Çarşamba, 19 Mart 2008 16:30

TEVHİDİN IŞIĞINDA (1)

TEVHİDİN IŞIĞINDA (1)

ALLAH (cc) İnsanı hayvan olarak yaratmadı. Bir Melek olarak ta yaratmadı. “Ben yeryüzünde bir halife (bana muhatap bir mahluk, adem) yaratacağım” 2/30 dedi ve hükmünü icraya memur, halife olarak yarattı. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (demişti de onlar) Evet (Rabbimizsin) şahit olduk demişlerdi. (Bu) kıyamet günü: Biz bundan habersizdik dememeniz içindir. Ya da: Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız. İşleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mı edeceksin? dememeniz içindir.” 7/172-173 hitabıyla halife konumundaki insanı muhatap aldığında, ahdine vefalılar yeryüzünde fitneden eser kalmayıncaya kadar tevhid dini olan İslam’ı hakim kılıp ve bu uğurda cihad edeceğiz diye sözünün eri olmaya çalışırken, Allah’ı (cc) rab olarak tanımayıp beşeri düşüncenin ürettiklerine kul köle olanlar ise Allah’a (cc) verdikleri sözden caymış ve ahde vefasızlık etmişlerdir.

Yeryüzüne O’nu bilmek ve O’na ibadet etmek gayesiyle gönderilen insanoğlu, hayatlarını daima iki saftan birinde bulunmak ve o saffa hizmet etmekle geçirmektedir. Tevhid saffı ve şirk saffı. “La ilahe illallah” kelime-i tayyibesi üzerinde anlamını bulan teslimiyet dini İslam; Dünya ile din işlerinin ayrılığını kabul etmeyerek uygulama alanı bakımından sistem ile toplumu, Cami ile sokağı, Okul ile fabrikayı tevhid eder yani bir tutar.

Tevhid: Allah’a (cc) imanın özü, zatında ve sıfatlarında ise Allah’ı (cc) birlemektir. Tevhid kavramını birleyen “Bir”e ibadet eden manasında anlayan kul; Camide Allah’a (cc), Okulda başkasına ibadet edemez. Tevhid: İbadette, boyun eğmede, kesin itaatte, ne yerde ve ne de gökte ortağı olmayan Allah’ı(cc) birlemektir. Çünkü; “Gökteki ilah da yerdeki ilah da O dur. O hakimdir. Her şeyi bilendir.” Bu bakımdan, İlah: yegane kanun koyucu, din ve düzen kurucu şeklinde anlaşılır. Tevhidi anlayış; Din ve Dünya işlerinde tüm yetkinin Allah’ta (cc) toplandığı, La İlahe demekle bütün sahte batıl put ve tağutları[1] reddedip İllallah demekle de bütün alemleri yoktan yaratan, kulların hayatını terbiye eden “Rab”manasına gelir ki; mülkünde ve adalet düzeninde asla şeriki[2] olamaz. Darlıkta, sevinçte, her zaman ve her yerde hiçbir aracıya ve hiçbir yere başvurmadan sadece Allah’a (cc) yalvarmanın adıdır tevhid.

Mesele; insan kendisini bulma konusunda cüretlendiği zaman Allah (cc) karşısında konumum ne.? Kendimi kul Allah’ı (cc) Rab olarak kabul ettim mi.? Sorularıyla muhatap olduğunda cevabını da kendisi vermelidir. O zaman kul gibi olmalıyım ve “el hükmü lillah” hüküm Allah’ın (cc) dır diyebilmeliyim. Allah (cc) insanlara Sırat-ı Müstakimin işaret taşlarını ve ana esaslarını Kur’an-ı kerim de “Ona iki yolu gösterdik” 90/10 ayeti ile apaçık bildirmiştir. Dolayısıyla insanlar; Allah’ın (cc) velayetini kabul edenlerle, kabul etmeyip şirk düzeninin velayetini kabul edenler, daha da açıkçası “Allah (cc) dünyayı yönetebilir mi? yönetemez mi?”  diye ikiye ayrılır. Mesele bu kadar basit. Esasında fırtınanın yakaladığı açık kapı da burasıdır.

Tevhidi anlayış; kalp içinde gizlenmiş, sınırı çizilmiş, vicdanlara sıkıştırılmış bir iman ile değil o imanın ortaya konulduğu uygulama alanında kendini belli eder. İmanın bedeni ameller üzerinde tesirini hissettirip aksiyon durumuna geçmesi yani “imanını açığa vurması” bir olan Allah’ın (cc) koymuş olduğu kanunları gereğidir. İnsana şah damarından daha yakın olan Allah (cc) sosyal, siyasi, hukuk, iktisadi gibi bütün alanlardaki hakimiyetinin varlığını kullarının yaşam tarzları üzerinde görmeyi emreder.

Kadir-i mutlak hakimiyetin; yerde, gökte ve yaratıcılıkta olduğunu söylemenin yanı sıra, ibadet edilecek tek “İlah” ve tek “rab” olduğunu ameli olarakta göstermek gerekir. Bu bakımdan İslam dininde İbadet; Dünya işlerinden ayrı tutulan bir ilaha değil, bilakis dirilten, öldüren, rızıklandırıp hayatları hayırlarla tanzim eden, zatıyla kaim, tek hakikat, tek bir yaratıcı ve tek bir mabud olan Allah’ın (cc) rızasına uygun hareket etmek manasında anlaşılır. Diz çökülecek, eğilinecek, tazim, hamd, dua ve secde edilecek yalınız ve yalınız ALLAH (cc) tır.

Tevhidin zıttı ise şirktir. Şirk: Allah’ın (cc) sıfatlarını başkalarında görmek, Allah’ı sever gibi başka yaratıklara sevgi beslemek, onlardan korkmak ve onları yüce sıfatlarla anmaktır. Kur’an-ı kerimde “Onların çoğu, Allah’a ortak koşmadan inanmazlar” Yusuf-106. Yani insanların çoğu Allah’a (cc) inanırlar. O’nu inkarda etmezler fakat; “O’nun uluhuyetlik sıfatlarını (zati ve subuti) ve mutlak hakimiyetini” şeyhinde, üstadında, efendisinde, türbesinde, çocuğunda, hocasında, kocasında ve hevasında görür, ilahlık vasıflarını bu gibi varlıklara vererek bilmeden onları ilah edinirler. Onlardan korkar ve onlara bağlanarak “itikat” ta da şirk içinde kalırlar.[3] Çoğu da şirk içinde olduklarının farkında bile değillerdir. Farkında olunmayan bu gizli şirkin tehlikesine Rasulullah (s.a.v) dikkat çekerek “karıncadan daha gizli bir şekilde insanlar arasında kımıldadığını” bildirmiş ve her türlü gizli şirkten de Allah’a (cc) sığınmıştır. Şirkin temelinde “Beşeriyete tapmak” yatmaktadır. İslam’ın dışında olan bütün sistemler şirk, dolayısıyla da tağuttur. Bütün gayri islami ideolojilerde tağut kendisine çağdaş köleler arar. Kölelerin beşeri heveslere tapınmaları devam ettirilmekle özgürlükleri yok edilir. Allah’ın (cc) birliğine inanacak, ardından da Peygamberin (s.a.v) vahiy esasları dahilinde öne sürdüğü “Tevhid Dini “ ne karşı çıkıp darbe ve tuzaklarla; yıldırma, mağlup etme, yok etme cüretini gösterenlerle “Bizde Müslüman’ız” dedikleri halde Peygamber’in (s.a.v) risalesinde uygulama alanı bulma yerine eleştirenler, engelleyenler, karşı çıkanlar, baş kaldıranlar da iman etmiş görünen müşriklerdir.

Tevhidi akideye bağlı olmayan[4] bir kul her ne kadar kurban derisiyle, zekat ve hac farizasıyla göstermelik bir tavır sergileyip sabahlara kadar namaz, hatme ve vird ile uğraşsa bile bilmeden “ameli şirk” içerisinde olduğundan ibadetinin makbuliyetinden de söz edilemez. Yani; ameli esaslardan birini veya bir kaçını askıda bırakan, zorunlu görmeyen veya zedeleyenlerle, İnancını uygulama alanına aktarmayan/aktaramayan “ekmek parası”, “buna mecburum”, “Gavurun ekmeğini yiyen, gavurun kılıcını çeker”, “Ne yapalım, viran olası hanede evlad-ü iyal var” diyerek müşriklerin emri altında onlara uyumda bir bahis görmeyen/göremeyen veya “laf olsun torba dolsun” kabilinden onların kuru kalabalıklarına iştirak edenlerde müşriklerdir. “Eğer onlara itaat ederseniz muhakkak müşrik olursunuz” 6/121. Allah’a (cc) inandıklarını sanarak dinin etkisini hayatlarına karıştırmayanlar, az karıştıranlar yada hayatlarından silmeye çalışanlarla, tevhidi bir anlayışın yansımasına dahi tahammül edemeyen, ürken, salya sümük köpüren ibadetinin temelini şirkle döşeyeceğinden binası da ufak bir sarsıntıda yerle yeksan olacak şirkin pisliğinden kurtulamayacaktır.

Münafıklara gelince; Allah (cc) bunların sıfatlarını Kur’an-da beyan ederek: “Sen o münafıkları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Sanki onlar giydirilmiş kütüklerdir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır. Onlardan sakın. Allah kahretsin onları. Haktan nasıl çevriliyorlar.” 63/4 ayeti ile tasdik ettiklerini dilleriyle söyledikleri halde, kalpleriyle inkar eden, böylece söyledikleri inançlarının aksi olan münafıkların bu tutum ve davranışlarıyla elbise giydirilmiş kütüklere veya duvara dayatılmış kerestelere benzetilmişlerdir. Kalıpları var fakat kalp ve idrakleri yoktur. İki yüzlülüklerinden dolayı çok korkaktırlar. Buna rağmen en tehlikeli düşman bilinmelidirler. Münafıklar kendilerini şanlı, şöhretli, seçilmiş, üstün, elit, Müslümanları da geri kalmış, basit, avanak insanlar olarak görürler. Zorda kaldıklarında ise Müslüman görünmekle oldukça maharetlidirler. İslam’ı içlerine sindiremediklerinden Allah’ın (cc) hükümleri yerine beşeri ideolojileri koyup bunlara uyar ve bunlarla hüküm verir sonrada “bizde iman ettik” diyerek Müslümanlardan görünürler. Şeytanlarıyla[5] baş başa kaldıklarında ise: “Sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalınız alay edicileriz” derler. Allah (cc): “İyi bilin ki, asıl onlar, sefih (aptal, budala, düşük akıllı) ların ta kendileridir. Fakat (bunu) bilmezler.” 2/13 ayeti ile münafıkların sıfatlarını beyan eder.

Son Düzenlenme Çarşamba, 30 Nisan 2008 12:12
Şahin Özdaş

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu kategoriden diğerleri: « ÜMİTVARIZ HAL »

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...