Pazartesi, 25 Şubat 2013 11:59

TERÖR NEREDEN BESLENİYOR?

TERÖR NEREDEN BESLENİYOR?

17 ŞUBAT 2013 tarihli ZAMAN gazetesinde manşetten verilen bir haber vardı. Her halinden Anadolu insanı olduğu belli olan bir baba feryat ediyordu. Polis tarafından muhtemel canlı bomba olarak aranan DHKP-C üyesi Bulut Y.’nin babası Şinası Y. idi feryat eden. Kayıp olan oğluna haber gönderiyordu. ‘Her insanın yaşama hakkı vardır. Eğer bunu yapacaksan önce benim, sonra da annenin başına sık’ diyordu.  1 ŞUBAT 2013 tarihinde de ABD Ankara Büyükelçiliğinde başka bir DHKP-C üyesi intihar bombacısının yapmış olduğu eylemde (Ecevit ŞANLI)  1 ölü iki yaralımız vardı. Gene babası feryat ediyordu. “Kendisini de bizi de ateşe attı. Devlete karşı boynum bükük” diyordu ki zaten hali de bunu yansıtıyordu.

Yıllar önce gazetede okumuştum. Doğrusu çok da şaşırmış ve üzülmüştüm. 1972 yılında Deniz GEZMİŞ ve Hüseyin İNAN ile beraber idam edilen Yozgat’lı Yusuf ASLAN’ın babasının bir haberi vardı. 1947 doğumlu oğlunun 1966 yılında ODTÜ’ye girdiğinde beş vakit namaz kıldığından ve ne oldu ise üniversitede bu hale geldiğinden bahsediyordu. Adeta devlete ‘bu hale siz getirdiniz, suçlu da sizsiniz’ diyordu.

Geçenlerde gene gazetelerde bir haber vardı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Ankara'daki lise yıllarında Abdullah Öcalan'ın eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz'la birlikte Maltepe Camii'ne namaz kılmaya gittiğini anlatıyordu. Kardeşi Mehmet ÖCALAN da abisinin ilkokul yıllarından itibaren beş vakit namaz kıldığından bahsediyordu ve ailesinin zaten oldukça dindar bir yapıdan geldiğini ifade ediyordu. O da 1971 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kayıt yaptırmıştı ve yine bu yıllarda Marksist-Leninist görüşlü THKP/C örgütü ile ilgileniyordu.

Ne oluyordu da bu vatan gençleri elimizden kayıyor ve vatana muzır hale geliyorlardı?

Said Nursi (RA) Risale-i- Nurun birçok yerinde defaatle asayişi muhafazanın öneminden bahseder.

“Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acip zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lâzım ve zaruridir: Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kudsî bir surette tesbit ve tahkim ederek, âsâyişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise, bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur'un, yüz bin adamı vatan ve millete zararsız birer uzv-u nâfi haline getirmesidir. Isparta ve Kastamonu vilayetleri buna şahittir. Demek Risale-i Nur'un, ekseriyet-i mutlaka eczalarına ilişenler herhalde bilerek veya bilmeyerek anarşilik hesabına vatana ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ederler.”

Gene başka bir bölümde;

“Halbuki din terbiyesi olmasa, Müslümanlarda istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlakadan başka çare olamaz. Çünkü, nasıl bir Müslüman, şimdiye kadar hakikî Yahudi ve Nasranî olmaz, belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de, bir Müslüman bolşevik olamaz. Belki anarşist olur, daha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez. Biz Nur talebeleri hem idareye, hem âsâyişe, hem vatan ve milletin saadetine çalışıyoruz. Karşımızdaki dinsiz anarşist ve millet ve vatan düşmanlarıdır. Hükûmet için bize ilişmek değil, tam himaye ve yardım etmek elzemdir.”

“Ve Meyve Risalesinin hatime bölümünde ciddi bir ikazda bulunur ve yaptığı cifir hesabında 1971 yılına dikkat çeker;

“Eğer beraber olsa, Miladi 1971 olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbette tokatları dehşetli olacak.” (Şualar, On Birinci Şua, s. 421-422)”

Ve maalesef o tokatlar gerçekten şiddetli oldu. Din terbiyesi almayan vatan gençleri anarşi tuzağından kurtulamadılar. O tarihlerde yapılan ikazlar eğer dikkate alınsa idi (ki anarşilik kavramı yukarıdaki satırların yazıldığı tarihlerde bizlere o kadar uzak idi ki) bunları Allahu Alem yaşamayacaktık. 1970’li yıllar gerçekten bu vatan gençlerinin yoğun ideolojik ayrım yaşadığı çok kötü bir dönemdi.

Gene Said Nursi (RA)’nin başka bir hatırası var. Diyor ki;

“Ben Van'da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: "Türkler İslâmiyet’e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?" dedim.

Dedi: "Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar."

Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul'da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülâmel ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: "Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türk’e tercih ediyorum."

Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur.”

 

Bu satırların yazıldığı tarihler henüz cumhuriyet dönemi öncesine ait. Bizler biliyoruz ki Osmanlı’nın son devirlerinde maalesef batı hayranlığı içimizde hayat buldu, Tanzimat ile beraber bazı batıl inanç ve itikatlar bizi biz yapan değerlerin yerini aldı, özellikle ırkçılık İttihat ve Terakki ile beraber içimize adeta bir ok gibi saplandı.

Bugün terörün engellenmesine yönelik bazı müzakereler yapılıyor, görüşmeler devam ediyor. Elbette akan kanın durması için elimizden gelen ne varsa esirgenmemelidir. Şu anda yangın bacayı sarmıştır ve bu durumda yapılacak ilk iş yangının söndürülmesidir. Bunu anlıyoruz. Ancak yangın kontrol altına alındığında yukarda izah etmeye çalıştığım hususlar eğer göz önüne alınmaz ise tehlike maalesef artarak devam edecektir. Biz bugün eli silahlı örgütün başını muhatap olarak kabul ediyoruz ama hala bölgenin bazı kanaat önderlerini kendimize muhatap görmedik. Aslında gerçek muhataplarımız onlardı. Onları yıllarca küstürdük. Hatta takip ettik, potansiyel tehlike gördük. Kendileri teröre yıllarca karşı durdukları halde ne devlete yarandılar, ne de terör örgütüne. Bugün bölgede hala etkin olarak bulunan bu Allah dostu insanların sadece varlığı sebebi ile terörün hayat bulamadığı bazı illeri biliyorum. Hatta üç ay kadar önce bir iş münasebeti sebebi ile bir doğu ilinde idim.  Bölgede çok hürmet edilen ve asayişin temini için adeta kale gibi duran bir zat ile alakalı olarak acaba garnizon Komutanı kendilerini ziyaret ettiler mi diye sordum. Maalesef cevabını aldım ve üzüldüm. Biliyordum ki bu zat o bölgede yıllardır terör örgütüne karşı adeta bir dağ misali duruyordu. Halk da kendisini çok sevdiği için terör örgütü bir şey yapamıyordu. Kendi kendime yazık dedim ve sordum. Yarabbi bizler bu insanların değerini ne zaman anlayacağız? Ne kadar pahalı fatura ödüyoruz? Neden bu kadar ferasetten uzağız?

 Ama kader maalesef bu insanları muhatap almadığımız sürece bizleri başkaları ile muhatap almaya zorluyor. Elbette Sayın Başbakanımızın “ümitliyiz ama aynı zamanda ihtiyatlıyız” demesini çok iyi anlıyorum. Güvenemiyor ve haklı olarak güvenemez. İman ve itikadı bozulan insanlarla ortak bir şeyleri konuşmak çok zor. Özellikle son zamanlarda bölgeden bir kısım dindar Kürt kardeşlerimizden bazı kötü haberler geliyor. Çocuklarımıza sahip olamıyoruz diyorlar.  Maalesef son yıllarda bölge halkının dinden uzak kalan bir kısım vatan gençleri önümüzdeki en büyük tehlike olarak duruyor. Bölge halkının karakteristik özelliği olan dindarlık hızla kayboluyor.  Tehlikenin bir şekilde farkına varıldığını da sevinerek görüyoruz. Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Prof. Görmez’in;

Terör olaylarının analizinde bölgedeki dini eğitimin yetersizliği hiç ele alınmadı. Dini kimlik adım adım zayıflatıldı. Oysa Doğu ve Güneydoğu’da bizi kardeş yapan yegâne unsur İslam.”

demesini geç de olsa önemli bir adım olarak değerlendiriyoruz ve bu söylemlerin derhal hayata geçmesini bekliyoruz. Bir milleti millet yapan üç temel öğe vardır. Dil-din ve vatan birliği. Üçü de varsa kuvvetli bir millet olur.  Hatta ikisi de olsa bir millet şuuru ile hareket edilebilir. Ama din birliği zayıflarsa vatan birliği de kalmaz ve bir arada yaşayabilmenin şartları çok zorlaşır.

Özellikle eğitim sistemimizin materyalist felsefeden arındırılarak yeniden gözden geçirilmesinin ve bizi nurlu ufuklara götürecek, dünyaya adaleti getirecek bir mefkûre etrafında yeniden şekillenmesinin çok önemli olduğunu, bu konuda öncelikle MEB’lığına, öğretmenlerimize ve ailelere çok önemli görevler düştüğünü ifade etmek isterim. Aksi halde sistem tahsilli ama anarşist ruhlu bireyler üretmeye devam eder. Yoksa mesele 4+4+4 mü olsun davası değil, bir zihniyetin değişmesi meselesidir. Sistemler bir yere kadar fayda getirir. Zaten sistem de maalesef yap-boz tahtasına çevrilmiştir ve gene maalesef Milli Eğitim politikası en başarısız olduğumuz konuların başında gelmektedir.

Bugün az-çok her aile bu durumdan rahatsızdır ve evlatlarımız ateş içindedir. Yoksa terör sadece dağlarımızı, şehirlerimizi değil, evlerimizi de esir alıyor. Anne babasına asi, kanun kural tanımaz, mefkûresiz, gayesiz, helal-haram bilmez, saygı-sevgi-hürmet-merhamet-ahlak-sorumluluk duygularından yoksun sanal dünyanın esiri olmuş gençlik de başka bir tür anarşi tehlikesinin pençesindedir.

Terörün parasal kaynaklarını kurutalım, evet. Müzakereye devam edelim, evet. Ama işe bizzat kendi tarihimizle, dinimizle, unuttuğumuz örf adet ve geleneklerimiz ile başlamamız gerektiğini düşünüyorum. Eğer bu değerlerimiz ile barışamazsak, anlaşamazsak en büyük çimentomuz olan dinimizin prensiplerini kalplere nakş edemezsek maalesef sadece sivrisinekler ile mücadele etmiş oluruz. Çünkü yukarda da izah etmeye çalıştım. Bir Müslüman dinden çıkarsa artık hiçbir kural tanımaz. Adeta insan bozması bir canavar olur. Toplum hayatını zehirler. Mürtedin hayat hakkı olmaması da zaten bu sebepledir.

Bugün hala kamuda başörtü ile çalışıla bilinir mi? Bunun mücadelesini yapıyoruz. En fazlası bir saat süren iç hat hava yolculuğunda içki ikramı niçin yok bunu sorguluyoruz. (O hava yolları ki bugün dünya hava liginde zirveye oynuyor). Hala başında örtü var diye orduevi kapısından dönen hanım efendinin haberlerini duyuyoruz. Yazık ki çok yazık…

Daha önce arz ettiğim fikrimi tekrar açıklamak istiyorum.

Diyarbakır Ulu Camiinde Sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Genel Kurmay Başkanımız, Bölgenin kanaat ve STK önderleri omuz omuza Cuma namazı kılsınlar, sonrasında da bunun altını dolduracak adımları atsınlar, ilköğretimden itibaren de Kur’an ve hadis dersleri mecbur tutulsun, İslam ahlakının tüm güzellikleri idealist öğretmenlerce körpe beyinlere nakşedilsin, terör fitnesi bir daha dönmemek üzere bu toprakları terk edecektir.

 

Son Düzenlenme Pazartesi, 25 Şubat 2013 12:03
Ekrem Ata

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...