Salı, 04 Nisan 2017 11:45

Telkin-Taht ve Tavus Ekseninde Fethullah Gülen Gerçeği

Bir ormandasınız. Etrafınız vahşi sırtlanlarla çevrili. Onları görmüyor ancak sizi takip ettiklerini ve adım adım yaklaştıklarını hissediyorsunuz. Hırıltılar, yaprak ve dallardan gelen çıtırtılar tehlikenin yaklaşmakta olduğunun habercisi. Onlarca mücadele edebilecek hiçbir silahınız yok. Gerildikçe geriliyorsunuz ve siz zayıflayıp güçsüzleştikçe onlar daha da cesaretleniyor ve kendilerini size hiç çekinmeden göstermeye başlıyorlar. Son bir atak yaparak koşmayı deniyorsunuz fakat gücünüz kalmadığı için yığılıp kalıyorsunuz. Sonra? Peşinizdeki sırtlan kümesi sizden ufak ufak parçalar koparıp kaçışıyor. İşin sonunda kan kaybından ölüp sırtlanlara yem oluyorsunuz.

Benzer bir saldırı tarzını okyanusun hakimi konumunda olan balinalara karşı köpek balıkları da sergiliyor. Avlarından küçük bir parça kopartıp hemen çekiliyorlar. Köpekbalığı sürüsü, balinanın cüssesine göre küçük sayılabilecek ısırıklar sayesinde 15-20 tonluk kocaman balinayı yarım saat içerisinde öldürüyor.

Sınır komşumuz Irak bugün yerden yeksan edilmiş durumda. Ortada ne bir devlet var ne de herhangi bir kamu otoritesi. Irak’ta yaşananların esas müsebbibi ise Şeyh Abdülkerim Kesnizani ve Muhammed Kesnizani’den başkası değil. Peki kim bu adamlar?

70’li yılların ilk yarısında Irak’ta ortaya çıkan Kesnizani yapılanması ile yine aynı yıllarda Türkiye’de palazlanmaya başlayan Fethullah Gülen yapılanması birbirinin neredeyse aynısı. Batılılar, Doğu toplumlarına ve Müslümanlara karşı artık klasik Haçlı Seferleri’ni tercih etmiyor. Bunun yerine, operasyon yapmayı düşündükleri ülkelerin zayıf toplumsal halkalarını kullanıyorlar. Öncelikle “100 salak, 100 bin dolar para ve 100 kaleşnikof” formülüyle irili ufaklı terör örgütleri oluşturuluyor. İslam dünyasındaki mezhep, tarikat ve cemaatler manipüle ediliyor. Kelimenin tam anlamıyla “iti ite kırdırma” politikası izleniliyor. Bu yöntem sırtlan ve köpekbalıklarının saldırı taktiklerine ne kadar benziyor değil mi?

Geçmişte sömürgeciliğin öncü kuvvetleri olarak misyoner okullarını kullanan Batılılar, bugün bu okulları Müslümanlara açtırıp, finansmanını da “imanlı nesiller yetiştirme” uğruna Müslümanların bizzat kendisine yaptırıyor. Bu okullarda, küresel elite hizmet edecek zihnen ve fikren “iğdişleşmiş” köleler yetiştirildiğinin en bariz örneği; Fethullah Gülen ve Muhammed Kesnizani yapılanmasının “mankurtlaşmış” müritleridir.

“Kesnizani” tarikatının kurucusu Şeyh Abdülkerim Kesnizani’dir. Süleymaniye’de bir aşiret lideri iken her nasılsa Şeyhlik mertebesine yükselen bu zat, tarikat liderliğini 1978 yılında İktisat Fakültesi mezunu! oğlu Muhammed Kesnizani’ye devreder.

Babasından farklı olarak Muhammed Kesnizani oldukça gizemliydi. Yeni ve acemi müritler onun “ayağını”; kıdemli müritler “elini”; üst düzey (bölge imamı) müritler ise ancak “omuzunu” öpme şerefine nail olabiliyordu.

Tarikatın siyaseten güçlenmesi İktisatçı! (dikkat edin ilahiyatçı bile değil) Muhammed Kesnizani ile başlar. Tarikat toplantılarındaki sohbetler, ezoterik anlatımlarla süslenilir. Kadirilerde kanlı-bıçaklı sahneler hoş karşılanmadığı halde, müritlerin dikkati bu tür uçuk gösterilere kaydırılır. Jilet ve cam kırıklarını yeme, vücudun değişik bölgelerine bıçak ve şiş saplama şeklindeki kanlı gösteriler izleyenleri adeta büyüler. Gösteriler sırasında müritlerden ölen olduğunda ise; suç, müridin sırtına atılır ve “tam inançlı olmadığı, ihlas ve huşu ile yapmadığı için öldüğü” ifade edilir.

Kesnizani tarikatının zihin yıkama modeli; “Telkin”, “Taht” ve “Tavus” üzerine kurulmuştur.

Nedir Telkin-Taht ve Tavus?

İlk aşama olan “telkin” sürecinde; örgüt evlerindeki profesyonel kişilerce tertip edilen özel sohbet toplantılarında tarikat mensupları Şeyh Efendi’ye karşı koşulsuz saygı duymaya kodlanır.

İkinci aşamada; Allah adına, “taht” ikramı yapılır. İşsiz güçsüz insanlara devlet kademesinde, belli bir komisyon karşılığında iş teklif edilirken, hali hazırda devlet memuru olanlara da makamda yükselecekleri vaat edilir.

Üçüncü aşamada “tavus” devreye girer. Tavus devreye girdi mi, artık büyünün, ezoterik anlatımların, kehanet ve kerametlerin yolu açılır. Müritlerin rüyalarına giren “Peygamber” mesajları! ve çağdaş hipnoz yöntemleri kullanılarak müritler adeta uyuşturulur ve kelimenin tam anlamıyla; zihinleri kontrol altına alınan ve her istenileni sorgusuzca yerine getiren “mankurt” sürüsüne dönüştürülür.

Kesnizani tarikatının insan devşirme yöntemini, lütfen Fethullah Gülen cemaatinin uygulamaları ile karşılaştırın. “Işık evleri”nde tertip edilen sohbet toplantılarında insanların koşulsuzca Fethullah Gülen’e bağlanmaları, bu kişilere mevki ve makamda yükselecekleri hususunda teminatlar verilmesi ve son olarak gerek 17/25 Aralık 2013 gerekse 15 Temmuz 2016 darbesinde yaşandığı üzere kendilerinden istenilen her şeyi sorgusuzca yerine getiren “robotik” çete mensupları. Birkaç gün önce FETÖ örgütünün Gebze İmamı yakalandı. Hakim ve savcıların, polis ve askerlerin, hadi onlardan da vazgeçtik öğretim üyesi profesörlerin bile emir aldığı kişinin, çıka çıka “ilkokul mezunu bir marangoz” çıkması ne kadar ilginç değil mi?

Irak’ın 33 yıllık lideri Saddam Hüseyin, 2003’deki Amerikan askeri işgali sırasında ülkesini sırtından hançerleyen Kesnizani tarikatı ve müritlerince devrildi. Kesnizani mensupları, devletin tüm kritik kurumlarına, ordu, emniyet, istihbarat başta olmak üzere sarayın tüm kılcal damarlarına yıllar içinde sızmışlardı. Saddam’ın karısı Sacide, kardeşleri Vatban ve Barzan ile oğlu Uday bile müritler arasındaydı. Devletin kilit noktalarında bulunup bu tarikata katılma konusunda tereddüt edenler ya ortadan kaldırılıyor ya da MOSSAD ve CIA’nın yeşil dolarları ile ikna ediliyordu. Saddam’ın en güvendiği adamlardan biri olan İbrahim İzzet El Duri’de Kesnizani tarikatı mensubuydu.

Saddam bu durumu fark ettiğinde iş işten çoktan geçmişti. 1990’lı yıllarda başlayan devlet kademelerine sızma hareketi, 2000’li yılların başında artık tamamlanmıştı. Amerikan işgal güçleri 2003 yılında Basra’dan Bağdat’a doğru ilerlerken, Şeyh Muhammed Kesnizani, “Amerikan askerlerine direnmemeleri” hususunda müritlerine fetvalar yayınlıyor, onların sanıldığı kadar tehlikeli olmadığını söylüyordu. Onun bu telkinleri sayesinde, ülkenin bağımsızlığı için savaşması gereken generaller, beyaz bayrakları havaya kaldırarak Amerikan işgaline göz yumdu. Sonuç? Şimdiki Irak ortaya çıktı.

İşgal sonrasında, ABD ve dolayısıyla Kesnizani ile işbirliği yapmayan onbinlerce bilim adamı, araştırmacı, fikir insanı, cemaat önderi, doktor, hakim, savcı, avukat, gazeteci, mühendis, teknisyen, bürokrat ve memur öldürüldü. Bunların kimileri kurşunlanarak, kimileri ise işkence ile öldürüldü. Devlet arşivleri, kütüphaneler, müzeler, tapu ve nüfus kayıtları başta olmak üzere devletin tüm arşivleri imha edildi, Irak’ın insan, kültür ve tarih hafızası yok olup gitti.

Kesnizani ile Fethullah Gülen yapılanmasının yöntem ve telkinleri birbirine ne kadar benziyor değil mi?

Örgüt evlerindeki sohbet ve telkinler, mevki ve makam vaatleri, ezoterik anlatımlar, rüyada görülen Mehdi ve Peygamber hikayeleri, Kesnizani’nin “Amerikalı askerlere direnmeyin” telkinine karşılık, Fethullah Gülen’in “Haçlı'nın ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli değildir. Onlar sizin karınıza kızınıza el sürmezler” şeklinde sarf ettiği cümleler birbirinin birebir aynısı değil mi?

Fethullah Gülen denilen beyinsizin “Haçlılar karınıza kızınıza ilişmezler!” cümlesi ise ne kadar cahil olduğunun en büyük göstergesi. Halbuki 1204 yılında İstanbul’u işgal eden Latin Haçlı Ordusu, bırakın İstanbul’un Ortadoks kadın ve kızlarını, Ayasofya’da görevli rahibeleri bile o kutsal yapının içinde tecavüz edip öldürmüş, bir Fransız fahişeyi Ayasofya’nın ortasında dans ettirmişti.

Bugün Türkiye’de herkes başkanlık meselesini tartışıyor. Bilen bilmeyen konuşuyor. Milletvekillerinin nasıl ve ne şekilde seçileceği, Cumhurbaşkanının yetkileri, tek adam-çift adam polemiği almış başını gidiyor. Toplumun bütünü hedeften sapmış durumda. Halbuki Anayasa’da yapılacak değişiklikler, Türkiye’nin yönetim biçimini değiştirmekten çok, gelecekte yaşanacak risklerin bertaraf edilmesi açısından oldukça önemli.

Bugün “kurban” olarak seçilen devlet; Türkiye’dir. Sırtlan ve köpekbalıkları; Fethullah Gülen cemaati ile beraber hareket eden HDP, PKK, DHKP-C, KCK, PYD, JPG ve bu tarz diğer terör örgütleridir. Kandan nemalananlar ise Hristiyan Batı’nın bütünüdür.

Sadece Kesnizani ve Fethullah Gülen benzerliği bile, Türkiye’nin etrafında nasıl bir kumpas kurulduğunun ve kan kokusu alıp avının etrafında dolanmaya başlayan sırtlanların, köpekbalıklarının ve akbabaların ülkemize saldırmalarının en büyük göstergesi değil midir?

Almanya, Hollanda, İsveç, Belçika, ABD, Fransa, İngiltere, Avusturya, İsveç, Yunanistan, İsrail ve daha nicelerinin, Türkiye’ye düşman olmalarının nedenini anlamak için alim olmaya gerek yok.

Son 14 yılda Türk ekonomisinde yaşanan gelişmelerin bırakın yüzde 50’sini yüzde 10’unu bile Avrupa Birliği ülkelerinin tamamında görebilmek mümkün değil.

1960 Askeri Darbesi, 1971 Muhtırası, 1980 Askeri Darbesi, ASALA, PKK, DHKP-C, 28 Şubat 1997 Post Modern Darbesi, 2013 Gezi Olayları, 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi ve son olarak 15 Temmuz 2016 Askeri Darbesi yurtiçindeki ve yurtdışındaki Türkiye düşmanlarının eylemleri olarak kendini gösterdi.

Bundan tam iki yıl önce İngiliz Dışişleri ve İngiliz Milletler Topluluğu Ofisi’nce 29 Eylül 2014 tarihinde resmi bir rapor yayınlandı. Bu raporun başlığı oldukça ilginçti; “Türk Ekonomisinin Öldürücü Faktörleri”. Türkiye hakkında son derece önemli tespitlere yer verilen bu raporun, Türkiye aleyhtarlığı yapan vatan hainlerince ibretle okuması gerekiyor.

İngiltere’nin resmi devlet kurumunca hazırlanan bu raporda; Türk ekonomisinin son 10 yıl içerisinde Batılılar açısından nasıl “küresel bir tehlikeye” dönüştüğü kapsamlı olarak ele alınmış. Yazılanların özeti kısaca şöyle; “Şu an dünyanın 16. ve Avrupa'nın en büyük 6. ekonomisi durumunda bulunan Türkiye, 2050 yılında dünyanın 12. ve Avrupa'nın en büyük 5'inci ekonomisi olacak. Türkiye'nin ihracat hacmi 2002 yılına oranla dört kat artarak 12 yıl içerisinde 160 milyar dolar düzeyine ulaştı. Türkiye petrol ve gaz kaynaklarının transit taşımacılığı hususunda giderek daha önemli bir role sahip oldu.”

Bugün Avrupa’da 42 ülke bulunuyor ve bunların 27’si AB üyesi. Türkiye GSMH sıralamasında 751 milyar dolar ile Avrupa’nın 8’inci, dünyanın ise 14.’üncü ekonomisi durumunda. Avrupa’daki 22 ülkenin GSMH toplamı ancak Türkiye kadar edebiliyor. Afrika kıtasında ise 54 ülke var ki bu ülkelerden 48’inin GMMH toplamı, ancak Türkiye’nin GSMH’sına denk gelebiliyor.

Türkiye artık yeni bir evreye geçti. Bundan 100 yıl önce Lozan’da kendisine çorak bir toprak bırakılan Türkiye, şükürler olsun ki bu toprakları bahtiyar kılmayı başardı.

İlk, orta ve lise ders kitaplarında Türkiye hakkında sıkça dillendirilen ancak içi boş bir deyimden ibaret olup herhangi bir anlam ifade etmeyen “stratejik ülke” kavramı, son 14 yılda yaşanan ekonomik, politik ve siyasi kazanımlar sayesinde anlam bulmaya başladı.

1488’de keşfedilen ve 1497-98 yıllarında Vasgo De Gama’nın Hindistan yolunu bulmasıyla önem kaybeden İPEK YOLU’nu yeniden tesis etmek, aradan 520 yıl geçtikten sonra Erdoğan’a nasip oldu. Ümit Burnu’nun keşfiyle beraber okyanus aşırı deniz ticaret yollarının bulunması, Batılı ülkelerin deniz ticaretine yönelmesine sebep olduğu gibi, “sömürgecilik” belasının Afrika ve Doğu toplumlarının başına musallat olmasına da sebep olmuştu.

Önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde Avrupa ve dünya ekonomi tarihi yeniden yazılacak. Avrupa’nın tüm fabrikaları birer ikişer kapanacak. Limanlar, depolar, antrepolar, gemi taşımacılığı yapan şirketler, gümrük işletmeleri iş yapamaz hale gelecek. Avrupalılar şimdi içinde bulundukları sıkıntılı günlerini dahi mumla arayacaklar.

Nedenini izah edeyim;

Dünyanın en büyük ulaşım ağı projesi unvanını alan “TEK KUŞAK-TEK YOL” nam-ı diğer Modern İpekyolu Projesi 15 Mayıs'ta yatırımlar başlıyor. Bu projeye destek için Kasım 2014'te 50 milyar dolar sermaye ile “Asya Altyapı Yatırım Bankası” kuruldu ki Türkiye bu bankanın ortakları arasında.

Çin-Kırgızistan-Özbekistan-Türkmenistan-İran-Azerbaycan-Gürcistan ve bu güzergah üzerindeki diğer tüm Doğu toplumlarının malları Trans-Asya demiryolu ile Türkiye üzerinden taşınıp Yavuz Sultan Selim Köprüsü üzerinden oluk oluk Avrupa’ya akacak. Taşıma maliyetleri ve taşıma süreleri en alt seviyeye inecek. Yük ve konteyner gemileri ile Avrupa limanlarına iki üç ayda ulaşan Uzakdoğu malları, sadece bir hafta içerisinde Avrupa’nın göbeğine taşınacak.

Büyük oranda tamamlanan koridorun, bütün halinde çalışır hale gelmesi durumunda Çin ile Türkiye arasındaki mal sevkiyat süresi 30 günden 10 güne düşecek. Yine Pekin'den deniz yolu ile 2 ayda teslim edilen ürünler, 2 haftadan kısa sürede İstanbul'da olacak. Karayolu mesafesinde de 3 bin kilometrelik azalma sağlanacak.

Marmaray, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Bakü-Tiflis-Kars ve Edirne demiryolu projeleri Modern İpek Yolu'nun orta koridorunu oluşturuyor.

Batılıların temel endişe ve korkusu işte bu projeden kaynaklanıyor. 1488 yılında Bartlemeo Dias’ın keşfettiği ve Doğu ülkelerinin fakirleşmesine yol açan Ümit Burnu artık önemini kaybetti. Çin’den çıkan mallar TRANS ASYA demiryolu hattı ile bir haftada AVRUPA’ya taşınacak.

Türkiye’nin inşa ettiği Petrol ve Doğalgaz boru hatları (TANAP, MAVİ AKIM, TÜRK AKIMI, NABUCCO, BAKÜ-CEYHAN TİFLİS Boru Hattı), Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Trans-Asya Demiryolu Hattı ve 3. Havalimanı gibi stratejik yatırımlar bize çağ atlattığı gibi çağın kendisini de değiştirecek.

Batılıların hiç ara vermeksizin akın akın Türkiye’ye saldırmasının nedeni işte yaşanan bu gelişmeler. Türkiye büyüyor, Türkiye kendilerine rakip olmaya başlıyor, Türkiye gerçekleştirdiği stratejik yatırımlarla Batı’nın altını oyuyor.

Türkiye Afrika’ya el atıyor, Türkiye Ortadoğu’da oyun kurucu durumuna dönüşüyor. Batılılar işte bunları hazmedemiyor.

Bugün Türkiye’nin tarihinde hiç olmadığı kadar istikrara ve güçlü bir yönetim yapısına ihtiyacı var. Aksi durumda param parça olacağız.

Oyun büyük! Oyun çok çok büyük! Oyun tahminlerimizin çok ötesinde!

İşte bu nedenlerle yeni Türkiye’nin kuruluşuna el birliği ile destek vermek zorundayız.

Uyuyan devin uyandığını, 100 yıldır uyuşturulan Türk halkının kendine geldiğini, adım adım tüm coğrafyada üstünlük kurmaya başladığının farkına vardılar.

IMF kapılarında para dilenen, Batılıların karşısında el pençe divan duran bir Türkiye artık yok. Ekonomik açıdan kimseye muhtaç olmayan, dev projeleri profesyonelce finanse edebilen güçlü bir Türkiye var.

Gezi Olaylarının çıkış sebebi IMF borçlarının sıfırlanmasıydı. Siyasi ve politik istikrasızlık yaratılarak faizler tırmandırılacak, para politikaları alt üst olacak, Türkiye tekrardan IMF’ye kurban edilecekti.

17/25 Aralık’ın Yargı ve Emniyet Darbesinin çıkış sebebi Hükümet’in düşürülmek istenmesiydi. İşin sonunda kendisinden her istenilen yapacak, Avrupalılara kafa tutmayacak, kamu şirketlerini üç kuruş beş paraya Batılılara peşkeş çekecek bir yönetim işbaşına getirilecekti.

15 Temmuz Darbesi’nin çıkış sebebi ise Türkiye’nin kontrol edilmesi, ele geçirilmesi, parçalanması, yeni uydu devletçiklerin kurulacağı yeni bir paylaşıma imkan tanımaktı.

Darbeci askerlerin köprünün Asya yakasından trafiği kesmelerinin nedeni ise sadece İstanbul’u kapsayan özerk bir DEVLET oluşumunu gerçekleştirmekti. Şundan son derece emin olun ki, eğer 15 Temmuz başarılı olsaydı AYASOFYA’dan ÇAN SESLERİ yükselecekti. Fatih’in 1453’de fethettiği bu mübarek şehir ki ben İSLAMIN SON KALESİ diyorum, 563 yıl sonra tekrardan Hıristiyanların eline geçecekti.

Bunları okuyunca insanın niçin EVET veya niçin HAYIR demesi gerektiği herhalde daha iyi anlaşılıyor.

Allah Türkiye’nin yolunu açık etsin…

Son Düzenlenme Salı, 04 Nisan 2017 12:33
M. Hakan Sağlam

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...