Salı, 23 Temmuz 2013 15:43

İşte size Türkiye modeli

Aramızda Mısır'da son günlerde yaşananları takip edenler Türkiye'de olanlara tıpatıp benzeyen gelişmeler karşısında sıkça deja vu duygusuna kapılıyor olmalı. Tunus'ta başlayan gelişmeleri takip eden Mısır'da devrimin bu kadar hızlı ve bir bakıma "kolay" olması zamanında doğal olarak insanlarda bir çok kuşkuyu da uyandırmıştı.

Mübarek'in devrilmesi ve ardından devrimin kazanımlarının herkeste üzerinde titrenen sembolik bir değere dönüşmesi bir çok kişide işlerin kuşkulanılacak ölçüde kolay olduğu izlenimi yaratmıştı. Kuşku, bütün bu olup bitenlerin yine bir düğme marifetiyle bir yerlerden planlanıp kontrol edildiğine dairdi.

Tabii ki olup bitenlerin kendiliğinden gelişiyor olması veya gizli mihraklarca planlanlanmamış olması olağan şüphelilerin bu süreci tribünden seyrediyor oldukları veya süreci kontrol etmeye çalışmıyor oldukları anlamına gelmiyordu. Nitekim zaman içinde ortaya çıkan müdahaleler o mihrakların hem süreç içindeki rollerinin ne olduğunu hem de bu rollerini artırmak için neler yapabileceklerini ibretlik biçimde gösteriyor.

Mısır'da devrim sürecindeki tartışmaları bir "Türkiye modeli" olarak adlandırmaya en çok itiraz edenler bugün gerçek anlamda Türkiye modelini birebir taklid ediyorlar, ama Türkiye'nin terketmeye çalıştığı, büyük ölçüde de geride bıraktığı modelini.

Aslında Mısır medyasında en popüler kavramlardan biri de devrim sürecini baltalamaya çalışan güçleri kast etmek üzere kullanılan "derin devlet" kavramı, Türkiye'ye atıf yapılmadan geçmiyor. "Türkiye'deki ifadesiyle derin devletin" Mısır'da kendini tezahür ettirme biçimleri de Türkiye'dekiyle birebir örtüşüyor.

Yeri geliyor doğrudan askeri otorite doğrudan vesayet edici müdahalelerle durumu kontrol etmeye çalışıyor. Anayasanın ve herkesin üstünde olduğunu hissettirmeye çalışıyor. Bunun sorgulanabileceği yerlerde zemini hazırlamayı ihmal etmiyor. Devrimden sonra oluşturulan anayasa hazırlama kurulunu bir kararla iptal ediveriyor. Stadyumda çıkan olaylarda 150 kişinin üstünde insanın ölümünden askeri konsey hemen sahaya inmek için bir davetiye ilan ediyor.

Askeri konseyin doğrudan müdahalesinin münasip kaçmayabileceği yerlerde bütün üyeleri Mübarek tarafından atanmış olan Anayasa Mahkemesi devreye girip hukuk kartını oynadı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sadece iki gün kala parlamentoyu lağvetti, bunu yaparken tabii ki bir kılıfını buldu ama kılıfların hiç birisi bizim 367 krizindedikinden daha az hukuki olmadı. Baştan itibaren demokrasi yolunun kendilerine bir alan bırakmadığını gördükçe bu alanı işlevsel vesayet kurumları yoluyla kapatmaya çalışma tarzları Türkiye'nin geride kalmaya yüz tutmuş, köhne modelinin hiç de azımsanmayacak bir etkinlikte uygulanıyor olduğunu gösteriyor.

Baştan beri Mursi'nin Cumhurbaşkanlığı ve İhvan'ın parlamentoda çoğunluğu ele geçirmesini hazmedemediler. Ortaya çıkacak olan anayasanın kendilerine hiç bir zaman eski iktidar günlerini yaşatmayacağını bildiler ve süreci tıkamaya çalıştılar. O yüzden anayasa hazırlama çalışmalarından çekildiler, çünkü kendi azınlıklarına nitelikli bir muamele yapılması talepleri karşılanmıyor. Azınlık halleriyle çoğunluk imtiyazı elde etmeye çalışıyorlar bunun formülünü arıyorlar ama bir türlü bulamadıkları için işi cazgırlığa vuruyorlar. En son Anayasa Mahkemesi'nin onların boykotuna rağmen hazırlanmakta olan anayasayı ve anayasa hazırlama kurulunu ilga edeceği bilgisi üzerine Mursi tedbiren topu topu 15 Aralık'taki anayasa referandumuna kadar geçerli olacak şekilde yetkilerini artıran kanunu çıkardı. Buna karşı sergilenen tavır da bir tür cumhuriyet mitingleri oldu. Tahrir meydanının cumhuriyet mitingleri mantığı ile kirletilmesi, doğrusu trajik bir durum olmuştur, ama Mısır'ın Türkiye modelini, üstelik bu modeli milliyetçi kaygılarla itiraz edenler eliyle nasıl körü körüne taklit ediyor olduğunu göstermesi açısından ibretamiz.

Belki Marx'ın 19. Yüzyıl'da Hindistan için "İngiltere'nin geçmişini görmek isteyenlerin bakmaları gereken yer" dediğini bugün birileri Mısır bağlamında Türkiye için söylese yeridir. Şu örneği vererek bitirelim ki, yeter. Mursi'yi diktatörlük kurmakla eleştirenler, bilhassa son zamanlarda Filistin davasına sarılmasını da bahane ediyorlar. "Mısır'ın onca sorunu varken Filistin'le bu kadar ilgilenmek de ne oluyor?" diyorlar.

Belki Mısır ile Türkiye'nin bu bağlamda bir farkı, Türkiye'de onlarca yıl süren değişim ve model olaylar Mısır'da çok yoğun ve hızlı yaşanıyor. Bir fark da yine Marx'tan uyarlama olsun: İlkin Türkiye'de dram olarak yaşananlar Mısır'da tekrarlarken traji-komedya tadı veriyor.

HİLAL KAPLAN'A YAPILAN DA TÜRKİYE MODELİNİN BİR BAŞKA ÖRNEĞİ

Gazetemiz yazarlarından duruş sahibi değerli arkadaşımız Hilal Kaplan'ın bir seyahat esnasında gezmek için uğradığı bir kilisede çektirdiği resmin artık ismini anmak da istemediğimiz, ama ne yazık ki İslam iddialı olan bir internet sitesinde iliştirilen bir dizi ahlak dışı mesajla yayımlanması da tipik Türkiye modelinin başka bir örneğini oluşturuyor. Kısa süre önce Ali Bayramoğlu ve Cengiz Çandar gibi yine duruş ve değer sahibi insanları hedef alan kampanyaları harekete geçirdiği söylenen değerlerin arasına İslami bir dilin sokuşturulmasına inanamıyor insan. Bu bana pis de olsa bir şaka gibi geliyor.

Aslında bu tür örneklerle 28 Şubat'ta Müslümanlara karşı kemalist operasyonlarında sıkça karşılaşıyorduk. Derin devlet medyasının bu tipik çalışma tarzı 28 Şubat'tan önce de sonra da sıkça icra edildi. Bugün bu tarzı İslam iddialı birilerinin yapıyor olması gerçekten İslam-ahlak-siyaset ve medya ilişkileri çerçevesinde kat etmemiz gereken çok yolumuzun olduğunu işaret ediyor.

İşe bakın ki, Hilal Kaplan'ın hedef haline gelmesine yol açan din dersleri ile ilgili beyanların benzerlerini ben de hem yazılarımda hem de konuşmalarımda defalarca yapmışım. Din derslerinde ebeveyn hakkının ihlal edilmemesi gerektiğini ve çocuklarının başka bir dinin veya mezhebin inancını almasını istemeyenlere bunu zorla vermenin zulüm olduğunu ben de defalarca yazmışım.

"Zorunlu olan din dersi olmaz" başlığı altında yazmışım. Bunun da gerekçesini tamamen İslam'a dayandırmışım, çünkü "dinde zorlama yoktur" diyen İslam'da hiç kimseye zorla bir din dayatılamayacağı gibi ebeyven hakkının din öğretiminde İslamî esas olduğunu anlatmışım.

Acaba benim de bu tutumumda yurt dışı gezilerimde kilise ziyaret etmişliğimin bir etkisi olabilir mi? Alın size kendim hakkında iki adet ihbar, ne yapacaksanız.

Yasin AKTAY

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...