredin. Yüreğinizde kirli kalmış yerleri temizleyin. Bugünlere nasıl geldik, bunu bir kere daha tefekkür edin. "Geldi geçti, ama deldi de geçti" derdi ninem. Emekli Albay Abdullah Sönmez, emekli Yüzbaşı Güray Balatekin, emekli Yüzbaşı Ekrem Ata bu zulüm değirmeninde eş-çoluk, çocuk öğütülenlerden sadece üçü. Eşleri örtülü olduğu ve namaz kıldıkları için ordudan atılmışlar. Kim bilir kaç ocağa bu ateş düşmüştü. 

Ersoy Dede'nin programını seyrederken kafamı duvarlara vura vura acımı hafifletmek istedim. Düşünün seyrederken dayanamadım, ya bizzat yaşayanlar? İnsan sabır taşı olsa çatlardı. Nitekim bir subayın eşi yapılan hakaretlere dayanamayıp mide kanseri olmuş ve bu mihnetli dünyadan kurtulup gitmiş. Geride çaresiz bir baba ve evlatlarını bırakarak. Hitler öldü der tarihler, oysa Hitlerler yaşıyor bizim ülkemizde. Hem de onun bile aklına gelmeyen yeni şeytanlıklar bularak, uygulayarak. Bugün çoğu ya Silivri'de ya da yolunda, bu zulümlerinin hesabını vermekteler. Orgeneral Çetin Doğan'ın eşi Silivri'de yol keserek protesto eylemi yapıyor. Yolu açması için kendisini uyaran askere de:
- Çocuğum, benim kocam olmasa, sen burada rahatça görev yapamazdın" diye de üst perdeden atmaya devam ediyor. "Artık biz de konuşacağız" sözü bu hatuna ait. Oysa hep onlar konuşmuşlardı. Biz hep susmuştuk. Zira biz bin yıl savaşılması gereken mahluklardık. Biz sadece vergi istendiğinde vergi vermek, oğlu askere istendiğinde oğlunu göndermekle yükümlü ikinci, hatta üçüncü sınıf insanlardık. Bizim çocuklarımız onlara ancak garson olabilirdi ya da eline pimi çekilmiş bomba vererek kobay olarak kullanılabilirdi. Yüreklerimizde açılan bu yaralara nasıl ve ne şekilde bir merhem süreceğiz, doğrusu bilemiyorum. Sadece bildiğim Ersoy Dede'nin Bıçak Sırtı programı gibi programların sık sık yapılması. Yapılsın ki yüreklerimizdeki yara hiç kabuk tutmasın. O program rüyalarıma giriyor. Hele Yassıada'da Adnan Menderes'in sırtında sigara söndüren kadroda görev yapan bir karacı teğmen olarak ordudaki görevine başlayan Teoman Koman'ın botları ile girdiği kışla camisinde bir düşman subayı gibi yaptığı denetleme var ki inanılır gibi değil! İnsanın alçaklığın bu kadarına pes diyesi geliyor. Teoman Koman'ın yaptığı bu alçaklığın bir benzeri başka bir askeri birlikte yaşanmıştı ve ben de geçen yıl hazırladığım Ramazan sayfasında bunu okuyucularıma sunmuştum. Ama ne yalan söyleyeyim bunun Türk ordusunda yaşandığını gizlemiş ve Saddam'ın ordusunda olduğunu yazmıştım. Utanmıştım bu olay bizde yaşandı demekten. Bugün hatalı davrandığımı anladım. Saddam Hüseyin'in ruhaniyetinden özür diliyorum. Ama yine de okuyucularımızın hatırlaması için o yazıyı bir satırını değiştirmeden yeniden yayınlıyorum. Kamuflajlı ikinci bir yazıyı da Allah izin verirse önümüzdeki hafta yayınlayacağım. Lütfen bu yazıları tarihe düşülen notlar olarak yüreğinizin en muhkem bir köşesinde saklayın, bir gün ona ihtiyacınız olur!
Her şey bölük komutanının "Bu yıl oruç tutacaklar dilekçe ile başvursunlar" duyurusu ile başladı. Bölüğün büyükçe bir kısmı dilekçelerini yazıp, bölük yazıcısına teslim ettiler. Sevinçliydiler. Öyle ya, yılda bir kez gelen on bir ayın sultanını şanına yakışır şekilde karşılayacaklar, oruçlarını tutacaklar, teravih namazlarını kılacak ve mübarek Ramazan'ı bir sonraki yılda tekrar karşılamak iştiyakı ile uğurlayacaklardı. Kendi aralarında da sohbet etmişler ve:
- İşte Peygamber Ocağı böyle olur, demişlerdi.

Tüm mahalleli her bir askerini gönderirken özel birer merasim uygulamamış mı idi?
- En büyük asker bizim asker(!) nidalarının göklere yükseldiği Bağdat sokaklarında her asker sevkiyatı bir bayram havasına dönüşür ve bıyığı terlememiş gençlerde de büyüyüp bir an önce askere gitme heyecanı oluştururdu. Irak'ın İran sınırına yakın bir kasabasındaki bu yılki mutluluk görülmeye değerdi. Oruç ayı gelip çatmış, oruç tutacaklar dilekçelerini vermişler ve ilk geceyi iple çeker olmuşlardı. Tabiî bölük komutanı verilen dilekçelere göre sahur ve iftar için yemek çıkaracaktı. O gece bambaşka duygularla yattılar. Gece her ihtimale karşı saatlerini kurmuşlardı. Sahur vakti ilk sahur sevinci ile yataklarından fırladılar. Uykusu ağır olanlar bile o gece zorlanmadan kalktılar. Tek sıra olup şadırvanın yolunu tuttular. Önce el-yüz temizliği ve ardından yemekhaneye yöneldiler. O da nesi? Yemekhane kapalıydı. Kapısına birkaç kere kuvvetlice vurdular. Ne gezer, belli ki kapalıydı. Bir anlam veremeseler de o saatte dertlerini anlatacak bir kimse olmadığından, şadırvanda birer bardak su içip oruca niyet ettiler. Ertesi gün onları zorlu bir günün beklediğini nereden bileceklerdi.
Bölük komutanı her zamanki eğitimi iki katına çıkarmıştı. 5 yerine 10 kilometre yol yürümeye başladılar, hem de üzerlerinde 40 kilogram teçhizatla birlikte. Susuzluktan dilleri damaklarına yapışmıştı adeta. O akşam iftarda kantinde bir şeyler yiyerek oruçlarını açtılar. Komutandan ses-soluk yoktu. Askerlik bu ya; soru sormak da yasaktı. Hele Irak'ta!
Her şeyin en doğrusunu Saddam ve komutanları bilirdi. Aleyhte bir söz söylemek kimin haddiydi? Bunu çok iyi bilen askerler, kantinden sahurda yiyecekleri bir şeyler alıp, dolaplarına koydular. Sahurda kalkıp yemeklerini yiyen Mehmetçikler oruca niyetlendiler. Birkaç gün sonra bölük komutanı tarafından gece dolaplar açılarak yiyecekler toplandı ve dolaplara yemek koymanın yasaklandığı bir emirle duyuruldu.
O gece de birer bardak su ile niyetlenmişlerdi. Komutan uyanıktı da askerler saf mıydı?
Bu defa akşam kantinden aldıkları yiyecekleri poşetlere koyup, bölüğün bahçesindeki ağaçların dalları arasına gizlediler. Gece kalkıp, yemeklerini yediler ve oruca niyet ettiler. Bu durumdan memnundular. Birkaç gün sonra komutan bu durumu da fark etmiş ve şeytanın bile aklına gelmeyecek bir işe kalkmıştı. Bölüğün bahçesindeki onbeş dev ağaç, önce dalları, sonra bedeni kökünden kesilerek ortadan kaldırıldı. Hem de bu acı görev, oruç tutan askerlere verilmişti.
Bu olay, ayniyle vaki yaşandı ve yazıldı. Saddam'ın ülkesinde oldu. Ama kim bilir hangi İslâm beldesinde aynıları ya da benzerleri yaşanıyor...

Fatih Uğurlu

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...