Perşembe, 27 Kasım 2014 16:37

Çözüm süreci..Bediüzzaman’ı ve Bejan’ı Anlamak...

Bu ülkede saflaşmak (her iki anlamda da), saf tutmak kolaydır da, arada kalmak zordur. Savaşmak, saldırmak, kan dökmek kolaydır da; buna direnmek zordur… Düşman olmak pek kolaydır da, dost kalmak zordur. Arada kalmak isteyeni ve dahi bu surette şiddete müdahil olmak istemeyeni kimse anlamaz, kabullenmez çünkü… Belki varlığını bilmek bile istemez, işine gelmez.

Bu tiplere her yerde rastlarsınız. Bunlar, ilkokul sıralarından beri endoktirine edilmiş beyinleriyle, daha fazlasını ve daha başkasını düşünmek istemezler. Onlara göre bütün bu ara ve karşıt formlar, hep beraber kandırılmıştır. Hepsi “gaflet ve dalalet” halindedir. Göbeğini kaşıyan adamlardır. Bidon kafalılardır. Oyu bir sayılmaması gereken çobanlardır… Cahil halktır ve kayıtsız şartsız zaten onun olan egemenlik, asla ona bırakılmamalıdır. Çünkü halk, sadece insandır. Kendileri ise, daha üst bir varlıktır.

Çetin Altan; bir eserinde bunların düşünce yapılarını “Yurtta sulh, cihanda sulh dediniz; başa geldiniz; yurtta da düşmandan başka bir şey hayal etmediniz, cihanda da bundan başka bir şey görmediniz” diyerek eleştirir. Bediüz¬za¬man Said Nursî Hazretleri de, masum olduğu halde, defalarca atıldığı zindanlarda, yollandığı haksız sürgünlerde ve çıkarıldığı mahkemelerde aynı şeyi savunur. Aynı doğruları söyler. Kendisine; “Sen bizi sever misin? Beğeniyor musun? Eğer seversen, neden bize küsüp karışmıyorsun? Eğer beğenmiyorsan bize muarızsın. Biz muarızlarımızı ezeriz” diyenlere karşı; aynı “arada kalmak” hakkını kullanarak direnir: Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil. Çünkü idarenizi, asayişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki, hiç lâyık olmadığınız halde ‘Kalb de bizi sevsin’ demeye?”

Evet, bu insanlar bizden, sanki hakları varmış gibi, kalbimizi de istemektedirler. Kalan bu tek insanî yanımızı da talan ederek; bizi sistemin şuursuz fedaîleri olarak gütmeyi, ezmeyi, ziyan etmeyi planlamaktadırlar. Buna karşı sergilenen her duruşu da; bir “dahili bedhah” tahayyülü ile, “yurtta sulh” olmamış bir fırka tasavvuru ile ve Bediüzzaman’a yapıldığı gibi “Küsüp karışmıyor, bize katılmıyor, o zaman bizim muarızımızdır” teşhisi ile istibdatları altında yok etme telaşındadırlar.

Bejan Matur’un çilesi de belki bu… Bunun aynısı… Saflardan birisine bir “arada duran” olarak teklif ettiği empati, maalesef, saflaşmanın o soğuk mantalitesine uymadığı için, kimi makamlarca reddediliyor. İki saftan başka olmak, başka düşünmek kabul edilmiyor.İnsanlar, ne kadar da az, birbirlerini anlamak istiyorlar? Ve kavga etmeyi ne kadar da çok seviyorlar? Şu acip halimize sahi ne denir?

Bejan Matur’u,şivan perver’i,rojin’i,Kemal burkay’ı..ve gayretlerini  anlamak bu yönüyle çok önemli… Elimizdeki diyalog fırsatlarını kaçırmamak adına, kıymetli… Kulakların sağır olduğu bir zamanda “fikir şehrimizin başka bir ucundan koşarak gelenleri” dinlemek, onların bizden farklı da olsa, söylediklerine kulak vermek gerek. Bize akan kanın durması için yeni cümleler lazım, yeni söylemler lazım. Kan, sadece daha fazla kanı doğuruyor. Bir fasit daire, bir fasit cehennem bu… Bize gülümseyen çocuklar lazım.

İşte… Eleştirdiğimiz, bazılarımız tarafından PKK sempatizanlığı yapmakla; bazılarımız tarafındansa aslını unutup “Türk olmakla” suçlanan Bejan Matur, kimsenin kardeşi böyle olmasın diye cesaretle haykırıyor, ve diyalog çabalarını destekliyor. Bu yüzden bize empati yaptırmaya çalışıyor. Kimsenin ağabeyi askerde şehit olmasın diye, kimsenin ablası dağda donmasın diye, kimsenin anası köyünde ağlamasın diye, kimse köylerimizi basmasın diye, kimse dağlarımızı bombalamasın diye; ne Kürtçe, ne de Türkçe hiçbir yerde ağıtlar yakılmasın diye didiniyor.

Hz.Bediüzzaman’da o kadar anlattı ömrü boyunca, hem de daha ateş bacayı sarmamışken anlattı;100 sene öncede doğunun manevi hastalıklarını tespit edip teşhis ve tedavisinide ortaya koydu ama heyhat….! ipler bu kadar kopmamışken anlattı; bir avuç fedakâr Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Arap vs. vicdanlı talebesinden başka onu kim dinledi? Hangi devlet reisi ona yeterince kulak verdi? Bir de üstüne üstlük zindan zindan, sürgün sürgün, memleket memleket dolaştırıldı. Vatan hainlerine yapılmayacak zulümler  yapıldı.

Fakat arada kalanlar hep garip olur, alışmak gerek… Garip gelir, garip gider, garip yaşarlar… Kabullenmek lazım… Bunu yapmaya, arada kalmaya, garip olmaya, garip karşılanmaya cesaretimiz var mı? Belki var, belki yok… Bilemiyorum. Yine de söylemek istiyorum, asırlar evvel o Şah-ı Resul’ün söylediği gibi: “Ne mutlu o gariplere!” Normallerin kana susadığı yerde, garip olmak, hiç garip değil. Hatta özenilesi… İnsan önce önyargı dağlarının arkasına bakmayı öğrenmeli, vesselam…..

                                                                                                                MEHMET  KANMAZ

Mehmet Kanmaz

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...