Pazartesi, 20 Kasım 2017 23:37

Hedef Türkiye

8-16 Kasım tarihleri arasında NATO’nun kuzey kanat ülkesi Norveç’te Trident Javelin (Üç Uçlu Mızrak)  adı verilen bir tatbikat yapıldı. Simulasyon üzerinden yapılan bu tatbikatın bir de senaryosu var. Senaryoya göre "düşman" hedef olarak işaretlenen ülkenin adı Skolken. Bu ülke NATO'ya rağmen S-400 Hava Savunma füze sistemi edinmekle suçlanıyor. Hayali Skolken ülkesi, iki devlet başkanının fotoğrafı ile tanımlanıyor. Norveç ordusunda çalışan bir teknisyen bu ülkenin ”diktatör lideri” diye, düşman tablosuna 1. Cumhurbaşkanımız M.Kemal Atatürk’ün fotoğrafını koyuyor. Yine Norveç’li bir subay ise RTerdoğan adıyla sahte bir hesap açıyor ve buradan, şimdiki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafını “düşman unsur”olarak tanımlıyor.

Özrü Kabahatinden Büyük

Skandalın patlak vermesinin ardından NATO bir açıklama yaptı. Açıklamada yukarıda bahsettiklerimizden de anlaşılacağı gibi tamamen Türkiye’yi hedef yapan fotoğraflar için “bireysel hata” denildi. Yine yapılan açıklamada fotoğrafların rastgele konulduğu belirtiliyor. Dünyada 7 milyar insan yaşıyor. O kadar insan içinde Atatürk’ün ve Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğraflarının senaryoda kullanılmasını tesadüfle veya bireysel hata ile izah etmek mümkün değil.

Fetö İşin İçinde Olabilir mi?

15 Temmuz darbe ve işgal teşebbüsünün ardından Türkiye, yurtdışında görev yapan askeri personeli geri çağırmıştı. Bunlardan özellikle NATO’da görev yapan 200 civarında subay geri dönmedi. Geri dönmedikleri gibi özellikle Almanya’daki NATO üssünde görevli olanlar iltica talebinde bulundu ve talepleri de Alman makamlarınca kabul edildi. Şu anda, başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde iki bine yakın firari konumda asker-sivil Fetö’cü var. Ve bu kişiler Avrupa’da ve ABD’de Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturma çabası içindeler. NATO’da patlak veren skandalın içinde Fetö parmağının olması uzak bir ihtimal değil. Nitekim birkaç gün önce ABD’de yapılan bir toplantıda Genelkurmay Başkanımız da bu ihtimali dile getirdi.

Uluslararası İttifaklara girmek de çıkmak da kolay olmuyor

1945’te sona eren 2. Dünya Savaşı dünya için tam bir felaketti. Yaklaşık 60 milyon insan hayatını kaybetti. Türkiye savaşa katılmadı. Ne var ki Almanya ve müttefiklerinin mağlubiyeti ile sonuçlanan savaştan sonra dünya için yeni bir sayfa açıldı.  ABD liderliğinde Kuzey Atlantik İttifakı (NATO), karşısında da Sovyetler Birliği'nin öncülüğünde Varşova Paktı olmak üzere iki kutuplu bir dünya ile karşı karşıya kalındı ve böylece Soğuk Savaş dönemi başlamış oldu. Türkiye, 1949’da kurulan NATO'ya 1952'de kabul edildi.  O zamanın şartları altında bir yerde buna mecbur kalmıştı. Çünkü 2. Dünya Savaşı'nın galip devletleri arasında yer alan Sovyetler Birliği savaştan çıkmış ve yaklaşık 2 milyon silah altında askeriyle güçlü bir durumdaydı. İstanbul ve Çanakkale boğazlarının ve dahi Kars ve Ardahan'ın da kendisine bırakılmasını talep ediyordu. Türkiye'nin mevcut imkanları buna karşı koymak için yeterli değildi. O nedenle NATO'ya girmek istedi ve ilk başta ayak sürünse de sonrasında Kore’de başlayan savaşa ilişkin Birleşmiş Milletlerin aldığı karara destek verdi. Bir Tugay askerimizi, bizimle hiç ilgisi olmayan o bölgeye göndermek zorunda kaldık. Aslında bu bir bedeldi. NATO'ya girmek için böyle bu bedeli ödemek zorunda kaldık ve 1952'de NATO üyesi olduk. NATO 5. Maddesi şöyle der, “üye ülkelerden birine yapılan saldırı tüm ülkelere yapılmış sayılacak ve tüm ülkeler birlikte buna karşı koyacaktır”. Bu madde Türkiye için bir güvence olacaktı. Ancak Türkiye’nin 1984 yılından beri PKK’ya ve diğer terör örgütlerine karşı verdiği mücadelede NATO hiçbir zaman yanında olmadı.

Tam aksine NATO'ya üye oluşumuzdan sonra güney kanat ülkesi olduk. Ülkemizin birçok yerinde NATO Tesisleri kuruldu. Başlangıçta bir zaruretten dolayı girmiş olduğumuz NATO’nun, süreç içerisinde maalesef Türkiye'yi yavaşlatan, ülkemizi kontrol altında tutan bir yapı olduğunu gördük. NATO denince, akla gelmesi gereken ülke ABD’dir. Amerika Birleşik Devletleri dünya hegemonyası için NATO’yu kullanmaktadır.  Bu gerçek, beraberinde NATO üyesi ülkelerin ABD kontrolünde olmasını da beraberinde getirmiştir.

Hal böyle iken hem Avrupa, hem Asya hem de Afrika'nın kesiştiği stratejik bir noktada olan Türkiye'yi kendi başına bırakmazlardı. Nitekim Türkiye ne zaman kendi kararlarını uygulamak istemişse başına birçok bela açılmıştır. 1960 darbesini, 1971 muhtırasını, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerini, 27 Nisan e-muhtırasını, MİT krizini, Gezi olaylarını, 17/25 Aralık yargı darbesini ve 15 Temmuz darbe ve işgal teşebbüsünü bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Başlangıçta bizim lehimize gibi görünen bu ittifak, adeta bizi teslim alma için noktasına gelmiştir.

Yazının başından beri NATO'yu ele almaya çalıştım. Tabii şu soru sorulabilir; “bize bunca zarar veren bir ittifaktan neden çıkmıyoruz?”. Uluslararası ittifaklara girmek kolay olmadığı gibi çıkmak da o kadar kolay olmuyor. Şu an Türkiye'nin gerek ekonomik gerek askeri ve gerekse diğer milli güç unsurları arzu edilen seviyeye ulaşmış değil. Ulaşmış dahi olsa önümüzde bir İngiltere örneği var. Refarandumda Brexit kararı onaylanmış olmasına rağmen İngiltere Avrupa Birliği'nden hemen çıkamıyor. Önüne konmuş yaklaşık 42 milyar dolarlık bir fatura var.

 Türkiye’ye gelince; elbette ki ülkemize kaşı tuzaklar kuran bir ittifakla daha fazla yol alması düşünülemez. Ne var ki mevcut şartlar şimdilik bu adımı atmamıza mani oluyor. 

İbrahim Keleş

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu kategoriden diğerleri: « Hilafet ve Milliyetçilik Feto ve Nato »

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...