Perşembe, 03 Nisan 2014 17:24

Milletin Demokrasi Kararlılığı

Şu bir gerçektir ki, Türkiye’de halkın genel tutumu insan hakları ve hürriyetlerden yana olmuş fakat sözde hürriyetçi olan İttihat ve Terakki’den itibaren darbeci totaliter bir zihniyet devlette etkili olmuştur. O zihniyetin karşısında milletin en kararlı demokratik duruşu ise, Başbakan R. Tayyip Erdoğan liderliğinde gerçekleşmiştir.

Darbeci zihniyetten yana olanların en bariz özelliği, Gezi Parkı eylemlerinde kendilerinin kullandığı “Mesele Gezi değil. Anlamadın mı sen?” ifadesiyle özetlenmiştir. Onlara aldananlar bir yana, millet o taktiği gayet iyi anlamıştır. Gezi bir bahane olduğu gibi, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde telkin ettikleri yöntem de tutturamadıkları bir bahaneydi.

Bu yazıda konu, on iki-on üçüncü asrın İslam mutasavvıf-düşünürü Ferideddin-i Attar ile çağımızdaki Batılı filozofların izahları ve demokrasi tarihindeki bazı olaylarla ele alınacaktır. Sonuçta ise halk, TSK ve MİT’ten bazı temel beklentiler dile getirilecektir.

Demokrasinin Öznesine Suikast 

Gerek “Cumhuriyet mitingleri”, gerekse “Gezi Parkı eylemleri”, bir takım bahanelerle vatandaşları aklıselim düşünceden uzaklaştırıp kitle psikolojisine çekme gayretleriydi. Maksat, AK Parti iktidarını antidemokratik yönden devirmekti. Çünkü otokontrolünü kaybetmiş insanlardan oluşan kitleler, José Ortega y Gasset’in dediği gibi, yapmaya yaşatmaya değil yıkmaya linç etmeye meyyaldir.

Son yerel seçimler öncesinde ise vatandaşların bireyselliği yok edilerek, şahsî tercihleri unutturulup, AK Parti’ye karşı güya demokratik yoldan darbe yapmaya çalışılmıştır.

Elbette ki demokraside bazı vatandaşlar, iktidarı sandıkta devirmek isteyebilirler ama onun yerine, kendi beğendikleri bir siyasî kadroyu koymaya çalışırlar. Bu da Karl Popper’ın “Açık Toplum” dediği türden sosyal yapıdaki bireylerin en demokratik hakkıdır.

Bu seçimlerde ise kapalı toplum şeklinde organize olmuş bazı çevreler, vatandaşları kendi tercihleri yerine, bulundukları bölgede AK Parti haricindeki partilerden en güçlü olana oy vermeye çağırmışlardır. Yönlendirilmek istenen partilerin CHP, MHP ve BDP olarak birbirleriyle nerdeyse hiç müşterekliği olmayan partiler olması ise, vatandaşların inanç ve dünya görüşlerini umursamayan nitelikte olmuştur. Bu da sadece iktidara değil, demokrasinin öznesi, temeli olan bireye karşı da bir darbe teşebbüsü olarak görülmelidir.

Demokrasi, günümüzde bir “insan hakk”ıdır. Bu düzen, yöneticilerin seçimle göreve gelmesini ve insan haklarını korunmasını sağlayacak tedbirleri ihtiva etmektedir.

Her insan hakkı gibi demokrasinin öznesi de vatandaş olarak bireydir. Birey, vekâlet verdiği bir başkası aracılığıyla mal-mülk alıp satabilir, hatta eşine boşanma davası açabilir ama seçme ve seçilmiş olma hakkını devredemez. Seçme hakkını demokratik görünümlü bazı hilelerle yönlendirmeye teşebbüs ise, demokrasiye zarar verecek ölçüde aşırı bencilliktir.

Aşırı bencillik, şahıs bazında da grup bazında da olsa zararlıdır. Fakat Friedrich August von Hayek’in dediği gibi, örgütlü grupların bencilliği düzeni bozmak açısından çok daha zararlıdır. 

Bireylerin Demokratik Kararı 

Milletin büyük ekseriyetini oluşturacak sayıdaki bireyler, “Cumhuriyet mitingleri”nde, Gezi Parkı eylemlerinde ve son olarak kendilerini, bölgesindeki AK Parti dışındaki en güçlü partiye yönlendirmek isteyen örgütlü grupların tesirine girmemiş ve böylece, “Bana tercih hakkı vermeyen her zihniyete, HAYIR!” demişlerdir.

Bireylerin bu tercihi, seçim öncesindeki anketlerden de belliydi. Ancak bazı anketlerdeki “kararsızlar” sayısında görülen yüksek sayılabilecek oran, seçime katılımın düşeceği ihtimalini de düşündürüyordu. Bu olumsuz durum da doğmamıştır. AK Partiyi seçmekte ise önceki yerel seçimden çok daha yüksek bir orana ulaşılmıştır.

Sonuç, Ferideddin-î Attar’ın tasavvufî mahiyetteki “Mantık Al-Tayr” isimli eserinde anlattığı, bir seçme ve kararlılık menkıbesini andırmaktadır:

Hiçbir ülkenin yöneticisiz olmadığını gören kuşlar, bir araya toplanarak kendilerinin de bir yöneticilerinin olması gerektiğine karar verirler. Yöneticisiz kalındığında düzenin sağlanamayacağında hemfikirdirler. Hazreti Süleyman’ın elçisi olan Hüthüt kuşuna göre Simurg isimli bir yönetici zaten vardır ve onun bulunup seçilmesi gerekir.

Hüthüt’ün sözlerinin doğruluğuna kanaat getiren kuşlar, Simurg’u aramak üzere onun peşine takılırlar. Kiminin telef olduğu, kiminin şeytana uyup yoldan çıktığı oldukça çileli geçen bir yolculuktan sonra sadece otuz kuş Simurg’a ulaşır. “Simurg” diye tecelli eden de yine kendileridir aslında. Simurg onlara şöyle seslenir:

“Siz buraya otuz kuş geldiğiniz için otuz kuş olarak göründünüz. Daha fazla yahut daha az gelseydiniz, yine geldiğiniz kadar görünürdünüz. Burası bir aynadır.”

Bu menkıbedeki “Simurg” yerine demokrasiyi koyarsak, sadece AK Parti’ye oy veren muazzam sayıdaki bireylerin değil, beğendiği muhalefet partisine veya bağımsıza oy veren bireylerin bile kendi bireysel tercihlerini öne çıkarmakla demokrasiyi işlettiklerini anlarız. 

Kurumlar da Demokrasiye Bağlı Olmalıdır

Aslında demokrasi, başka ülkelerde de çok zorlu mücadelelerle ulaşılmış bir rejimdir. Rejimin en başarılı olduğu ülkelerde, ordunun da halkın seçtiğine bağlı kaldığı tarihî bir hakikattir. Bunun en güzel örneği ABD’de yaşanmıştır.

1860 yılındaki seçimler öncesinde ABD başkanlığına Abraham Lincoln’ın seçileceği tahmin ediliyordu. Güneydeki yedi eyalet, o seçilirse iç savaş başlatacaklarını ilan ettikleri hâlde Millî Savunma Bakanı General Scott, seçimlere müdahale etmemiş ve beklendiği gibi Lincoln seçilmiştir. Gerçekten de savaş başlatan Güneyliler, o görevden alınırsa savaşı durduracaklarını bildirdikleri hâlde, General öyle bir girişimde bulunmaz. Güneyli askerler, Beyaz Saray’a çok yaklaşınca General, Başkan’a onu ve ailesini daha güvenli bir yere götürmeyi teklif eder. Fakat Başkan’ın hanımı, “Bizi buraya millet getirdi. Sizin göreviniz de bizi burada savunmaktır” deyince, General Scott şu harikulade cevabı verir: “Af edersiniz. Böyle bir teklifte bulunmamalıydım. Sizi son nefesimize kadar burada savunacağız.” Bugünkü ABD’nin birliği ve demokrasisi o sayededir.  

Kurumlardan ve Vatandaşlardan Beklentiler

İttihat ve Terakki ihtilalinden beri yaşanan tecrübeler göstermiştir ki, Türkiye’de sadece bireylerden müteşekkil halkın demokrasiye bağlılığı yetmemekte, Silahlı Kuvvetler ve istihbarat teşkilatlarının da aynı bağlılığı göstermesi gerekmektedir.

MİT’in geçmişteki ihtilal hazırlıklarını iktidarlara bildirmediği aşikârdır. Silahlı Kuvvetlerin ise son zamanlara kadar ihtilalci tutumda olduğu inkâr edilemez. Bu kurumların örnek alması gereken tutum, her açıdan geri ülkelerden değil -dış politikadaki yanlışları bir yana- yukarıda tarihî bir örnek olayı nakledilen ABD gibi ileri demokrasilerden olmalıdır. Hele günümüzdeki, yerel olan nasıl küresel olanın içindeyse, küresel olan da yerel olanın içindedir gerçeğini bilmek, o duyarlılığı daha da artırmalıdır.

Her iki kurumun son zamanlardaki müspet tutumu, halkımızın demokrasiye bağlılığıyla tamamen uyumlu görünmektedir. Demokrasinin sağlıklı gelişmesi için, her partiden vatandaşların beklentileri de bu uyumluluğun devamı cihetinde olmalıdır.

Son Düzenlenme Perşembe, 17 Nisan 2014 10:26
Hüseyin Dayı

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...