Çarşamba, 13 Temmuz 2016 10:16

Cumhurbaşkanı Erdoğan Neden Hapse Atılmıştı?

28 Şubat 1997 Post-modern Darbesi Türkiye’de unutulmayacak derecede kötülüklere ve hıyanetlere sebep olmuştu. Darbeci generaller dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek kadar küstah aşağılık ve çirkin davranış içine girmişler, akla ziyan darbe icraatlarının yanında yargıyı da kendilerine benzetmişlerdi.

Düşünün ne günler yaşamıştık. Devrin Deniz Kuvvetleri Komutanı Başbakan’ın vermiş olduğu davette “Burada rakı yok mu?” diyor. Rakı getirip zıkkımlanacak kadar küstahlaşıyordu.

O dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) olan Recep Tayyip Erdoğan, Siirt’te bir şiir okudu diye hapse atılmıştı.  Peki, dünya siyasi tarihinde emsali olmayan böyle bir suçtan dolayı hapse atılmasının asıl nedenleri neydi? İşte bunun gerçek sebeplerini bizzat yaşadığım için anlatmaya çalışacağım…

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yıllar sonra başbakan iken Siirt'te toplu açılış töreninin ardından Cumhuriyet Meydanı'nda yaptığı konuşmasında; 18 yıl önce okuduğu ve cezaevinde sonuçlanan Ziya Gökalp'in şiirini tekrar okumuş Siirt'in siyasi hayatında ayrı bir yeri ve ayrı bir anlamı olduğunu belirtmişti.

17 Aralık 1997 tarihinde bu meydanda, okuduğu Milli Eğitim Bakanlığının, Talim Terbiye Kurulunun onayıyla geçmiş bütün kitaplarında yer alan Ziya Gökalp'e ait bir şiirle başlayan ve cezaevinde sonuçlanan bir süreci hatırlıyor muyuz, biliyor muyuz? Türkiye'nin nereden nereye geldiğini bu vesileyle bir kez daha hatırlayalım, özgürlük neymiş bunu bir kez daha hatırlayalım.

Ne diyordu o şiirde; “'Minareler süngü, kubbeler miğfer; camiler kışlamız, müminler asker. Bir şey beni sindiremez; gökler, yerler açılsa, üzerimize tufanlar, yanardağlar saçılsa; Biz oyuz ki; imanıyla övündüğümüz ecdadımız, titretici şeylere hiçbir gün diz çökmemiş; zaferlerin kapısı, Anadolu'nun tapusu Malazgirt'ten ta Çanakkale'ye imanın geçilmez kalesine kadar bizi zaferden zafere koşturan şey işte şu anda içinde bulunduğumuz inanç birliğidir”.

Ordudan eşlerinin başörtüsü nedeniyle atılmış olan binlerce asker Erdoğan ile birlikte direniyor baskı ve yıldırmaya karşı meşru haklarını kullanarak mücadele ediyordu. İşte darbecileri ve diktatörlük heveslilerini çıldırtan neden buydu. Yoksa şiir yüzünden kimse hapse atılmaz…

1912 yılında yazılmış bu şiiri Siirt'te okuduğu için 1999 yılında Pınarhisar Cezaevi'nin yolunu tutan Erdoğan, yılmadı, sinmedi halka sırtını dayayarak ve Allah’ın izni ile direndi, önce Başbakan şimdi de Cumhurbaşkanı oldu.

Darbeci Generallerin ve onlarla işbirliği yapan siyasetçilerin değil, milletin dediği oldu. Halbuki CHP zihniyeti ve darbeci generaller o günlerde mangalda kül bırakmıyorlardı. 28 Şubat darbesi 1000 yıl sürecek diyorlardı. Halkımıza ve kendilerine engel olarak gördükleri dindar askerlere dünyayı zindan etmek için adeta yemin etmişlerdi.

Ben de o dönemde Deniz Kuvvetlerinden atılmıştım. Binlerce asker arkadaşım gibi ekmek parası derdine düşmüştüm. O güne kadar “rızkı veren Allah’tır, işten atılırsanız korkmayın, Allah bir kapı kapar bin kapı açar” diyerek asker arkadaşlarıma destek oluyordum. Lakin büyük bir karamsarlık ve sıkıntı bütün ülkeyi sarmıştı. Bu arada kamu ve özel kurumlarında çalışmak üzere arkadaşlarımızla birlikte  müracaatta bulunuyorduk.

Darbe günleri herkes birbirinden korkuyor dindar bildiğimiz işadamları dahi bizlere iş vermekten kaçınıyordu. Alın terimizle, emeğimizle yeniden çalışmaktan men edilmiştik. Böyle bir zamanda istisna olan tek bir şahıs vardı. İşte o şahıs Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dı. Bizlere başkanı olduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesinde (İBB) görev vermişti. Ben de o dönemde Müdür Yardımcısı olarak göreve başlamıştım.

İBB’de benim gibi 30 civarında asker emeklisi göreve başlamıştı. O dönemde İSKİ ve Belediye yolsuzluklardan kurtulmuş su sorunu ve belediyecilik hizmetlerinde büyük başarılar kazanmıştı. Zaten ülkemizin Erdoğan’ı ilk tanıması burada olmuş İstanbul şehrini olağanüstü başarılı bir şekilde yöneterek şu anda gelmiş olduğu kariyerinin ilk basamağını gönüllere taht kurarak geçmeye muvaffak olmuştu.

Fakat darbeci generaller, ABD, Batılı güçler ve Ecevit sayesinde ülkeyi yangın yerine çevirmişti. Ekonomik krizler, Apo’nun paketlenip Türkiye’ye teslim edilmesi ve Fetullah’ın ABD’ye götürülüp hıyanetine burada devam etmesinin yolu açılmıştı.

Erdoğan’ın biz dindar askerlere sahip çıkması ve istihdam etmesi darbeci koalisyonu çileden çıkarmıştı. Ne yapıp ettiler bir şiir okudu diye yargıyı korkutarak Erdoğan’ı tutuklattılar ve hapse attılar. Yerine de Ali Müfit Gürtuna isminde darbecilerle işbirliği yapacak kadar zavallı bir insanı İBB’ye yerleştirdiler.

Gürtuna da kendine yakışanı yaptı ve benimle birlikte İBB’de görev yapan asker kökenli memurları temizledi. O tarihlerde YAŞ kararları Anayasanın 125. Maddesi gereğince yargıya kapalı olduğu için hukuki yollardan hiçbir şey yapamamıştık. Bize kalan tek ve son yol olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de aleyhimizde karar vermişti. Yani başörtülü eşi olan orduda görev yapamaz yetmedi kamu da da çalışamazdı. Yazıklar olsun. Resmen bizlere cüzzamlı muamelesi yapılıyordu. Fakat biz de aynı Erdoğan gibi yılmadık mücadelemize devam ettik.

YAŞ kararı yargıya kapalıydı ama Belediye Başkanının kararları yargıya açıktı. Hemen İstanbul İdare Mahkemesinde dava açtık ve kazandık. Bu olay şimdiye kadar başarılı olduğumuz ikinci icraat idi. Birincisi ise ASDER’i kurmuştuk. Lakin Gürtuna, darbecilerle işbirliği yapıyordu ve zorunlu olmadığı halde bizler hakkındaki olumlu kararı kaldırmak üzere Danıştay’a temyiz davası açtı. O tarihlerde çok politize olmuş olan Daniştay hemen temyiz davasında Gürtuna’yı haklı buldu ve benim gibi 30’ a yakın kişi üçüncü defa kamudan atılmak durumunda kaldı.

Bu dönemde ticaret gemilerinde çalışmaya başladım. 2. Kaptanlık ve Süvarilik yaparak Rabbimin yazdığı rızkımızı dünyanın bir ucunda aramaya koyulduk. Kaptanlık yaparken başımıza gelen bu olayları bir gazetede yazmaya çalıştım. Hatta iki tane de kitap yayınlayarak dindar insanların başına gelen olayları dile getirmeye çalıştım. O dönemde müstear isim kullanıyor “Vehbi Horasanlı” olarak makaleler yazıyordum. Aynı isimle “Bahriyede 15 Yıl” ve “Altı Ayda Altı Kıta” isimli 2 kitabımı yayımladım. Haklı davamızı anlatmaya çalıştım.

Bu dönemde yaptığımız ilk başarılı icraat ASDER’in kurulmasıydı. Fakat bu iş çok zor olmuştu. Çünkü resmen devletle mücadele ediyorduk. Meşru haklarımız için mücadele ederken sanki devlete karşı geliyormuş gibi bir hava vardı. “Devlete kafa tutulmaz” diyerek destek beklediğimiz kesimlerden köstek yiyorduk. Bu da yetmemiş gibi sivil toplum örgüt yönetiminden habersiz olan bizler kurmaya çalıştığımız kooperatif vakıf ve dernek çalışmalarında birbirimize giriyor, ben kıdemliyim sen astsın vs. diyerek birbirimizi dinlemeye dahi tahammül edemiyorduk.

Bir kısım arkadaşlarımız “içimizde devlet ajanları var, takip ediliyoruz” diyerek korku ve vesvese veriyorlardı. İşte o günlerde şunu söyleyerek bu sıkıntının aşılmasında yararlı oldum. Dedim ki “Yahu bir devlet düşünün 10 bine yakın askeri ordudan çıkarsın ve bunu takip etmesin. Hiç böyle şey olur mu? Elbette bizi takip edecekler. Lakin bizler haklı ve meşru davamızda bundan korkup haklarımızı almak için mücadele etmez isek Ruz-i Mahşerde ne yüzle çıkıp hesap vereceğiz”. Bu sözüm üzerine arkadaşlarım bana hak verdiler ve bu vesvesenin önüne geçmiş olduk.

İşte azmin sonu zaferdir. Sabrın sonu selamettir. Müspet hareketle onca badireyi atlatarak bu günlere geldik. Bizden kat kat fazla baskı ve zorbalığa karşı direnen Erdoğan ve arkadaşları ise devletin en üst makamlarına geldiler. Haza min fazli Rabbi…

Dr.Vehbi KARA

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...