Salı, 26 Nisan 2016 10:40

Denizcilerin Dillerinden Düşürmedikleri Cümle: Allah Selamet Versin

Hem Bahriyede hem de ticaret gemilerinde en çok kullanılan sözlerin başında "Allah selamet versin" gelir. Zira her köprüüstüne çıkışta birisi kendisini tanıtmadan önce bunu söyler. Eğer söylemezse gemiciler tarafından aşağılanır ve ciddiyetsiz bulunur.
Türk denişzcilerinin "selam" kelimesine verdiği önem şüphesiz dine dayalıdır. Çünkü denizleri çekip çeviren Rabbimizin her şeye gücü yettiği ve denizlerin sakin ve selametli olması için sadece Ona yalvarması gerektiğini bilir.
İslam kelimesi “silm “kelimesinden gelir ve sulh, sükûnet, barış ve refah anlamındadır. Selam kelimesi de aynı kökten gelir. O halde “İslam barış dinidir” denilse yanlış olmaz. İslam kelimesini Rabbimizi tanıyarak iman etmek ve ona ibadet etmek şeklinde de anlayabiliriz.
Selamı yaymak aynı zamanda İslam’ı yaymak demektir. Sonuç olarak bu sayede insanlığın barış huzur ve esenliği için gayret edilmiş olur. "Selamı yayınız Hadis-i Şerifini" bu şekilde de anlayabiliriz.
İşte, Türk denizcilerinin karada denizde daima “Allah selamet versin” sözünü kullanması geçmişten gelen bu güçlü gelenek ve inanç sebebiyledir. Özellikle köprüüstüne çıkarken veya vedalaşırken hep bu cümle söylenir. Selamet, barış esenlik sakin deniz anlamındadır. Dilerim ki denizcilerin bu temennisi bütün insanlığın dileği olsun.
Barış kelimesinin zıt anlamlısı olan savaşlar özel bir durumu ifade ederler ve istisnai bir durumdur. Asıl amaç barış esenlik ve selamettir. İslam hukuku da barış zamanına göre tanzim edilmiş ve uygulanmıştır. Bununla birlikte savaşta her şey serbest değildir. İslam’ın temel ilkeleri savaş hukukunda da geçerlidir ve uygulanmadığı takdirde insanı vebal altına sokar. O dehşetli Ruz-i Mahşerde savaşta da yaptıklarından mesul tutulur.
İslamiyet, barış zamanı ehli kitap veya dinsiz dahi olsa hukuklarını muhafaza ederken, savaş zamanı sadece saldırgan olan savaşçılara şiddetle mukabeleyi caiz sayar yani kabul eder. Bunun dahi şartları ve sınırlamaları vardır. İslam’da Savaş Hukuku bu hususları içinde barındırır ve çok detaylıdır. Öncelikle savaşın gerekçesi sorgulanır. Var ise savaşta uygulanacak şu ilkelere göre hareket edilir:
1.      Haklı savaş ilkesi:
Kuran-ı Kerimdeki savaşın sebebi, düşmanın saldırı ve zulmüdür. Düşman Müslümanların yurtlarını basar, hicrete zorlar, can, mal ve din ve namus güvenliğini tehdit ederse, bu durum; savaşı zorunlu ve mecbur kılar. Kuran’a göre, düşman güçlere karşı verilecek savaşın gerekçesinin makul ve haklı olması gerekir. Esasen “istila”, “sömürü” ve “tecavüz” için yapılan savaşları tanımayan İslam dini ( Bakara Sûresi, 205 ; Nisa Sûresi,94 ; Kasas Sûresi,83 ; Şura Sûresi,41-42) savaşa ancak :Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslam’a ve İslam ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulacağını hükme bağlamıştır. Meşru gördüğü bu savaşı da diğerlerinden ayırmak için ona cihat adını vermiştir.
2.      Adil savaş ilkesi:
Adil savaş ilkesi, cihat fiilen başladığı zaman uygulanacak bir ilkedir. Bu ilkeye göre, savaş sadece savaşa iştirak eden tarafa yöneliktir. İslam’da düşmanı öldürmekten ziyada insanı kazanmak esastır. Bu amaçla, savaştan önce düşman İslam’ı kabul etmeye çağrılır, kabul etmezse itaat ve cizye (savaş tazminatı) teklif edilir. Bunlar yapılmadan cihada teşebbüs edilmez.
Düşmana sunulan bu gerekçeler kabul edilmediğinde Allah’tan yardım dilenerek savaşa girilir. Savaşa girildiğinde, Müslümanlar, “adil savaş ilkesi”ne göre adım atmak zorundadırlar. Bu ilkeye göre, savaşta vurulacak hedef sadece düşman askerleridir. Savaş sırasında çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yatalak hastalar, mecnunlar, sakatlar öldürülemez. Savaşa iştirak etmeyen din adamlarına ve ihtiyarlara silah çekilmez, savaşa katılmayanlar (esnaf ve çiftçiler gibi sivil halk) katledilemez (Bakara Sûresi, 191)
Savfan İbnu Assal (r.a) anlatıyor : “Resulullah beni seriyyede savaşa gönderdi. Yola çıkarken şu talimatı verdiler :“Allah’ın adıyla, Allah yolunda yürüyün. Allah’ı inkâr edenlerle savaşın, işkence yapmayın, ahdinizi bozmayın. Ganimeti çalmayınız, çocukları öldürmeyiniz” (Müslim, Cihad 3,(1731), Tirmizi, siyer 48,(1617) Ebu Davut, Cihad 90, (2612,2613)
3.      Savaşta aşırı gitmemek ilkesi:
İslam, savaş halinde bile, insanî değerlere itibar eder. Savaş anında, dehşet ve vahşeti sergileyen şiddetli hiddetleri,  mutedil hale getirir. Savaşta bile ölçüyü kaçırmamayı bir temel prensip olarak kabul eder. İslam, aşırı ve haddi aşan tavırlara karşı müeyyideler getirmiştir.
Bu nedenle, İslam hukukunda saldırıya ancak misli ile mukabele edilir; aşırı gitmek suçtur. Kur’an-ı Kerim, düşmanla yapılan yüz yüze savaşta bile, aşırı gidilmesini yasaklar. Bu husus, şu ayet-i kerime ile beyan burulmuştur: “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez” (Bakara Sûresi,190)
Nitekim bir başka ayette de şöyle buyrulur:“ Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah muttakilerle beraberdir” (Bakara Sûresi, 194)
Peygamberimiz savaşa gönderdiği komutanlara şu talimatı veriyordu, “Allah’ın adıyla yola koyulun. Allah yolunda mücadele verin. Savaştığınız insanlarla aranızda bir anlaşma var ise ona riayet edin. Haddi aşmayın, meşru savaş esnasında öldürdüğünüz insanlara müsle (cesetlerine saygısızlık edip burnunu kulağını kesme) yapmayın, çocukları, yaşlıları, kadınları, ibadethanelerdeki insanları öldürmeyin”  (Müsned, 1/300; Ebu Davud, Cihad 82; Sünen-i Kübra, 9/90),
Hz Ebu Bekir de Suriye’ye gönderdiği Hz Üsame’ye şu talimatı vermiştir; “Ey Üsâme! İhanet etmeyin, haksızlık etmeyin, mal yağmalamayın, (meşru öldürmenin dışına çıkıp) müsle yapmayın (müsle=ölü cesedin azalarına dokunmak); çocuk, yaşlanmış, ihtiyar, kadın öldürmeyin, hurmalıkları kesip yakmayın Meyveli bir ağacı da kesmeyin Yemek maksadı olmaksızın davar, sığır, deve öldürmeyin. Yol boyu mâbedlere çekilmiş insanlara rastlayabilirsiniz, onlara dokunmayın, ibadetlerine karışmayın ” (İbnü’l-Esir, 2/335).
Yine Efendimiz Müslüman’ın karşısına silahı ( Kadın askerler ) ile çıkmayan kadınların savaşta bile öldürülmesini yasaklamıştır (Buhari, Cihad 147)
4.      Sulh ve barış ilkesi:
İslam, düşman tarafından teklif edilen sulh ve barış anlaşmalarına karşı barış ve sulh ile mukabele etmeyi prensip olarak kabul eder (Enfal Sûresi,61,62,63 ; Hucurat Sûresi,9). Kur’an “Sulh (daima) hayırlıdır”(Nisa Sûresi,128) mesajı ile bütün dünyaya bu hakikati 1400 seneden beri duyurmaktadır. “Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse,(şunu iyi bilin ki) Allah gafur ve rahimdir”(Bakara Sûresi,192) ayeti ile “Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur”(Bakara Sûresi,193) ayeti de sulhun önemini vurgulamaktadır.
5.      Esirlere iyi muamele etme ilkesi:
İslam, esirlere iyi muamele edilmesini emredir. Müslümanlar esirleri yedirmekle, aç ve susuz bırakmamakla mükelleftirler. Bu görevi de Allah rızası içi yaparlar.(Bakara Sûresi,177;Enfal Sûresi,69,70,71;Muhammed Sûresi,4; İnsan Sûresi, 8,9,10,11,12)
Savaş esnasında yasak olan fiiller şunlardır:
1.      İşkence. Öldürülecek olan kimseye dahi işkence edilemez; zulüm ve işkence bütün çeşitleriyle yasaktır.
2.      Savaşçı olmayanların öldürülmesi. Savaşçı, fizik bakımından savaşabilecek kimselerdir. Bunların dışında kalanlar kasten ve doğrudan öldürülemez. Bu cümleden olarak kadınlar, çocuklar, savaşçı sahiplerine hizmet için gelmiş köleler, körler, dünyadan el etek çekmiş din adamları, akıl hastaları, yaşlılar, hastalar, kötürümler vb. öldürülmez.
3.      İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi.
4.      Verilmiş söze ve yapılmış antlaşmaya aykırı hareket.
5.      Savaş zarureti bulunmadıkça zirai mahsullerin, orman ve ağaçların yakılması.
6.      Namus ve şereflere tecavüz, zina ve gayr-i meşru münasebetler. Düşman kadınlarının ırzına geçen sivil ve askerler zina suçu işlemiş olur ve bunun cezasını çekerler.
7.      Düşmandan alınan rehineleri öldürmek. Bunlar misilleme yoluyla dahi öldürülemez.
8.      Ölülerin başını veya uzuvlarını kesip teşhir etmek.
9.      Katliam. Hz. Peygamber ve raşid halifeler zamanlarında savaştan sonra esirler veya zapt olunan yerlerin ahalisi için katliam emri verildiğine dair bir tek örnek dahi yoktur. Mekke fethini müteakip Rasulullah (s.a.v.) bazı harb suçluları ve hainler dışında kalan düşmanlarını affetmiştir.
10.  Kesin bir meşru müdafaa söz konusu olmadıkça akrabayı öldürmek. Akraba düşman saflarında olsa dahi öldürülmez.
11.  Çiftçi, tacir, esnaf, işadamı gibi fiilen harbe iştirak etmemiş, savaş ile ilgili olmayan kimseleri öldürmek.
12.  Harb esirlerini rehine almak, kalkan yapmak, onların arkasında düşmana doğru ilerlemek.
13.  Bazı İslam hukukçularının açık ifadelerine göre zehirli ok kullanmak. Ki bu bakış açısı ile nükleer, kimyasal ve biyolojik silah kullanmanın da yasaklanmış olduğu görülmektedir. (Buhari, Cihad, 150 vd.; el-Benna, el-Fethu’r-Rabbânî (Tertibu-Müsnedi-Ahmed), C. XIV, s. 61 vd.; diğer kaynaklar için bak. Muhammed Hamidullah, İslam’da Devlet İdaresi, (trc. Kemal Kuşçu), İstanbul, 1963, s. 166 vd. )
İslam’da savaş hukukuna bina edilen daha böyle inceliklerle dolu çokça tafsilat vardır. Şimdi kabaca çerçevesini çizdiğimiz bu perspektiften bakarak ve bir örneği ele alarak şiddete karşı nasıl davranılması gerektiği üzerinde duralım.
Öncelikle altını çizmek gerekir ki; Ekseriyeti Müslüman olan ve İslam’ın sancaktarlığını yapan güzel ülkemiz, hem soğuk hem sıcak savaş şartlarında, ümmetin umudu olan vatanımıza göz koymuş din düşmanları tarafından her daim taarruz altındadır.
Tüm dünyanın algısını ve anlayış biçimini “Müslüman teröristtir ” fikrine yöneltmeye çalışan “11 Eylül ikiz kuleler” senaryosuna karşı uyanık olunmalıdır. Bunun bir senaryo olması İslam’ı yeterince tanımayan dünya kamuoyunu aldatmak demektir. Zira bir Müslüman ancak saldıran bir askeri öldürür, kadınlar, çocuklar, yaşlılar veya savaşa dâhil olmayan ilgisiz masumları öldürmez. Böylesi bir eylemden asla keyif almaz.
Üzücü olan şudur; bazı Müslümanların, savaş hukukunun her yönüyle çiğnendiği bu tablo üzerinden El-kaide gibi bir oluşumu ve Usame bin Ladin gibi kişilikleri alkışlaması ve bundan keyif almasıdır. Oysa her savaşta insanlar öldürülür ancak İslam hukukundaki ilkeler bundan keyif almayı men eder. Esed, FETÖ, PKK, MLKP gibi fare ve sivrisinek misali oluşumların itlafı halinde bile marazlı bir haşereden kurtulmakla sevinmek anlaşılabilir lakin bundan sadistçe bir keyif almak insandaki İslami bir hassasiyet değil tam aksine zulüm ve zalimlikten gelen bir duygudur. Allah hepimizi böyle bir zulümden muhafaza etsin…

Dr.Vehbi KARA

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...