Cumartesi, 01 Aralık 2007 08:56

Namaz Kılanı Düşman Görmek

Namaz kılanı düşman Görmek
Namaz kIlanI düşman görmek, sosyal şizofreniye götürür

 

 

Türkiye`nin bir kısmını bir kısmına kavgalı yapmaya çalışıyorlar. Bu bir kısım, ibadetini yapmaya çalışan, aynı zamanda da eğitim almaya çalışan gençler ve insanlar. Bu insanları düşman kategorisine koymak sağlıksız bir düşünce sistemidir. Toplumun kendi kendini yok etmesine götürür. Sosyal şizofreni dedikleri bu durumdur.

 

 

Soğuk savaş döneminden sonra dünya yeni düşmanını belirlemişti. Kökten dincilik. Ancak kökten dincilik tanımlanamadı. Bu kavram karmaşasını günlük yaşamamızda sık sık görmeye başladık. Geçen haftalarda APA (Amerika Psikiyatri Birliği)`nin yıllık toplantısı 19-25 Mayıs tarihleri arasında San Diego`da gerçekleşti. WPA (Dünya Psikiyatri Birliği)`nin bilimsel komiteleri de bu sırada toplantılarını yaptı. Komitelerden biri de "Din, Sipritüalite ve Psikiyatri" komitesiydi. Komitede ilginç bir tartışma yaşandı. İsrail kökenli olduğunu tahmin ettiğim konuşmacı İslam dininin, terörü ve şiddeti desteklediğini belirtti ve İran örneğini verdi. Faslı konuşmacı, Profesör Moussaou; "Kur`an`ın İran ve Suudi Arabistan yorumu ile Türkiye ve Fas (Morocco) yorumu aynı değil. Türkiye`de ve Fas`ta sex shoplar var, halkın toleransı yüksek; ama İran`da bu toleransı göremezsiniz." dedi ve bana düşüncemi sordu. Ben de aynı düşüncede olduğumu söyledim. Gerçekten de tarihsel seyre bir baktığımızda, Mevlânâ Anadolu`dan çıkmıştır. Her dine kucak açmıştır. Osmanlı hoşgörüsü hep meşhur olmuştur. Yahudiler İspanya`da, Katolikleri de Osmanlılar kabul etmiştir. Yavuz Sultan Selim`in dinî azınlıklara aşırı tedbirler almasını şeyhülislam engellemiştir. Osmanlı şeyhülislamlarının doğru yorumu Osmanlı`nın uzun ömürlü oluşunda büyük rol almıştır. Eğer Timur, Cengiz cengâverliği ile Osmanlı sultanları devam etseydi, çok kültürlü, çok dinli imparatorluk olabilir miydik? Osmanlı böyle yaşarken Türklüğü hiç unutturmamış ve gönüllü Türkleşme hareketine neden olmuştur. Avrupa toplumu Türkler derken Müslümanları kastetmişlerdir asırlarca.

 

 

Bunun adı sosyal şizofreni Japonlar Çin`i istila ettikleri kısa sürede, Amerikalılar Vietnam`da bulundukları kısa sürede arkalarında hep nefret bıraktılar; ama Osmanlı coğrafyasında hatta Filistin`de Osmanlı ve Türk muhabbetinin İslam`ın bu yorumu ile ilgili olduğunu görmek gerekir. Türkiye`de soğuk savaştan sonra ve 28 Şubat sürecinde din odaklı şiddet eylemleri hep beklendi. Silahlı Kuvvetler’den dinî duyguları nedeniyle uzaklaştırılan insanlar, silahlı eğitim aldıkları halde hiçbir şiddet eylemine karışmadılar. Türkiye`de EMASYA programı dahilinde hep irticaî kalkışma adı altında ayaklanma beklendi. Ama hiçbir dinî motivasyon böyle bir kalkışmaya fırsat vermedi. Anadolu`da asırlardır var olan İslam dininin ılımlı yorumunu görmek ve Bin Ladin İslam`ı, Humeyni İslam`ı ile Anadolu Türkü`nün İslam`ını ayırt etmek gerekir. Mustafa Kemal`in Anadolu`dan çıkması tesadüf değildir. Eğer Atatürk, Suudi ve İran coğrafyasında yapmak istediklerini gerçekleştirmek isteseydi gerçekleştiremezdi. Bu onun dehası kadar, Anadolu insanının dinî yorumunun ne kadar evrensel olduğunu da gösteriyor.

Türkiye`de yaşayıp İran gibi düşünen radikal gruplar yok mudur? Tabii ki vardır. Ama çok azınlıktadır. Şimdi yapılan hata şudur: Evrensel dinî tezahürleri irticanın belirtisi gibi algılamak... Liseli bir gencin ibadet etme özgürlüğü yok mu? Böyle bir talebi uyuşturucu ve şiddet salgınlarının böyle yaygın olduğu ortamda desteklemek gerekirken, kösteklemek bütün dünyanın gidişine zıttır. Dünya Psikiyatri Federasyonu, dinî ilginin desteklenmesinin koruyucu ruh sağlığı etkisi olduğunu kabul etmiştir. Bununla ilgili aktiviteleri teşvik ederken, Türkiye`nin bu konuda korkuların esiri olması gerçekçi değildir. Çağdaşlaşmaya aykırıdır. Türkiye, gerçekten sosyal psikoloji laboratuvarı gibi pek çok zengin bulgulara sahiptir. Duygusal ve sosyal beyin araştırmalarında şu vardır. Bazı insanlar beyninin bir bölgesini algılayamazlar. İhmal sendromu yaşarlar. Gece yatarken vücudun bir tarafını yabancı kabul ettikleri için yataklarında birisi var zannederler. Vücutlarının bir kısmını ötekileştirmişlerdir. İnsan küçük bir toplum, toplum da küçük bir insan olduğuna göre aynı rasyoneli topluma da yansıtabiliriz. Toplumu yöneten bir kısım insanlar, toplumun bir kısmını yabancı ve öteki olarak algılamışlardır. Öteki bir şeyler yapmaya çalıştığında kendi organlarına zarar vermeye başlarlar. Şimdi Türkiye`yi yönetenler toplumun bir kısmını düşman olarak algılıyorlar. Kendilerine yabancılaştırıyorlar. Tıpkı `ihmal sendromu` gibi kendi kendilerine zarar vermeye yani Türkiye`nin bir kısmını bir kısmıyla kavgalı yapmaya çalışıyorlar. Bu bir kısım, ibadetini yapmaya çalışan, aynı zamanda da eğitim almaya çalışan gençler ve insanlar. Bu insanları düşman kategorisine koymak sağlıksız bir düşünce sistemidir. Toplumun kendi kendini yok etmesine götürür. Sosyal şizofreni dedikleri herhalde bu durumdur.

 

 

Çözüm; tepki ihmal sendromunda olduğu gibi vücudun bir kısmını diğer büyük kısmına yeniden öğretmek. Bunun yolu da diyalog, sabır ve akılla yapılan açık iletişim çözümleridir. Öfke ve restleşme kendi uzvumuza zarar vermektedir. Önyargılarımız doğru algılamalarımızın önündeki en büyük engeldir. Dostu ile düşmanını karıştıran yönetimler uzun vadeli ayakta kalamazlar. Aşılması gereken en büyük önyargı da "Türkiye İran gibi olacak" önyargısıdır. Türkiye`nin Anadolu Türklerinin asırlardır kültür haline getirdiği İslam yorumu bunun Türkiye`de mümkün olmadığını gösteriyor. İkinci önyargı; "Siyasi iktidar sözde cumhuriyetçidir." Niyeti anlamanın en iyi yolu davranışları gözlemlemektir. 4-5 yıllık sürede Türkiye`yi Batı`ya en hızlı yaklaştıran bir idareye samimiyetsiz demek önyargıdır. Üçüncü önyargı; "Hep eşi başörtülüler bürokraside yükseliyor." Önyargının yanlışlığına işareti şu olmalı, hükümet liyakate mi bakıyor, ideolojiye mi?

Korku üzerine siyaset

 

 

Daha liyakati yüksek biri varken dindar birini o makama getiriyorsa eleştirilebilir. Dördüncü önyargı; "Dinî tezahürler irticaî faaliyettir." Bu sosyal yargı ile hareket edersek Sırpların Bosna`da camileri öncelikle yok etmeye çalıştıkları gibi önce Türkiye`de camileri yok etmemiz gerekir. Beşinci önyargı; "Yüce dinimiz istismar ediliyor." Eğer birileri bir şeyi istismar ediyorsa o şeyi istismar etmeden kullanan insanların önünü açarak kötü örnekleri azaltalım. Bu ülkede din istismarı kadar laiklik ve cumhuriyetçilik istismarı gördük. Hatta son aylarda TSK bile istismar ediliyor. Siyasi bir parti kendi çıkarı için TSK`yı sopa gibi kullanıp yargıyı etkilemeye çalışıyor. Bu istismar değil mi? Altıncı önyargı; "Gerekirse darbe yapılır." Önce sözlü sonra yazılı uyarılar, sonuç alınmazsa darbe yapılır. TSK`nın re`sen böyle bir yetkisi var mı? TBMM açıkken silahlı bir gücün bunu düşünmesi çağdaş ve evrensel bir düşünce değildir. Sekizinci önyargı; "Laik kesimin tabanı yoktur." Cumhuriyet mitingleri, bunun bir önyargı olduğunu ve toplumsal muhalefette ciddi bir tabanı olduğunu gösterdi. Artık herkes millet üzerinde hesabını ona göre yapsın. Artık darbeye gerek yoktur kanaati samimi kişilerde uyanmaya başladı. Özellikle dış dünya bu manzara karşısında Türkiye`deki demokratikleşmeye daha fazla güvenmeye başladı.

 

 

Dokuzuncu önyargı da; "Benim yaşam tarzım ayıplanıyor, ben de onlara meydan okumalıyım" diyerek yok etmeye götüren bir önyargıdır. Bu önyargı, çatışmayı artırıyor ve sonuç da vermiyor. Örtülü bir kişi veya dekolte bir kişi, diğer insanlar arasında ayıplanıyor duygusunu yaşıyorsa, bu onun iç sorunudur. Ortalama bir dindar ortalama bir laik kişi, karşı giyimli bir kişiyi Türkiye`de ayıplamaz. Bu kaygı yersizdir. Türkiye`de şu anda kendi tezi olmayanlar korku ve düşmanlık duygularını harekete geçirecek politika üretmeye çalışıyorlar. Böyle siyaset yapanlar kısa vadeli sonuç alabilirler; ama orta ve uzun vadede bu silah hep geri tepmiştir. Türkiye`de dindarlar liberalleşirken laiklerin de liberalleşmesi gerekir. Mamafih Cumhuriyet mitingleri yaşam biçimi dayatmalarına karşı Türkiye`de karşılıklı birbirini tanıma ve anlama süreçlerine katkı sağlamıştır. Siyasete dini karıştırmayalım; ama dindar insanlara da istedikleri gibi yaşama ve çocuklarını eğitme hakkı verelim. Demokratik akıl böyle diyor. Sorunlara askerî akılla yaklaşanların kulakları çınlasın.

 

 

ASDER İSTANBUL ŞUBE BAŞKANI VE İNSANİ DEĞERLER VE RUH SAĞLIĞI VAKFI BAŞKANI / PSİKİYATRİST

 

 

PROF. DR. NEVZAT TARHAN

 

 

02 Haziran 2007 

Son Düzenlenme Perşembe, 01 Mayıs 2008 06:22
Prof.Dr. Nevzat Tarhan

Yönetim Kurulu Başkanı

www.nevzattarhan.com | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...