Çarşamba, 19 Mart 2008 16:36

YAŞZEDELERİN HATIRASINA; BİR HİKAYEMİZ VAR

YAŞ’ZEDELERİN HATIRASINA; BİR HİKAYEMİZ VAR

İHTİYAR TOPÇU

Bir zamanlar kalelerden bir kalede, bir kale dizdarı (komutanı) yaşarmış. Yaşarmış da, kimi zaman bu kaleye nasıl dizdar olduğuna kendisi de şaşarmış... Biraz hırslıymış, biraz toymuş. Kime kabarırsa öfkesi, tutup ensesinden kapıya koymuş..

Zaman zaman toplarmış adamlarını çevresine, sözde onlara danışırmış, her söyleneni yarı uykulu dinler, elbette kendi istediğini yaparmış. Kale bu... muhafızları da varmış, vekil harcı da... Ama, beğenmezmiş bir türlü dizdar... Onu, bunu çağırır; kimini tehdit eder, kimine bağırır, herkesi huzursuz edermiş.

Ayırmazmış soytarı ile sanatkârı. Sanatkâra soytarılık yaptırmak ister, yapamazsa huzurundan kovarmış... Durmadan emirler yağdırırmış sağa, sola... Tatmin olmazmış bir türlü benliği... İçten güler gibiymiş yüzü, ama yokmuş gerçekte içtenliği...

Günlerden bir gün bu dizdar, yanına alıp da sadık adamlarını, çıkmış kaleyi teftişe.. Onun işini sormuş, bunun gücünü sınamış... Kimine aferin demiş, kimini kınamış... Kale burçlarından birinde ihtiyar bir adam görmüş. Varıp gitmiş yanına. Bakmış ki, bu adamın haberi bile yok gelişinden. Öylece durup izlemiş. Ne yaptığını gözlemiş... İhtiyar adam, bu kalenin ezeli topçusuymuş... Bir yandan topu silip, yağlıyormuş, öte yandan barutu gülleye bağlıyormuş... Sürekli kendince uğraşıp, duruyormuş... “Bana bak ihtiyar” demiş dizdar. “Kimsin? Ne yapıyorsun öyle?” İhtiyar, fark edip dizdarı, saygıyla doğrulmuş yerinden... “Topçuyum efendim” demiş. “Yağlar, siler, temizlerim. Barut hazırlar, paçavralar toplarım. Daha uzağa nasıl atarım diye hesaplarım..”

Dizdar, bir adama bakmış, bir yanındakilere: “Yahu” demiş. “Bu adam burada zaman öldürür... Ne satranç oynar benimle, ne de soytarılık yapıp, beni güldürür. Eğlencede de hiç görmedim...” Yanındakiler riyayı şerbet edip dillerine: “Haklısınız efendim” demişler. “Top dediğin ne güne gerek? Harp yok, darp yok... Bayramdan bayrama, düğünden derneğe bir gülle sallayacak diye, bu ihtiyarı beslememiz gerekmez...”

Dizdar, başını sallamış. Öfkesi içinde kabarmış: “Beri bak ihtiyar” demiş. “Bundan özge sanatın var mı?... Çalıp, oynar mısın, türkü söyler misin, şarabın iyisinden anlar mısın, soytarılık yapıp da beni eğler misin? Yoksa tek bildiğin bu mudur?...”

İhtiyar topçu, boynunu bükmüş: “Budur beyim” demiş. “Bundan gayrı sanat bilmem. Lakin, iyi topçu olduğum söylenir. Bu kaleye bir ordu saldırsa, Allah’ın izniyle def ederim. Karlı dağın burcundaki karıncanın gözünü namluma hedef ederim... Attığım gülleler hedefini şaşırmaz. Herkes gülle atabilir ama bizim gibi dağ aşıramaz...”

Dizdar, öfkelenmiş bu söze: “Bırak” demiş. “Bırak boş sözleri ihtiyar!.. Bir savaşta, bir savunmada, ya da bir bayramda iki gülle sallayacaksın diye seni bu kalede besleyemem... Yürü, git kalemden!..”

İhtiyar topçu şaşırmış. Çok da üzülmüş elbette... “Beyim” demiş. “Ziyafetlerinde, içki alemlerinde, ben yokum. Eğlencelerinde de... Sen yokken de, biz topçuyduk. Topsuz kale mi olur?.. Ensene takılan çengel görme bizi. Eğlencene, işlerine engel görme bizi. Topumuzu siler, barutumuzu hazırlarız. Yeri geldiğinde de, iyi nişan alırız, bir Namazım, bir niyazım, bir barutum birde topum. Başka neyim var ki?.. Görenler Allah için söylesinler... Dizdar dediğin küçülmez, aklı ve ilmi büyük olur. Sanma ki bir topçu, bir kaleye yük olur...”

Gerisini dinlememiş dizdar. Bakmış yanındakilere. Onlar bu işe çok sevinmişler. Daha da öfkelenmiş dizdar. Çekip kılıcını, vurmuş topçunun kellesini... Şaklabanları bu vahşeti şak şaklarla alkışlamışlar...

Aradan bir zaman geçmiş... Bir ordu saldırmış kaleye... Ama ne top, ne de topçu varmış... Sonunda bulmuşlar paslanmış topu bir mahzende... Kim bakacak, kim tutacak? Kim dolduracak, kim atacak?..

“Bre aman” demiş dizdar. “Yok mu bu işten anlayan?..”

Aramışlar, taramışlar... Birkaç kişi getirmişler. Kimi doldurmuş, “pıst” diye önüne düşmüş gülle. Kimi kaldırmış, “bamm” diye dağılmış paçavra... Kimi, akşamdan kalma “kendine gelememiş.” Kimi bıkmış baskıdan, “Ben anlamam beyim” demiş...

Ve kale, bir hiç uğruna elden çıkmış... Sanatkârlar, galip gelene hizmet etmişler. Soytarılar için hiçbir şey değişmemiş. Dizdar mı? Kale düştükten sonra kimin umurunda dizdar?.. (1)

                                                                                                                  

 Şahin ÖZDAŞ

                                                                                         

 

 

(1) – Sadettin Kaplan, Papatya kız, Alioğlu Yayınevi. (Tarafımdan eklemeler yapılmıştır. Ş.Ö)      

Son Düzenlenme Çarşamba, 30 Nisan 2008 12:12
Şahin Özdaş

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

3 yorum

  • Yorum Linki Erdoğan Çavuşoğlu-Erciş Pazar, 12 Eylül 2010 19:36 yazan Erdoğan Çavuşoğlu-Erciş

    Her şeyin açık açık yazılamadığı ve anlatılamadığı toplumlarda, istenilen maksatlar ancak bazı hikayeler, darbı meseller, masallarla anlatılabilir. Hikayenizi çok beğendim.

    Raporla
  • Yorum Linki ^^zahide// Cumartesi, 18 Nisan 2009 04:49 yazan ^^zahide//

    güzel :-)

    Raporla
  • Yorum Linki mete Cuma, 23 Ocak 2009 01:22 yazan mete

    Harika bir hikaye...
    Teşekkürler Özdaş...

    Raporla

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...