Perşembe, 24 Mart 2011 11:55

ASDER'in Misyonu - Buruk Sevinç - Zıt Duygular

Büyük İslam Kahramanı Salahaddin-i Eyyubî hep hüzünlüdür o günlerde... O yiğit çehrede gün doğmamaktadır. Kendisine;  doğrudan değil de dolaylı yollarla güleç yüzlü olmanın, etrafa mütebessim bakmanın fazileti  hatırlatılarak onun da biraz gülmesini isterler. Bu talebe verilen cevap; büyük insan - büyük dava erliğinin de aynı zamanda bir çeşit göstergesidir. O devirlerde de, şimdiki gibi mukaddes şehir Kudüs işgal altındadır, Kudüs esaret altında ağlamaktadır.

- Kudüs şu haldeyken ben nasıl gülebilirim ki… ? Der asil ruh sahibi, şarkın medâr-ı iftiharı Salahaddin-i Eyyubî.

Gelelim günümüze.. Sene ikibinli yılların başıdır. 28 ŞUBAT ters yellerinin tüm yurtta bütün yeşillikleri yakıp kavurduğu kara günlerdir o günler. İslam’a, bin yıldır  büyük bir şerefle bayraktarlık yapmış olan şu necip milletin  İstiklal marşında;

‘ Şüheda toprağı sıksan şüheda’

yazmaktadır da, her gün ülkesinin yüzbinler minarelerinde ezanlar,  camilerinde Kur’anlar okunmaktadır da buna rağmen, okullarında, üniversitelerinde  İlahiyat Fakültelerinde başörtüsü yasağı vardır o günlerde. Başörtüsü yasağı tam olarak kalktı mı ki bu gün, diye sormayın sakın…

Düşünebiliyor musunuz, yüzyıllarca İslamın merkezi olan, her avuç toprağı şehid gazi kanıyla yoğrulmuş böyle bir memlekette başörtüsü yasağı vardır. Sadece başörtüsü yasağı mı ? O bir gösterge…Başörtüsünü yasaklayıp her türlü haramı serbest bırakan zihniyet, başka hangi kutsalları yok etmek istememiştir ki…? Cennete giden yolların üzerine, o yollar çirkin gösterilerek aşılmaz barikatlar kurulmuştur, Cehennem için şeytaniyet adına her türlü mel’anet planlanmıştır. O yol en cazip hale getirilmeye çalışılmıştır…Dert söyletir. Arife bir işaret yeter.

Nâzenin kız  öğrencilerimiz; başlarını açmamak, Rablerinin emri gereği tesettürlü şekilde ilim, irfan öğrenmek için, İstiklâl Harbi zamanındaki nineleri , anaları  gibi, Kahramanmaraş’ta vatanımızı, mukaddesatımızı işgal eden Fransız gâvurunun askerinin çarşafına el uzattığında namusunu korumak için direndiği gibi bu zulme o günlerde direnmektedirler.

İşte o zamanlarda ASDER’imiz ( Adaleti Savunanlar Derneği), adı bile ne kadar önemli mesajlar veriyor anlayana, yirmiye yakın üyesiyle birlikte bu ulvî ve mukaddes ruhu desteklemek , Marmara İlahiyat Fakültesindeki şanlı savunmaya kuvvet vermek için oradadır. Allah’a hadsiz şükürler olsun orada ben de bulunmuştum.

Tesettürleriyle ve  gülistanı andıran halleriyle aynı zamanda , fırtınada dalgalanan çiçekler gibi 28 ŞUBAT kasırgasında dalgalan bir avuç bu yavrularımıza,,  kırmızı güller uzatarak, gösterdikleri şerefli duruşun arkasında, ASDER olarak bizlerin de bulunduğunu, bütün gücümüzle kendilerini desteklediğimizi  iletmiş, Prof. Nevzat TARHAN Hocamız da, yasal çerçeve içinde mücadele ederek haklı davalarından taviz vermemeleri hususunda öğütlerde bulunmuş,  bizi engellemeye çalışan emniyet mensuplarının tüm engelleme çabalarına rağmen, basın bildirimizi de Adnan Paşamız okumuştu. Bu arada görevlilerle aramızda da sözlü münakaşalar olmuştu.

O dönemdeki Üsküdar Emniyet Müdürünün, bizi öğrencilerle konuşmaktan men etmek isterken Adnan Paşamızın  ‘emekli general’ olduğunu öğrendiğindeki hayretini, şaşkınlığını, şapşallığını hiç unutamam.

- Siz ! Siz generalsiniz haa..! Nasıl olur…Nasıl olur… ? Hem de sakallısınız…

O vakit batılılaşmayla birlikte insanlarımızın ruhlardaki özüne yabancılaşma ve asimilasyonu daha derinden binler esefle hissederek;

- O Zât-ı Muhterem, bildiğin darbeci generallerden değildir… Hakiki paşadır  paşa… Hani varya, ecdadın Tiryakî Hasan Paşa, Barbaros Hayrettin Paşa, Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa gibi paşa…İstiklal Savaşında Birinci Ordu Komutanı olan sakallı Nurettin Paşa gibi paşa ! Demek isterdim, maatessüf o zaman söyleyemedim ancak şimdi söylüyorum.

Aradan birkaç gün geçmişti ki eve bir posta geldi ÜSKÜDAR Savcılığından hakkımızda dava açılmış ve karakola ifade vermem için çağrılyordum. Suçum, ASDER yöneticilerinden olarak, Marmara İlahiyat Fakültesindeki başörtü eylemine destek vermek.

Davete kahrımdan yüreğimin yağı eriyerek icabet ettim. Karakolda tüm hissiyatımla perdesiz bir şekilde görevlilere söylenmesi lazım olanları söyledim.

İfademi verip de eve dönerken, ayrıca daha sonra bu cürmümüzden dolayı diğer ASDER üyesi arkadaşlarla birlikte ilk defa sanık olarak çıktığımız mahkeme sonucu aldığımız berâet sonunda yalnız kaldığımda; iç alemimde, Japonya’da bu günlerde meydana gelen  8.9 şiddetindeki deprem sonucu oluşan tsunami dalga ve kasırgalarından çok daha büyüğünü iç alemimde yaşadım. Hakkı savunanlar safımda olduğuma mı sevineyim, memleketimde en tabii hakkımız olan imanımız ve amelimizden  ötürü parya muamelesi görerek düştüğümüz bu hale mi yanayım, kahredeyim…Say sayabilirsen alemimdeki dev tsunami dalgalarını…

Bilenler iyi bilir… İstanbul feth edilene kadar Türklerin kızıl elması ‘AYASOFYA’dır. Yani şu necip milletin, yüzlerce yıl bir hedef ufkudur Ayasofya. Fethin sembolü olan bu ulu camii şimdi ne haldedir? Fethin sembolü olan koskoca Allah’ın mabedinin müzeye çevrilmesi ne anlama gelmektedir..? İnsaf ehli olanlar; dilleriyle değil, göz ve gönül çağlayanları ile içleri kanayarak ancak size bunun cevabını verebilirler.

İşte bu Ayasofya Camiinde bir zaman, görevliden gizlenerek bir köşede iki rekat namaz kılmıştım. Namaz sonraki sevincimi kelimelerle değil, göz yaşlarımla ancak ifade edebilirim. Sonra …sonra.. nasıl yandığımı kavrulduğumu da ifadede göz yaşlarım bile yetersiz  kalır.

Düşünebiliyor musunuz, şimdi müze olan ( bu hal hiç akıldan çıkarılmamalıdır)  ‘Ayasofya Camii’nde’ görevliden gizli - saklı olarak namaz kıldığıma çılgınlar gibi seviniyorum. Bu duygu ve his kasırgalarını, henüz TSK’dan ihraç edilmeden kışlada gizli saklı yerlerde namaz kılarkende aynen hissederdim. Gizli gizli ağlardım kuytu yerlerde.. İçime kan gibi akıttığım - döktüğüm göz yaşlarımı kimseye göstermek istemezdim. Rabbimden başka. Şehit ve gazilerimizi düşünerek Necip Türk milletinin bir ferdi olarak kahrederdim zalimlere…

Ne demişti Hz.Peygamberimiz S.A.V.;

- Kostantiniyye ( İSTANBUL ) Mutlaka  Fethedilecektir.Onu Fetheden Kumandan Ne İyi  Kumandan, Onu Fetheden Asker Ne İyi Askerdir.

Oğlumun adını Mehmet Fatih koydum bunun için. Öylede yetiştirmeyi mukaddes bir vazife biliyorum. Olur ya…Allah’ımız her zaman rahimdir, kerimdir. Herşeyi hakkıyla , görendir bilendir, herşeyi yapmaya kâdirdir.

Yüce Mevlamız; Rahmetiyle , keremiyle, mukaddes yolunda milyonlar şehid ve gazi vermiş olan bu necip millete, tekrar öyle şerefli, Peygamber medhine lâyık Fatihler, askerler, ordular nasip eder, eder de, şu feleğin terse dönen çarkını doğru yöne, olması gereken yere gene çevirirler. Bugün dünyada insanlığın çok muhtaç olduğu sulh-ü umumiye vesile olurlar. Neslimizden de o bahtiyarlar kervanına dahil olacak nice yiğitler, kahramanlar çıkar inşallah.

Hususi duamdır. Doslarda bu duama amin derlerse beni mesrûr etmiş olurlar. Allah’ım bana da, Ulubatlı Hasan gibi İman –Kur’an hizmetinde burçlara bayrak dikerken lütfundan şehitlik nasip eder inşallah. Amin..

Buraya kadar anlatmak istediklerim aşağıda anlatmak istediklerime bir girizgâh idi. Sadede geliyorum.

YAŞ. mağdurları için kabul edilen mâlum yasa ( bütün eksikliklerine rağmen), mecliste kabul edildiğinde de, yukarıda ifade etmeğe çalıştığım aynı buruk, karışık duyguları ve sevinçleri aynen  yaşadım. Ancak şunu bütün samimiyetimle ifade etmeye çalışayım ki, benim sevincim fani şeylere değildi. Ne makam, ne rütbe, ne de iade-i itibar. Biliyorum ki, bütün ruhumla iman ediyorum ki, ‘asıl itibar’ Allah katındandır, asıl hayat ahiret hayatıdır ve hepimiz istinasız oraya gidiyoruz. Yalnız orada herkes hakkını tam olarak, itminan olmuş olarak alacaktır. Beni asıl sevindiren, Hak tarafında ve diğer o güzel arkadaşlarım, büyüklerim gibi hakkı savunanlardan olmamdı.

Rabbim; cümlemize, ömrümüzün sonuna kadar da, Hakk’a hakkıyla itaat ederek hakkı ve adaleti savunanlardan ve bunda da muvaffak olanlardan eylesin. Amin. Bu ihsanın hazzı , tadı ve şerefi, kelam ve kalemlerle ifade edilemez.

Âdil olmak, adaleti savunmak ne yüce bir şeydir. Zalim olmak ve zalimlerin safında olarak zulmetmek, ne kötü şeydir. Mevlam bu hallere düşmekten cümlemizi muhafaza eylesin. Amin.

1998 yılının Haziran ayı Yüksek Askeri Şurası sonucu inançlarıma ‘disiplinsizlik’ adı verilerek  EMİRDAĞ / AFYON’daki görev yerimden binbaşı rütbesinden ‘er’ olarak TSK’dan ihraç edildiğimde, kışladan silah arkadaşlarımın  özellikle de  mehmetçiklerin gözyaşlarıyla, ağlamaktan ve bir türlü anlam verip de içlerine sindiremedikleri bu durumdan dolayı kanlanmış gözleriyle melûl melûl bakışlarıyla kışladan uğurlandığımda da bu çatışan duygular içerisindeydim.  Zannederim benim durumumdaki arkadaşlarımın çoğu da buna benzer hisler, duygular yaşamıştır.

Söz konusu yasanın hayata geçmesinde, taa başından itibaren bu güne gelene kadar emeği geçenlerden Rabbim binler defa razı olsun. Amin.. Bu atılan adımın önemine bütün arkadaşlarımızın müdrik olmasını doğrusu çok arzu ederim.

Şu an görev yaptığım  vakfımızın başkanının  örnek aldığım güzel bir sözü var. Konumuzla yakından alakadar olduğu için paylaşmak istiyorum. Vakıf  Başkanımız  vakfımızda yapılan işleri tetkik ettikten sonra çoğu zaman;

- ‘Arkadaşlar, hepinizden Allah razı olsun. Güzel şeyler yapılmış, yapılıyor. Geriye baktığımızda, çıkış noktamıza nazaran çok güzel şeyler yapılmış anlaşılıyor seviniyoruz, ileriye - hedeflerimize baktığımızda da, daha yapacak çok işimizin olduğunun farkına varıyor gayrete geliyoruz. Gayret bizden muvaffakiyet Allah’tandır,der.’ Bu bakış açısıda biz vakıf çalışanlarında her zaman pozitif etki yapar.

Ben bu hikmetli düstûru  özellikle ASDER’imiz için de söylüyorum. Kuruluşumuzdan bu güne baktığımızda; hiç hafife, basite alınmayacak güzel şeyleri hep birlikte tüm olumsuzluklara rağmen karınca kararınca yapmışız, yapmaya çalışıyoruz. Allah’a hadsiz şükürler olsun. Ancak önümüzdeki  yapılması  lazım olan adalet ve hak adına yapılması gereken acil işlere, ulaşılması gereken hedeflere baktığımızda da yutkunuyoruz. Düşman elindeki Kudüse bakan Selahattin Eyyûbi gibi, İstanbul’u fethetmek için sabırsızlanan genç Fatih gibi , İstanbul burçlarına sancağı dikmek için sabırsızlanan Ulubatlı Hasan gibi oluyoruz.

Peygamber Ocağı denilen ve ecdadımızın  Muhammedî SAS ruhlu olsun diye askerine küçük Muhammed manasında ‘ Mehmetçik’ dediği ve bin sene Allah’ın ismini yüceltmek,  insanlık için şefkat ve merhamet dini olan İslam’ı Allah’ın kullarına ulaştırmak için serhadden serhade koşturan şehit ve gazi ecdadımızın ruhunu, Çanakkale , İstiklal Harbi, Malazgirt Zaferi ruhunu, ruhumuzda hissederek duyarak, yaşayarak bu gün, bu peygamber ocağında yaşananları, yaşadıklarımızı hatırlıyor; taarruz hattında ‘Allah’ ‘Allah’ diyerek taarruz eden şanlı - şerefli askerlerimiz gibi bütün karanlıklara bütün gücümüzle hücum ederek, tüm ruh ve kalbimizle  ‘ALLAAAAH’ diyoruz..

Herşeye rağmen, her zaman olduğu gibi yine Cenab-ı Hakka yönelerek, O’na tevekkül ederek bu âli hedeflere doğru koşturmağa yeni bir şevkle azmediyoruz.

Bu necip milletin kahraman ordusu; tekrar Allah yolunda Peygamber medhine mazhar olursa; yani insanlık yararına, çok daha büyük ve yeni maddi ve manevi fetihler yaparak;  ne güzel komutan, ne güzel asker, ne güzel ordu  iltifatına layık ve nail olursa, bizler de çoluk çocuklarımızla bu askerlerden olursak , işte gerçek bayram ve zaferimiz bu olur.  Rabbim en kısa zamanda ve  en güzel şekilde bu  saadeti nasip etsin. Amin.

Hem işte herkes dünyanın perişan halini görüyor, İslam alemindeki kaosu endişeyle izliyoruz. Masum ve mazlum müslümanların ümit kapısı , insanlığın sahil-i selamete  çıkış yolu burası değil mi ? Bayrak düştüğü yerden kalkarmış.

‘ Rahmet-i İlahiyeden ümit kesilmez. Çünkü:Cenab- Hak, bin seneden beri Kur’anın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemâatını, muvakkat ârızalarla İNŞÂLLAH perişan etmez.Yine o nûru ışklandırır ve vazifesini idâme ettirir…’

MEKTUBAT

BÜLBÜL GÜLÜ BEKLER

Her güzellik, safha safha...

Doğumlar da... ölümler de..

Herşey sabırla... sebatla...

Zaferler de... düğünlerde...

Her güzellik perde perde...

İnişlerde... çıkışlarda...

Bahar gelir nazlı nazlı...

Gül açar nazlı niyazlı...

Bülbül, gülşenini bekler,

Gözü yaşlı, gönlü yaslı...


YÜRÜYÜN YİĞİTLER

Yürüyün yiğitler; erlik vaktidir şimdi,

Zaferler bizimledir, gerçekler bilindi.

Tahkiki iman, elmas kılıncımızdır,

Ellerde Kur’an doğruluk bürhanımızdır.


Umutlarımız dalga dalga yayılıyor

Muştulu haberler âfâka dağılıyor

Bahçemizde neş’e, çiçekler açtı renk renk

Bülbüller öter, alemde tatlı bir ahenk.


Kudsî adımlar  hissederiz yolumuzda

Tarifsiz şevk doğar, canlanan ruhumuzda

Gözler; çakmak çakmak, karanlıkları deler

Gönül bir  hoş olmuş, vuslat  hasreti çeker


Kutsal cihadımız, her türlü küfürledir

HAKK’a koşarız, Yüce Allah bizimledir

Gün ışıkları.... karanlık aydınlanıyor

Karanlık ruhlular dehşete kapılıyor


Özümüz nur, sözümüz nur, yolumuz nurdur...

Muhabbet fedaisiyiz; gönlümüz pür nur

Par par parlıyor gönüller Hak ateşiyle

Mest olmuş yiğitler sonsuzluk bestesiyle


Nice  zaferlere koşarız heyecanla

Damarlarımızda coşan taptaze kanla

Ey şanlı mazi ! Ey zulmetlerde kalmış hal!

Devran dönüyor, bizimdir nurlu istikbâl...


Son Düzenlenme Salı, 29 Mart 2011 11:51
İbrahim Töre

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

1 yorum

  • Yorum Linki Fatma Nazan Guc Cuma, 25 Mart 2011 08:22 yazan Fatma Nazan Guc

    Allah razı olsun. Bütün dualarımız için aminnn.

    Raporla

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...