Cuma, 15 Mart 2013 11:26

Suriye'de Direnişin İki Yılı

Giriş

Tunus'ta dikta rejiminin insanları tamamen köleleştirmeyi amaçlayan politikasına tepki gösteren bir gencin kendini yakmasıyla fitili çakılan olayların hızla Arap dünyasına yayılması üzerine yaşanan süreç yerine göre Arap baharı yerine göre de Arap intifadası olarak adlandırıldı. Bu süreç içinde patlak veren olayların en uzun süreli olanı ise Suriye'deki ayaklanma oldu. Baas diktası 15 Mart 2013'e kadar sahadan çekilmemekte ısrar ederse bu ülkede 15 Mart 2011 tarihinde meydanlara dökülen kitleler ona karşı mücadelelerinde iki yılı tamamlamış olacaklar. Ama biz Allah'ın izniyle, bu rejime karşı sürdürülen özgürlük mücadelesinin iki yıllık sürecinin ve maruz kaldığı haksızlıkların genel bir değerlendirmesini yapmak istiyoruz.

Zulme Başkaldırı Hareketleri ve Zulmün Suriye Boyutu

Zulüm rejimlerine ve haksızlıklara karşı tarihte de önemli başkaldırılar, halk ayaklanmaları olmuştur. İslâm coğrafyasının küçük devletlere ve devletçiklere ayrılmasından sonra oluşturulan dikta rejimlerinden halkların muzdarip olduğu bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla insanların bu rejimlere tepki göstermeleri, hâkim sistemlerin değişmesi için çeşitli yollara başvurmaları tabiidir. Bunun için özgürce siyasal ve sosyal faaliyet yapmalarına izin verilmesi, tercihlerinin de dürüst bir şekilde yönetime yansıtılması durumunda belki ilk tercihleri bu tür faaliyetler olacaktır. Buna fırsat verilmemesi ve maruz kaldıkları baskı uygulamalarının sürekli artması durumunda meydanlara dökülmeleri ise toplumsal realitedir. Dolayısıyla böyle bir başkaldırıyı ve insanların meydanlara dökülmesini komplo teorileriyle izah etmeye kalkışıp haklarını isteyen kitleleri dış güçlerin kullandığı kuru kalabalıklar olarak nitelemek haksızlıktır.

Zulmün itici, tahrik edici ve insanları meydanlara dökülmeye zorlayan etkisi Tunus'ta, Libya'da, Mısır'da ve dikta rejimlerinin hâkim olduğu diğer ülkelerde ne ise Suriye'de de odur. Dolayısıyla Tunus'taki başkaldırıyı zulme karşı haklı ve isabetli bir uyanış hareketi olarak gösterirken Suriye'dekini dış güçlerin planladığı bir komplo olarak lanse etmek son derece tutarsız ve isabetsizdir.

Reform İsteyen Halka Silahla Karşılık

Suriye'de 2000 yılında diktatör Hafız Esed'in ölmesinden sonra yerine geçen oğlu Beşşar Esed halkı reform konusunda ümitlendirmiş ve birtakım siyasal özgürlüklerin önünü açacağı vaadinde bulunmuştu. Ancak daha sonra ABD'nin Suriye'ye reform telkinlerinde bulunması üzerine, yeni lider bu tür telkinler karşısında yapacağı değişikliklerin ABD'nin talimatlarıyla yapılmış gibi algılanacağı iddiasını öne sürerek reformları geciktirdi. Ama sonrasında bu yönlendirmenin etkisini kaybedeceği kadar aradan zaman geçtiği halde reform vaatlerine geri dönmek istemedi.

Tunus'ta patlak veren ve hızla yayılan kitlesel hareketlerle cesaretlenerek maruz kaldıkları baskıların son bulması için meydanlara çıkan Suriye halkının ilk dönemdeki talepleri de yönetimin değişmesi değil vaat edilen reformların gerçekleştirilmesiydi. Fakat ne yazık ki dikta rejimi özgürlük ve reform isteyen kitlelere silahla karşılık verdi ve daha olayların başlangıç merhalesinde insanları katletmeye başladı.

Reform taleplerine silahla karşılık verildiğini gören halk da bu kez söylemini ve sloganını değiştirerek "hâkim sistemin düşürülmesini istiyoruz" demeye başladı. Dolayısıyla olaylar hızla tüm ülkeye yayıldı. Önce kitleler halinde düzenlenen gösteriler daha sonra silahlı çatışmalara dönüştü.

Suriye'deki Zalime Sahip Çıkma Gayreti

Diğer dikta rejimlerine karşı savaşlar gibi Suriye'deki de zalim ile mazlum arasındadır. Zalime karşı mazlumun yanında durmak insanî değerlere ve İslâmî ölçülere bağlı olmanın bir zorunluluğudur. O yüzden cahiliye Araplarının "kardeşin mazlum da olsa zalim de olsa yardım et" sözlerini Resûlullah (s.a.s.) "Kardeşin mazlum ise ona destek vererek, zalim ise zulmünden vazgeçirerek ona yardım et" diye düzeltmiştir.

Ancak Baas diktasıyla menfaat ilişkileri içinde olanlar zalimin yanında mazluma karşı durdular. Bu tutumlarında kendilerini haklı çıkarabilmek için de her merhalede bir tutarsız kulpa tutunmaya, birinin kopmasının ardından kendilerine başka bir kulp bulmaya çalıştılar.

Filistin Davası Zulme Kalkan Yapılabilir mi?

Sergiledikleri tavrı haklı çıkarabilmek için ilk takındıkları kulp Suriye'deki dikta rejiminin diğerleri gibi olmadığı, onun Filistin direnişine arka çıktığı, direniş hareketlerine çalışma imkânları verdiği gerekçesi oldu. Buradaki dikta rejimi "direniş hattı" olarak isimlendirilip dış güçlerin onu kırmak istedikleri iddia edildi.

Eğer bu iddia, Suriye'nin siyonist işgale veya ABD'ye karşı savunulması amacıyla gündeme getirilmiş olsaydı, ABD'nin onu sıkıştırması karşısında bileğinin güçlendirilmesi için kullanılsaydı bir anlamı olurdu. Ama hiçbir zaman haklı ve âdil bir dava zulüm ve katliama gerekçe yapılamaz.

Bizim için Filistin halkı ve oradaki insanlarımız ne kadar değerliyse Suriye'deki kardeşlerimiz de o derece değerlidir ve birilerinin savunulması iddiasının diğerlerinin katledilmesine gerekçe yapılmasını onaylayamayız.

ABD, NATO ve İsrail Onları Yalancı Çıkardı

Kullanılan ikinci kulp Suriye'deki ayaklanmanın arkasında ABD, NATO ve İsrail olduğu iddiasıydı. Bir yandan Baas zulmüne karşı çıktıklarını söylerken diğer yandan bu rejime karşı halk ayaklanmasına olumlu yaklaşmayan kesimin ise ABD ve NATO'nun Suriye'yi Irak'a çevirmek istediği iddiasının ciddi şekilde etkisinde kaldıklarını gördük.

Biz bu iddianın değil aksinin doğru olduğunu, bunların Tunus ve Mısır'da ağızları yandığı için Suriye'de son derecede ihtiyatlı hareket ettiklerini, burada siyasi taktik gereği Baas zulmüne karşı görünseler de onun gitmesini istemediklerini dile getirmiştik. Sonrasında sergilenen tavır ve yapılan açıklamalar siyonist işgal devletinin ve onun arkasında duran emperyalist güçlerin Baas diktasına karşı yürütülen direnişin doğuracağı sonuçları kendi açılarından olumlu görmediklerini açık bir şekilde ortaya koydu. ABD'nin direnişçilere silah temin edilmesine engel olması, sonrasında da burada diktaya karşı mücadele eden örgütleri terör listesine alması zaten bütün gerçekleri gözler önüne serdi ve Baas zulmünü savunabilmek için ABD, NATO ve siyonist işgalden yararlanmaya çalışanları yalancı çıkardı.

Mezhep Fitnecilerinin Mezhep Oyunu

Zulme karşı başlatılan meşru direniş hakkında kafaları karıştırmak ve ona destek verilmesini engellemek amacıyla kullanılan malzemelerden biri de Suriye'nin toplumsal şartlarının diğerleri gibi olmadığı, buradaki siyasal değişimin mezhep fitnesine yol açacağı iddiasıydı. Oysa bu iddiayı kendilerine malzeme yapanlar bizzat kendileri mezhep fitnesini ateşlemek ve bu yolla hesaplarını tutturmak isteyenlerdi. Gerçekte ise başlatılan ayaklanma herhangi bir mezhebe veya mezhep mensuplarına değil zulme ve totaliter rejime karşıydı. Bu zulümden zarar görenler arasında bizzat o dikta rejiminin kendine kalkan edinmeye çalıştığı Nusayri mezhebinin mensupları da vardı. Üstelik ülke nüfusunun sadece % 8-11 oranındaki bir kesimini oluşturan nüfusun sultası mezhep fitnesine yol açmazken, büyük çoğunluğun meşru haklarını talep için meydanlara çıkmasının neden mezhep fitnesine yol açacağı da konuşulmak istenmiyordu.

Terör Rejiminin Terör Suçlamasının Arkasına Sığınması

Kullanılan bir iddia da Suriye'yi karıştırmak isteyenlerin ülkeye terör örgütlerini doldurmak istedikleri iddiasıydı. Meydanlara çıkan kitlenin sözü edilen terör örgütleriyle hiçbir ilgilerinin olmadığının, üstelik silahlı mücadeleyi başlatanların da çoğunluğunu Suriye ordusundan kaçanların oluşturduğunun bilinmesine rağmen böyle bir iddianın arkasına sığınılması ise haklı ve meşru talepleri kirletme amaçlıydı.

Bölgedeki Dikta Rejimlerini Korkutma Çabaları

Bölgedeki dikta rejimlerinin Baas yönetimini yalnız bırakmamaları, ona arka çıkmaları için de onların gözünün korkutulmasına çalışıldı. Bu amaçla Beşşar Esed'in zulüm ve katliamları için fetva üretmekle görevlendirilen müftüsü Ahmed Bedruddin Hasun da "Suriye rejimi düşerse onu civar ülkelerdeki rejimler izler" uyarısı yaptı.

Dışarıdan Müdahale Olmasın Diyenlerin Askerî Müdahalesi

Suriye'deki zulmün sorumsuzca sürdürülmesine imkân sağlamak amacıyla kullanılan en çirkin oyunlardan biri de "dışarıdan müdahale edilmesine karşı çıkmak" oldu. Bu kirli oyunun arkasına sığınanlar güya ABD ve NATO müdahalesine itiraz ettikleri iddiasıyla kendi tavırlarını meşru ve isabetli göstermeye çalıştılar. Gerçekte ise bu tavırlarıyla Baas vahşetinin kundaktaki bebeğe varıncaya kadar insanları hunharca katletmesinin önünü açma amaçlı tutumları hakkında insanların gözüne perde çekmeye çalışıyorlardı. Oysa zulüm ve vahşetin önüne geçilmesi için bir şeyler yapılmasını isteyenler çözümü ABD ve NATO müdahalesinde aramıyor, İslam dünyasının bu korkunç katliamlar karşısındaki duyarsızlığına tepki gösteriyorlardı.

Bu kirli oyunda en büyük çelişki ise dışarıdan müdahaleye tepki gösterdiklerini ileri sürenlerin bizzat kendilerinin müdahalede bulunmaları ve kendi müdahalelerinin de mazlumlara değil zalimlere destek, onun kaçan askerlerinin, pilotlarının, keskin nişancılarının bıraktığı boşlukları doldurmak oldu.

Batılılara İse "İslâmcılar Geliyor" Uyarısı

Baas zulmünün arkasında duranlar İslam âlemini ABD ve NATO müdahalesiyle korkuturken, bizzat bu rejimin Batılılara "Bizimle uğraşmayın yoksa burayı İslamcılara teslim etmek zorunda kalırsınız" uyarısında bulunması da dikkat çekiciydi. Aslında Batılıların herhangi bir askerî müdahale niyetlerinin olmadığını o da biliyordu. Ama bu uyarıyı, onların diplomatik alanda da pek üzerine gelmemeleri, BM vasıtasıyla yaptıkları girişimlerde kendisini köşeye sıkıştırmamaları içindi. Nitekim daha sonra BM'nin sergilediği tutum bu uyarılarının etkisini gösterdiğini ortaya koydu ve gündeme getirilen sözde çözüm formüllerinde BM, direnişçileri pek muhatap almazken Baas diktasına da sürekli mühlet verdi.

Vahşetin Her Türlüsünü Caiz Gören Bir Dikta

Zulüm ve vahşette sınır tanımayan Baas diktası meydanlara dökülen halka silah çevirmesinden itibaren sürekli insanları katletti. Sokakta yürümekte zorlanan sakat insanların keskin nişancıların mermilerine hedef olmasından gruplar halinde kuşatmaya alınarak hep birlikte katledilmelerine kadar vahşetin her modelini ortaya koydu. Ama bütün bunlara rağmen yine Baas zulmünün arkasında duranların tavırlarında bir değişiklik olmadığını, ona her türlü desteğin sürdürüldüğünü gördük.

Dağılan Ordunun Yerine Şebbiha Çeteleri

Kendi insanlarına silah çevirmek istemeyen askerlerin orduyu terk etmeleri üzerine açılan boşluklar bir yandan dışarıdan gönderilen "devrim muhafızlarıyla" veya benzer milislerle doldurulurken bir yandan da Şebbiha çeteleri adı verilen bir özel gerilla gücü oluşturuldu. Hepsinin hedefinde meşru haklarını isteyen mazlum halk vardı.

Esir Değişiminin Gün Yüzüne Çıkardığı Gerçek

Suriye'deki savaşa yaptığı askerî müdahale gerçeğini gözlerden gizlemeye çalışan, kendisinin sadece diplomatik alanda destek verdiğini, asker göndermediğini iddia eden İran'ın bu konudaki yalanlarını bizzat esir değişimi olayı ortaya çıkardı. Esir değişiminde Suriyeli tutsakların özgürleştirilmesi için karşılığında 48 İranlı esirin verilmesi savaşın diğer cephesinde kimlerin bulunduğu gerçeğini gözler önüne serdi. Bu kişilerin Şam'daki türbeleri ziyaret için gitmiş oldukları iddiası ise yalanın bir başka boyutunu oluşturuyordu. Ama artık mızrak çuvala sığmayacak kadar büyüktü. Çünkü mücahitlerin söz konusu türbelerden insanları kaçırmaları mümkün olmadığı gibi esirlerin nerelerde yakalandığı hakkında da yeterince bilgi vardı.

Zulmün ve Vahşetin Suriye Halkına Maliyeti

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Nafi Bilay'ın Şubat 2013'te sunduğu rapora göre Suriye'de öldürülen insan sayısı 70 bine ulaşmıştı. Bu, ölümleri kesin tespit edilen kişilerin sayısını veriyor. Yerel kaynaklara göre öldürülen insan sayısı 90 bine ulaşmıştı. Yüz binlerce insan ise esir alınıp toplama kamplarına götürülmüştü. Çevre ülkelere iltica edenlerin sayısı da 750 bini bulmuştu. Ülke içinde bir yerden başka yere taşınmak zorunda kalanlar bunun dışında. Yaralıların ve yıkılan evlerin sayısı hakkında ise yeterince bilgi yok.

Suriye zulmünün bu derece ölçü tanımazlığında ona sınırsız destek verenlerin büyük payı olduğunu ise hiç kimse inkar edemez.

Zulüm Rejimi Her Şeye Rağmen Çökecek

Tüm dış desteklere ve uluslararası emperyalizmin oyunlarına rağmen Baas diktası çökecektir.

Uluslararası emperyalizmin ve Baas destekçilerinin son oyunları ise masa başı çözümlerdir. Ancak Suriye direnişi bu oyunun kendisini başlangıç noktasına dönmeye zorlamak için oynandığının farkındadır ve olumlu bakmamaktadır.

Mücahitlerin önemli askerî hava alanlarını ve uçaksavarlarını hatta savaş uçaklarını ele geçirmeleri, zulüm rejiminin uçaklarını düşürmeleri bu rejimin etrafındaki çemberi iyice daraltmıştır. Mücahitler ele geçirdikleri yeni alanlarla ve araçlarla diktatörün damarlarını teker teker kesiyorlar.

Son Düzenlenme Cumartesi, 16 Mart 2013 16:56
Ahmet Varol

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...