Çarşamba, 09 Nisan 2014 12:33

30 Mart Süreci ve Beklentiler

17 Aralıkla başlayan seçim öncesi süreçte ilk defa kadim İslam muhaliflerinin sadece seyirci olarak tribünlerde yerini aldığı ve şakşakçısı olduğu bir “İslam’a karşı İslam” çatışması yaşandı.

28 Şubat hükümetleri ile bile bu kadar çatışmamış olan bir cemaat, hayret edilecek bir şekilde kendi imajını kökten değiştiren davranışlar sergiledi. Kadim İslam muhalifleri ile kolkola girdi. Bugüne kadar “siyaseti hizmete alet etmiş” ve yurt dışında okulları koruyup kollamış, içeride ise bürokratik kadrolaşmasını cemaat yoluyla tamamlamış bir hükümete antidemokratik bir yöntemle isyan etti. Sadece kendini değil, tüm hizmet cemaatlerini siyasetle birlikte anılır bir pozisyona düşürdü. Hem hükümet, hem de toplum nezdinde kendi meşruiyetini yerle bir etti. Buna ilave olarak, toptan tasfiye edilmeyi hak edecek dozajda bir algıyı adeta bilinçli olarak inşa etti. Toplumun büyük ölçüde dindar ve muhafazakâr kesimi nezdinde bu tasfiye meşru hale geldi. Eskiden beri cemaatin tasfiyesi için canla başla çalışan malum cephe, karşı cephedeki bu çöküşü nefeslerini tutarak iştahla izledi. 17 Aralık sürecinde aynı dine, inanca hizmet dava edenlerin bir anda belli bir kampta birbirlerine karşı mevzilenmiş olarak kendini bulduğu, tam anlamı ile ipe sapa gelmeyen, deli saçması olaylar yaşadık. 

Olayı sadece 17 Aralık sürecini kapsayan bir üst bakışla tanımlamaya kalkarsak, 17 Aralık’ı da teşhis edemeyiz. En azından İslam’a karşı yürütülen mücadelenin billurlaştığı 28 Şubat dönemini de kapsayan bir nazarla olaya bakmamız gerekmektedir.

Herkesin malumu olan 28 Şubat’ı şöyle bir hatırlayalım. NATO, düşman kuvvetleri sembolize eden rengi yeşil olarak değiştirmişti. 28 Şubatçılar da, birinci dereceden tehdit olarak irticayı belirlemişti. Arada bütün boyutları ile tam bir paralellik vardı. Bu küresel ve yerel tehdit algısındaki tevafuk, Neo-Con’ların İslam coğrafyasına askeri ve sosyolojik müdahalelerinin yoğunlaştığı bir döneme denk geliyordu. Özetle, 28 Şubat müdahalesi, İslam bölgesine gerçekleştirilen küresel müdahale ile eş zamanlılık ve eş amaçlılık arz ediyordu. Bir farkla ki, hedef küreselde radikal İslam, yerelde ise irtica olarak kodlanıyor ve müdahale ise bu iki kavram üzerinden meşrulaştırılıyordu. Hükümet devrilmişti. Ancak, İslam’a karşı cemaatler üzerinden gerçekleştirilecek asıl operasyon gerçekleştirilememişti. 28 Şubat hükümetleri bile, siyasi maliyetini bildikleri için alınan kararları tam anlamı ile hayata geçirmekte ayak sürüyorlardı. Bu çalkantı içinde ekonomik kriz kapıya dayandı. Hükümet erken seçim kararı aldı ve yapılan seçimlerde, 28 Şubat döneminde hükümet kuran tüm partiler sandıkta tasfiye edildiler. Cemaatlerin bitirilmesi planı atiye kalmıştı.

28 Şubat’ın ikinci raundu, AKP’nin iktidara gelmesi ile başladı. Bu yeni dönemde hedef “AKP ve Cemaati Bitirme” olarak planlandı. Bu plan, AKP açısından malum darbe girişimleri, cemaat açısından ise MGK kararlarında tezahür etti. Bu saldırı, hükümeti ve cemaati omuz omuza getirdi ve birbirine güç vererek hem darbeleri atlattılar, hem de darbelerin en etkin ayağı olan ideolojik bürokratikleşmeyi sökerek milletin değerleri ile barışık bir bürokratik yapı inşa ettiler. 28 Şubat’ın ikinci raundu da bu şekilde sona erdi.

28 Şubat’ın üçüncü raundu 17 Aralık süreci ile başladı. 28 Şubat güçleri, bizzat rol aldıkları çatışmada başarıya ulaşamayacaklarını net olarak anlamışlardı. “AKP ve Cemaati Bitirme” planında, simetrik çatışma yerine asimetrik çatışma stratejisini başarı ile devreye soktular. Artık ringde 28 Şubatçılar yoktu. MİT “paralel yapı” raporunu hükümete sundu. Cemaat, MİT’i hedef alan yargı operasyonu yaptı. Hükümet karşı tedbirler aldı. Ringde karşılıklı ilk yumruklar böyle başladı. Arkasından dershane sorunu ve yolsuzluk operasyonu… Artık, maçın aktörleri değişmişti. İlk paragrafta arz ettiğim olaylar ardı ardına patladı. Cemaat kendini günah keçisi haline getiren, arkasında Müslüman bir akıl bulunması düşünülemeyecek kasetlerin, şantajların ve dinlemelerin odağı haline geldi. Artık hükümeti devirme işini ihale almış bir cemaat ve cemaati bitirmeye and içmiş bir hükümet vardı. Ergenekon’u, 28 Şubat’ı yargılayan mahkemeler “paralel yapı” algısı ile yerle bir oldu. Cezaevleri boşaldı. 28 Şubatçılar seyirci koltuklarında yerlerini almışlardı. Onlar için artık bekleyip görmekten başka yapacakları bir şey kalmamıştı. Bu iç gelişmelere paralel olarak, Türkiye’nin Ortadoğu’da parlayan yıldızı sönmeye başladı. 

30 Mart seçimleri yeni bir kırılma noktası olmalı. Ancak bu kırılma müspet kırılma olmalı. Seçim sürecindeki gidişatın sürdürülmesinin bütün ülkeyi bir kaosa doğru sürüklediği idrak edilmeli. Herkes hatalarını görmeli. Ve bilinmeli ki, toptancı bir yaklaşımla hükümeti hedef alan bir cemaat de, yine toptancı bir yaklaşımla cemaati hedef alan bir hükümet de bu ülkede sadece kendi geleceğini yıkmayacak, ülkenin de, İslam’ın da geleceğine büyük zararlar verecektir. Elbette bu yaşananların hukuki muhasebesi de yapılmalı. Ancak, bu muhasebeye kavgayı sürdürme boyutu kazandırılmamalı. “İslam, sulh ve müsalemettir, dâhilde niza ve husumet istemez.” Dâhili bir niza ve husumetin tarafı olanlar, müspet hareket ve hizmet edemezler. Bu unutulmamalı…

Son Düzenlenme Perşembe, 17 Nisan 2014 10:25
Yusuf Çağlayan

Emekli Askeri Hakim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...