Perşembe, 03 Mart 2011 17:55

'Eşinin kıyafetini değiştir ve komutanlığa bildir

Emekli askeri hakim Yusuf Çağlayan'ın 28 Şubat'ın acı anılarını topladığı kitabı, 'Eşin başörtülü, o halde irticacısın... Yüzbaşı M.N.K'ya yapılan iritca testi... YÖK'e talimat: Bunlara görev vermeyin...' gibi sarsıcı bölümlerden oluşuyor. Çağlayan"Görev yaptığım süre boyunca ailemle adeta açık hava hapishanesindeydik" diyor

Ailemle açık hava hapishanesinde gibiydik

28 Şubat mağdurlarından askeri hakim Yusuf Çağlayan meslek yaşamının başından emekli edildiği 28 Şubat sürecine kadar yaşadıklarını Darbeci Kuşatma adlı kitapta topladı. Çağlayan, o dönemde yoğun baskılara maruz kaldığını anlatıyor: “Sağlık ve sosyal tesisleri bırakın, eşim lojmana bile zor giriyordu”

Esra Cengiz / Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Post-modern darbe’ kavramının hayatımıza girmesinin üzerinden 14 yıl geçti. 28 Şubat 1997’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından irticaya karşı başlatıldığı iddia edilen ordu ve bürokrasi merkezli bu sürecin aktör ve bileşenleriyle ilgili eksik noktalar hala mevcut. Ancak özellikle son dönemlerde geçmişte yapılan darbe ve darbe girişimlerini aydınlatmaya yönelik yayınların sayısında bir artış var. Nesil Yayınları’nın bu hafta raflarda yerini alacak Darbeci Kuşatma adlı kitabı da tam olarak 28 Şubat’ı merkezine alıyor. Çünkü kitabı kaleme alan isim bizzat dönemin mağdurlarından.

HİÇ PİŞMAN OLMADIM

kitap_darbe_kusatmasi_onAskeri hakim Yusuf Çağlayan’ın meslek yaşamının başından YAŞ kararlarıyla emekli edildiği o sürece kadar yaşadıklarını aktardığı Darbeci Kuşatma mağdurların dilinden anlatılmış anekdotlarla dolu. Bölüm başlıkları da kitabın tartışma yaratacağını gösterir nitelikte: Sarhoş Numarası Yapmak Zorunda Kalan Astsubay, “Eşin Başörtülü, O Halde İrticacısın!” Üsteğmen A.T.’ye Yapılan İkaz: “Eşinin Kıyafetini Değiştir ve Komutanlığa Bildir”, Yüzbaşı M.N.K.’ya Yapılan İrtica Testi, YÖK’e Talimat: “Bunlara Görev Vermeyin!”...

Kitabına geçmeden önce Çağlayan ile ilgili biraz bilgi verelim: 1957 Kırıkkale doğumlu. İlk ve orta tahsilini Kırıkkale’de yaptıktan sonra 1975’te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. 1983’ten, ordudan ihraç edildiği 1998’e çeşitli illerde askeri hakimlik yaptı.

Çağlayan, tüm bu süreçte kendi yaşadıklarının dışında, diğer rütbeli personelin başına gelen haksız uygulamaları da derleyerek bu kitabı oluşturdu ve bu yaşananları isimleriyle ve belgeleriyle muhafaza etti. Anlattıklarıyla ilgili olarak okuyucuya şu öneride bulunuyor: “Gerçek askerler ve sözde askerler arasında fark var. Hakiki orduyla darbeci zihniyetin mensupları aynı kefeye konmamalı.”

Bu ayrımı bugün bulunduğu noktaya dikkat çekerek şöyle özetliyor: “Askeri hakimlik sınavına girerken tereddütlerim mevcuttu ancak yedek subaylığımda ve öğrencilik döneminde tanıştığım askerler beni severek teşvik etmişlerdi. Bundan aldığım cesaretle müracaat ettim ve bu kararımdan hiç pişmen olmadım. Halen kendimi ordumuzun bir mensubu olarak görüyorum ve bundan büyük memnuniyet duyuyorum.”

Kitabı yazma gerekçesini ise şu sözlerle anlatıyor Çağlayan: “28 Şubat sürecinde kişisel olarak yaşadıklarımı ve bizzat tanık olduklarımı, bu olayların arkasındaki zihniyeti tarihe bir not olarak aksettirmeye çalıştım. Son dönemde Türkiye’deki demokratikleşme süreci ve vatanperver ordu ile darbeci zihniyet arasında ayrımın belirginleşmiş olması bu kitabı yazmamdaki en büyük etken.”

Eşim tesislere giremiyordu

PEKİ Yusuf Çağlayan orduda görev yaptığı dönemlerde neler yaşadı? İşte yanıtı: “28 Şubat sürecinde çok samimi olduğumuz arkadaşlarımız bile bizden uzak durmaya çalıştılar. Adeta irticanın orduya sızmış bir uzantısı olarak algılanmak beni çok üzmüştü. Halen de buna üzülüyorum. 28 Şubat’ın yoğun baskılarının olduğu dönemde bir inanan olarak üzerime farz olan Cuma namazlarına gidemedim. Kıbrıs’ta öğlen karargahta yemekler yeniyordu. Bu sebeple lojmanlara servis yoktu. Özel arabam da yoktu. Öğlen namazlarını kılabilmek için eve yürüyerek gidip geliyordum ve öğle yemeği yiyemiyordum. Özellikle orduevi, lokanta, kantin, manav ve askeri hastane gibi sosyal ve sağlık tesislerine eşim tesettürlü olduğu için giremiyordu. Lojmanlara giriş çıkışlarda da sıkıntılar yaşıyorduk. Görev yaptığım süre boyunca ailemle adeta açık hava hapishanesinde gibiydik.”

‘Neden yüzük takmıyorsun?’

YUSUF Çağlayan, kitabında o dönemde ordudaki diğer personelin yaşadıklarına da yer veriyor. İşte Darbeci Kuşatma’- dan bir bölüm: “Bir yüzbaşı arkadaşım vardı. Kendisinin yüzük takmadığını gören bir komutanı ‘Neden takmıyorsun?’ diye sormuş. O da cebinden çıkardığı eğri büğrü bir altın yüzüğü göstererek ‘Komutanım, alyansım deforme oldu. Fırsat bulup tamir de ettiremedim’ diye cevap vermiş. Bunun üzerine komutanı: ‘Ha tamam, ben de haram diye altın takmıyorsun sandım’ diyerek manidar bir karşılıkta bulunmuş.

Bana bunu anlatan yüzbaşı şu ilginç bilgiyi verdi: ‘Aslında altın yüzüğüm yoktu, eski birliğimde gümüş yüzük kullanıyordum. Ancak burada, son zamanlarda parmaklar dahi kontrol edilmeye başlanınca kendime bir altın yüzük aldım ve parmağa takılmayacak şekilde kendim deforme ederek cebime koydum. Soranlara ‘Tamir ettiremedim’ diyorum. Özellikle de sicil âmirlerimi bu konuda bilgilendi-riyorum ki sicilime ‘Altın yüzük kullanmaz’ yazılmasın.” Hatta cebinden çıkardığı o yüzüğü bana göstermişti.”

 

http://www.stargazete.com/pazar/ailemle-acik-hava-hapishanesinde-gibiydik-haber-333695.htm

Son Düzenlenme Pazartesi, 19 Mart 2012 15:47
Star Gazetesi

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...