Cumartesi, 30 Temmuz 2016 12:20

Ordu Savaş Gemisi- Millet Deniz Feneri

Oruçreis Fırkateyninden millete ve seçtiği iktidara fırça atmaya kalkan İlker Başbuğ'a  böyle cevap vermiştim. Meğer bu cevap yazıyı yayınlayan Zaman Gazetesi için de geçerli imiş:
 
ORUÇREİS FIRKATEYNİ VE DENİZ FENERİ
22 Aralık 2009-Zaman

Ülkemiz, değişik milletlerin, kültür ve medeniyet havzalarının, kıt'aların ara kesitinde yer alan ve tüm bu çevrenin birbiri ile irtibatını kuran geçiş yolu konumunda, karmaşık ve zor bir coğrafyada yer almaktadır. Böyle bir coğrafyanın merkezinde barınabilmek, güvenlik odaklı bir birey ve toplum yapısını beslemekte, güvenlik kurumlarını ön plana çıkarmaktadır. Böyle zor coğrafyalardaki devletlerin kuruluş sürecinde ordu zihniyet yapısının belirleyici rolü olduğu görülmektedir. Bu zihniyet yapıları ise doğal olarak ordunun paradigması ile yakından alakalıdır. Ancak madalyonun bir de arka tarafı vardır: Zor coğrafyalardaki devletlerin yaşadığı krizlerde de orduya hakim zihniyetin ve merkezi paradigmanın büyük payı bulunmaktadır. Toplumdan, toplumun değerlerinden meşruiyet almayan paradigmalar, devlete totaliter özellikler kazandırırlar. Uzun vadede devlet-toplum ilişkilerinde gittikçe derinleşen krizlere yol açarlar.

Paradigma ve değişim

Paradigma, kök düşünce, merkezi fikir demektir. Her şey bu "paradigmaya göre"leşir. Paradigma mihenk taşıdır. Arazi planlarında, röper taşı paradigmadır. Röper taşının yeri değiştikçe, arazi planı da değişir. Fotoğraflarda, fotoğraf makinesinin objektifi paradigmadır. Objektifin yeri değiştikçe, farklı fotoğraflar elde edilir. İnsanların durdukları yerler de paradigmadır. Çünkü, herkesin gördüğü manzara durduğu yere göredir. Aynı şekilde, insanların yaşı, cinsiyeti, bilgi birikimi, mesleği, sınıfı, etnik kimliği vs. birer duruş yeridir ve dış dünyayı buradan algılarlar. İnsanın gayesi menfaat ise o, menfaat eksenli davranışlar üretecektir. Her insanın bir duruş yeri olduğu gibi, toplumların da, kurumların da birer duruş yerleri vardır. Verilen hükümler ve alınan tutumların temelinde bu duruş yerleri bulunmaktadır. Herkes, kendi hükümlerinden ve takındıkları tutumdan emindirler. Çünkü, bulundukları yerden görünen manzaraya göre verilecek tek doğru karar ve takınılacak tek doğru tutum budur diye düşünürler.

Paradigma değişimleri, olayların ve olguların zihinlerdeki yansımasını da değiştirir. Algılanan veriler paradigma değişiminden öncekiyle aynı olsa da, bu verilerin anlamlandırılması farklı olacağından, her olgu öncekinden farklı bir anlam kazanacaktır. (http://sozluk.bilgiportal.com/sozluk/paradigma) Sosyal olaylarda veriler sürekli değiştiği için, hükümler de sürekli değişir. Askerlikte durum muhakemesi, bu verilerdeki değişimler belirlenip bunlara göre yeni taktikler geliştirmek için yapılır. Günümüzde orduyu merkeze oturtan tartışmalar da sözünü ettiğimiz statik paradigma-dinamik çevre çatışmasından kaynaklanmaktadır. Statik bir paradigma ve onu temsil edenler, dinamik bir alanın merkezinde zora ve güce dayanarak kısa vadeli olarak tutunabilir. Ancak paradigma güçle ilanihaye sürdürülemez. Toplumsal gerçeklik değiştikçe paradigmanın da uyarlanması zorunludur. Çünkü, dinamik olan sosyal gerçeklik, mutlaklaştırılmış paradigmalarla tutarlılığını uzun müddet koruyamaz.

Her devrin makinesini çeviren bir kuvvet vardır. Hükümler ve hükümranlar zamana, devirlere göre değişebilir. Eskiden kim kuvvetli ise, kimin kılıcı keskin ise, merkeze yerleşir, çevre yüzünü ona döner, ona göre vaziyet alırdı. Ancak, günümüzde belirleyici olan kuvvet ve kuvvetli değil; hukuk devleti, adalet, insan hakları, hürriyet, kamuoyu ve bilgidir. Kim bunları temsil ederse, o yükselecektir.(Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat-1911) Bunlara tabi olmayıp, kuvvete dayananlar gittikçe takatten düşecek, toplumdan ve hayattan koparak, gerçeğin ve meşruiyetin dışında kalacaklardır. Ülkemiz 2000'li yıllara kadar orduyu elinde tutan üst düzey askerlerin paradigmalarına göre şekillenmiştir. Anayasalar dahi bunların eseridir. Ancak, günümüzde artık dayatmalara göre vaziyet alan bir toplum söz konusu değildir. Gerçekliği, farklı paradigmalardan hareketle algılayan bir toplum söz konusudur. Bu farklı paradigmaların kıyasıya çatıştığına şahit oluyoruz.

Bir konuşmanın içeriğine bakarak, kim, kime, nereden, ne konuda, ne zaman hitap ediyor anlayabiliriz. Genelkurmay Başkanı, topluma ve toplumun bütün kurum ve makamlarına, Oruçreis Firkateyni'nden; yani kuvvetin belirlediği bir konumdan, siyasi ve adli konulara dair amirane bir üslup ile hitabediyor. Genelkurmay Başkanı Başbuğ'u savaş gemisine çıkarıp malum üslup ve içerik ile konuşturan şey nedir? Elbette paradigma... Bu paradigma sayesindedir ki, Sayın Başbuğ, yetkili ve sorumlusu başka kurumlar olan adli ve siyasi konularda basına, topluma, devlet makamları ve kurumlarına hitap etme yetki ve konumunda algılayabiliyor kendisini... Röper taşı benim diyor. Geçmişte olduğu gibi bundan böyle de, merkezinde benim bulunduğum bir fotoğraf istiyorum diyor. Bu hitap, neden 2000'li yıllar öncesi etkiye sahip olamıyor? Çünkü, bu hitap geçmişte olduğu gibi, bütün unsurları ile yanlış bir hitaptır; ancak zaman değişmiştir; zamanın hükmü ve hükümranı değişmiştir ve asıl önemlisi de muhatap değişmiştir. Artık bu milletin ordusu, yanlış yerde duranların algılarına mahkûm olamaz. Ordu bir durum muhakemesi yapmalı ve toplumu kendi paradigmasına uyarlama yerine, kendi yanlış paradigmasını topluma uyarlamalıdır. Ordu, toplum ve değerleri ile kurulan problematik ilişki türünün yol açtığı tahribatı anlamalı ve toplumla bağını yeniden tanımlamalıdır.

Gerçekler değil, biz değişmeliyiz

Frank Koch, Amerikan Denizcilik Enstitüsü'ne ait bir dergide şu hadiseyi anlatır: "Eğitim filosuna bağlı iki savaş gemisi, günlerdir kötü hava şartlarında manevra yapıyordu. Ben en öndeki gemide vazifeliydim. Hava kararmıştı. Köprüde nöbet tutuyordum. Ara sıra yoğunlaşan sis sebebiyle görüş mesafesi kısaydı. Dolayısıyla komutan köprüde kalmış, bütün faaliyetleri denetliyordu. Karanlık çöktükten kısa bir süre sonra, iskele tarafındaki nöbetçinin sesi duyuldu: "Işık! Sancak tarafında." Komutan seslendi: "Düz mü gidiyor, kıça doğru mu?" Nöbetçi, "Düz ilerliyor komutanım" diye cevap verdi. Demek ki gemiyle tehlikeli bir çarpışma rotası üzerindeydik. Komutan emir verdi: Gemiye sinyal gönder! "Çarpışma rotasındayız. Rotanızı 20 derece değiştirmenizi öneriyoruz." Karşıdan şu sinyal geldi: "Rotanızı 20 derece değiştirmeniz önerilir." Komutan: Sinyal gönder, "Ben komutanım. Rotanızı 20 derece değiştirin." dedi. Karşıdaki, "Ben deniz onbaşıyım. Rotanızı 20 derece değiştirirseniz iyi olur." diye cevap verdi. Komutan iyice hiddetlenmişti. Hırsla emretti: Sinyal ver! "Ben bir savaş gemisiyim. Rotanızı 20 derece değiştirin." Karşıdan ışıklarla cevap geldi: "Ben bir deniz feneriyim." Rotamızı değiştirdik." (Covey, 1992: 33).

Toplumlar ve toplumsal gerçeklikler deniz fenerleridir. Oruçreisler ise deniz fenerine göre rotasını düzeltecek savaş gemileri...

Yusuf Çağlayan

Emekli Askeri Hakim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu kategoriden diğerleri: « MİLLETİN DARBESİ…. SELAM OLSUN... »

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...