Perşembe, 21 Mart 2013 10:27

BÜYÜK UZLAŞMA

28 ŞUBAT - BÜYÜK UZLAŞMA – İSLAM BİRLİĞİ - NİZÂM-I ÂLEM

 

 

Merhum Tacettin DURMUŞ Hocaefendi ile 80’li yıllarda, yüzyüze Bekirpaşa Camiindeki o manevi atmosferi yüksek mütevazi odasında sohbet ederken;

-         Kardeşim; Hizmet-i imaniye ve Kur’âniye’nin en mühim sac ayaklarından birisi, zamanı, Kur’ana göre doğru okuyabilmektir.Diğer bir doğru da, doğru okunan zamana göre , Kur’an eczanesinden dosdoğru alınan ilaçları insanlığa,  peygamberî tarzda sunmaktır., O’na S.A.S tam ittiba ederek çalışmaktır, mealinde dersler vermişti.

Merhum M.Akif’de;

‘Doğrudan doğruya Kur’an’dan alarak ilhâmı

Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâmı’ der. Rabbim cümlesinden razı olsun. Amin.

 

Böyle bir İlâhi ölçüyle; Kur’an ve sünnet perspektifinde,  bu günkü insanlık olarak geldiğimiz noktadan, hem ülkemize, hem  İslam dünyasına, hem de tüm dünyaya baktığımızda görünen o ki; insanlık da, müslümanlar da, çok zor bir dönem geçiriyor ve  hâl- i âlem, hiç de iç açıcı değil. Ancak ümitvârız…Ümitvâr olmak için de elimizde ve önümüzde çok şey var.Başta imanımız.

 

Bu günkü dünyada; ‘hakkı tutup kaldırma’ mecburiyeti olan bizlere düşen; bu çok önemli insanî sahalarda,  yarın hesap gününde, hesaba çekileceğimiz çok ciddi sorumluluklarımız var, hem insanlığa hem Müslümanlığa karşı…!

 

Yeni çözümler, yeni pratikler geliştirmek zorundayız. Kararan  dünyamıza ışıklar olmalıyız. Köreltilen insanlığımızı, Rabbimizin yardımıyla canlandırmalıyız. Bu sadece bir vazife değil, aynı zamanda Müslümanlar olarak varlık sebebimizdir.

Dünyaya ilk ayak basan ilk insan; ilk Peygamber Hz.Adem’den A.S., bu güne kadar yedibin yıllık bir sürenin geçtiği tahmin ediliyor.Daha fazlada olabilir. Konunun uzmanları böyle söylüyorlar. Peki, insanlık bu kadar uzun sürede, bu kadar başından geçenlerle, bütün yaşadıklarıyla, bu gün ve yarın kendisine ciddi bir hayrı dokunacak dersler aldı mı ? Almakta mıdır ? Alacak gibi görünmekte midir? Bu can alıcı; can yakıcı, çok su götürücü, soruların cevapları beni aşmaktadır. Bu nedenle de, cevapları sizin yüksek anlayışınıza havale ediyorum.

 

Çoğumuz; maalesef bugünün   dünya treninin lokomotifi durumunda olan Avrupa’yı daha doğrusu batıyı ve onun karanlık tarihini az çok biliriz. O tarih, bizim gençlik dönemlerimizde çok detaylı şekilde ortaokul ve liselerde bizlere öğretilirdi. Şimdi öğretiliyor mu, doğrusu bilmiyorum. Ancak meraklılar için, bu günkü dünyada öğrenmenin çok kolay olduğunu herkes biliyor.

Avrupa tarihini kısaca ifade edecek olursak, toplumda genel olarak bilinenin tersine, çok çook karanlıktır. İnsanlık için yüz karası neler neler vardır o menhûs geçmişlerinde. Yüzlerce yıl birbirlerini insafsızcasına yemişlerdir. Hem de nasıl alçakcasına...! Asıl konumuz bu değil. Bu yüzden de ayrıntıya girmeyeceğim. Batı, yakın tarihimizde putlaştırıldığı için istemeyerek temas ettim.

 

Çalıştığım işin gereği;  son yıllarda, Avrupa’ya da, diğer İslam ülkelerine de bir çok defalar gittim, kendi çapımda araştırmalar yaptım. Gittiğim her ülkeyi ve toplumlarını yakından tanımağa çalıştım. Oralarda yıllarca yaşamış olanlardan da, bilgi ve görgüsüne itimat ettiğim kimselerden de, o ülkeleri onların tecrübeleriyle de dosdoğru bir şekilde öğrenmeye gayret ettim. Onları ve tecrübelerini can kulağıyla dinledim, notlar aldım.

Şahsi âlemimde, şöyle bir kanaat oluştu. Tüm Dünya;- Avrupa ve Amerika bazı mevzular hariç-  buna bizim İslâm dünyası da,- maalesef dahildir - geçmiş olumsuzlardan gerekli dersleri çıkaramamışlar, çıkarsalar da, öğrendikleri doğruları hayatlarına geçirememişlerdir. Özellikle bölünmüşlük, parçalanmışlık, bütün güçlerini, kazançlarını, basit hiçlikler uğruna heba etme konularında..

 

Avrupalılar – Batılılar; özellikle insanlık tarihinin de, tabiî ki kendi tarihlerinin de; en kanlı, en iğrenç, en fazla insanlık kazanımlarını yok edici, son iki dünya savaşını yaşadıktan, insanlığa da yaşattıktan sonra, acı dersi almış ve Avrupa Birliğini ( bu oluşuma Yeni Roma’da denilebilir), kendi aralarında sadece kendi menfaatleri için, hiç hoşlarına gitmemesine rağmen -özellikle de katı ırkçılarının rağmına – tesis etmişler. Aralarında çatlak sesler duyulsa da, tam bir kararlıkla birlik devam ettirilmektedir, ettirilmeye çalışılmaktadır. AB.sanki tek ülke olmuş.A.B.D. ise çoktan olmuş.Eski haşmetli devletlerde, bu ülkenin birer şehri olmuş. Nasıl ki bu gün, karayoluyla İstanbul’dan çıkıp Erzurum’a gitmek istediğimizde, pasoportsuz vizesiz gidiyoruz. Aynen böyle. Bu basit görülecek bir şey değil ve ders alınması gereken büyük bir ibretlik levha bizim için…

 

Ne kadar kıymet-i harbiyesi vardır bilmem lâkin, şahsi tespitim ve kanaatım şudur; o batılı, kibirli, en azgın ırkçılar, adi menfaatçiler, emperyalistler; birlik olmanın menfaatinden daha fazla, ihtilafın yani birbirine düşüp de, birbirini yemenin, birbirini yok etmeye çalışmanın zararını yıkıcılığını, en acı, en can yakıcı şekilde bütün zerreleriyle hissettiklerinden birleşmeyi başarmışlardır.

Mecelle’de şöyle bir kâide vardır.

‘Def’-i şer , celb-i nef’a râcihtir. Yani önce; şerrin, zararlının def’ edilmesi geliyor. Sonra diğer faydalılar hesaba dahil ediliyor.

Batılılar bunu iyi becermiş.İleri teknoloji ile Mercedes marka gibi kaliteli arabaları, modern uçakları, tankları yaptıkları, interneti vb.şeyleri buldukları becerdikleri gibi… Bana göre en önemlisi de, ihtilafa düşmeden birleşmeyi de başarmışlar. Birlik olmadaki sinerjiyi yakalamışlardır. Hem de ahreti hiç de hesaba katmadan.Sırf kısacık dünya menfaatı için.

Gelelim bize ve İslam dünyasına ve hemen yapmamız gerekenlere… Menfi milliyetçilik yani ırkçılık; İslam dünyasını, diğer bölücü - yıkıcı sebeplerle birlikte tehdit etmeye hâlâ devam ediyor. Stratejik ortağımız batı, bu öldürücü virüsü, stratejik ortakları olan bizlere pompalamaya devam ediyor.Kendisi birleşiyor, bizi bölmeye çalışıyorlar bu kahredici mikropla..

 

Irkçılık; Kur’ânî -İslâmî cahilliğimizle; geri kalmışlığın, aldatılmışlığın, ahmaklığımızın en büyük göstergelerinden olmaya devam ediyor. Menfi milliyetçilik, ırkçılık, kavmiyetçilik bizim malımız, hiç değil... Ne inancımızda, ne de kültürümüzde böyle bir şey var. Bu en tehlikeli virüs, mikrop, fitne Avrupa’dan yani batıdan gelme. Onların akıl daneleri de insi - cinni iblisler.

 

Yakın tarihimizin toplum barışı adına çok önemli adımlarından olan Başbakanımızın ve  ekibinin, özellikle   büyük siyasi riskler alarak söndürmeye çalıştığı, şeytâni bir virüs olan menfi milliyetçilikten yani ırkçılık hastalığından kaynaklanan; terör-fitne yangınını-belasını, söndürme gayretleri, akl-ı selimce çok önemsenmeli, en azından hafife alınmamalıdır.Gelinen nokta ve yakalanan müspet fırsat bütün toplum olarak; Türküyle –Kürdüyle -Lazıyla –Arnavuduyla- Arabıyla- Sağcısıyla – Solcusuyla, Müslimiyle- Gayr-i müslimiyle hep birlikte olup, hep birlikte elele verip, basit ve küçük hesapları ve menfaatleri bir yana bırakıp, insanî ve İslâmî prensiplerde birleşip, hepimizin her türlü zararına, sadece ve sadece hepimizin ortak düşmanlarının kârına olan, onların ekmeğine yağ süren bu dertten, Allah’a C.C.sığınarak; doğruda, insanlıkta, hayırda, iyilikte uzlaşarak bugünümüzü ve gelecek nesillerimiz için, dünya ve ahret selameti için birleşme, güçlenme adımlarını atıp toplumsal barış hedefine varmalıyız.

Böylece; binler teessüf ki, imâmesi kopup da, etrafa dağılmış tespih taneleri gibi olan, bu nedenle de, kavganın, bölünüp parçalanmışlığın, bunun tabii sonucu olarak geri kalmışlığın, her türlü şeytâni kötülüğün kıskacında yanıp kavrulan İslam dünyasında, hakkı arayan insanlık âleminde  güzel örnekler olmalıyız. ‘İslam Birliği’ için ‘Nizâm-ı Âlem’ için birlik olmalıyız.

Yarın ahrette, mahşer gününde Allah’ımız C.C. ‘Bâtıl Batı’yı gösterip;

‘Onlar basit menfaatlerde bileşmişken siz neden emrime itaat etmeyip bir ve beraber olmadınız. İns ve cin şeytanlarına itaat edip, ihtilaf edip dalalete düştünüz’ deyip hesaba çekerse, o dehşetli halde ne yapar, ne cevap veririz.

 

BÜYÜK UZLAŞMAYA derhal en evvel; kendimizden yani fert olarak sorumluluk dünyamızda en dar daire olan kendi ruhumuz, aklımız, vicdanımız, kalbimizden başlayarak , ailemizden, çocuklarımızdan, eşlerimizden, akrabalarımızdan, yakınlarımızdan komşularımızdan devam ederek; daire daire, her dairenin de hakkını, Kur’ân’a göre İlahi ölçülere göre vere vere devam ederek; cemaat,cemiyet, meslek, meşrep, mezhep, ordu, devlet, millet, ümmet, ve nihayetinde bütün insanlık alemiyle eskilerin tabiriyle ‘Sulh-u Umumi’yi yani toplu  barışı Rabbimizin yardımıyla sağlamalıyız.Hak’la, hakikâtle,ilimle, irfanla barışmalıyız.Bilfiil bu yüce hedefe ulaşamazsak da, binniyet, bilkasd bunu bütün ruhumuzla arzu etmeliyiz, secdelerde Yüce Rabbimizden gözyaşlarıyla istemeliyiz. Muktezasınca yaşamalıyız. Hz.Peygamberimiz S.A.S.;

‘Mü’minin niyeti amelinden makbüldür, buyurmamış mı..

Bu ulvi niyet ve gayret; ne kadar küçük olursak olalım hiç önemli değil, çünkü Allah’ımız çok büyük, bizi ihya eder. İnanın, Kâbe’ye varmak için yola çıkan nice topal karınca bu mukaddes niyetle menzil-î maksuduna varır.

 

Büyük Uzlaşma – İslam Birliği – Nizâm-ı Âlem akıldan uzak, realiten yoksun görülmemelidir. Tek mesele; hem fert hem ümmet olarak, Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametini celb edecek şekilde, O’nun koyduğu âdetullaha riayet ederek, ulvî gayretler içinde olmaktır,fert olarak da, toplum olarak da…İnsanlık tarihine hususan peygamberler tarihine bakarsak bu sahada  çok güzel misaller görürüz.

 

Baksanıza kudreti nihayetsiz olan Yüce Allah C.C., irade ve kudret sıfatıyla yazdığı ve  yazmakta olduğu kainat kitabında, mikro alemler olan atomları, elementleri, hücreleri vs.ile birlikte bir ve beraber olarak âli gâye ve hikmetlere uygun olarak, makro alemler olan gezegenler, yıldızlar, galaksiler, nebülözler vs. ile nasıl mükemmel idare ediyor ve hepimizi bütün hayat sahiplerini hep beraber en güzel surette yaşatıyor.Yüce Rabbimizin kelam sıfatından gelen Kur’an-ı Kerim’e, makalemizin başında dediğimiz gibi ihlasla sarılarak yaşarsak sadece ahretimiz değil dünyamızda cennet olur. Yeter ki biz çok ciddi bir şekilde o manevi güneşimize yönelelim. Vesselam.

‘ Ey iman edenler ! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.’ Bakara suresi ayet 208

 

Bu yazımı bitirdiğimde baktım 28 ŞUBAT’ta bitmiş. Penceremden, önümdeki bahçeye, sonra yüksekteki tepelere, sonra da semadaki yıldızlara baktım. Yıldızlar gülüyordu. Ulvi bir bayramı ruhum hissetti. Hayret ve muhabbet secdelerine kapandı.

Bahar bütün muhteşemliğiyle geliyordu. Allah C.C. getiriyordu. Mevla’mız getiriyordu…Şimdiye kadar getirdiği gibi, binlerce defa baharla dünyamızı ihya ettiği gibi..

Basiret gözümle baktım ve gördüm ki; toprak altındaki çekirdekler filiz olma, çiçek olma, meyve verme, tekrar tohum olmaya bütün güçleriyle çalışırken, karanlıklar onları boğmaya, şubat soğukları onları kırmaya, ters esen yeller soldurmaya, toprak altındaki haşarat onları yemeye  çalışıyorlardı…Nafile…! Onların koruyucusu Allah’tı.

Tohum olmak ne güzel bir nimet... Filiz olmak ne şerefli hal…Hele meyve vermek… Esmâ-i İlâhiyeye şuurlu bir âyine  olmak ise tarifsiz bir kudsi rütbe, bir mazhariyet..

İlâhi yasalara dikkat etmezlerse , büyük tehlike var tohumlar, çekirdekler için…!Aman dikkat.. Çünkü her tohum ve çekirdek, özlerinde çürüklük ve bozulmuşluk varsa güne çıkamıyorlar, bahar bayramında yerlerini alamıyorlar.

Ey nazeninler ! Bu dost ikâzına lütfen kulak verin….

 

Büyük uzlaşmayla beraber, ‘Yeni baharımız’ cümleye kutlu olsun.

28 ŞUBAT 2013 Çamlıca  /İSTANBUL

 

 

İbrahim Töre

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...