Çarşamba, 21 Ekim 2009 03:15

AÇILIRKEN SAVRULMAYALIM

                 

AÇILIRKEN SAVRULMAYALIM

 

 

       Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu en öncelikli sorunun terör (Kürt – Güneydoğu) meselesi olduğunda artık herkes hemfikir. Çeyrek yüzyılı aşan bu meselenin bize nelere mal olduğu da hepimizin malumu. Çözüm gerektiren her işte olduğu gibi, bunu da erken ve doğru teşhis ile bu raddelere gelmeden halletmek mümkün idi. Ancak bu belayı başımıza saranlar ile devlet adamı olamamış aymaz siyasetçilerimiz ve ilgili üst düzey asker-sivil bürokratlarımız sayesinde bu günlere gelindi.

         Bugün sorunu görmezden gelmek, ertelemek, ötelemek, birilerine havale etmek yerine çözüme soyunmuş bir iktidar var karşımızda. Hem de netameli hale gelmiş bir konuda cesaretle hareket eden bir siyasal parti. Siyaseten olduğu kadar her bakımdan risk taşıyan bu sürecin mutlaka ama mutlaka doğru kararlarla doğru yönetilmesi stratejik mahiyette önem arz etmektedir. Çünkü bu süreçte yapılacak hataların bedeli ağır olduğu kadar, telafisi de mümkün olmayacaktır. Sadece bundan dolayıdır ki; alınacak doğru karar ve uygulamalara katkı sunmak üzere bir kısım bilgi ve samimi tereddütlerimizi açıklamayı bir görev addettik.

 

        Öncelikle sorunun lokomotifi durumunda olan terör örgütünde yer alan kişilerin konum ve fonksiyonlarını bilmekte yarar var. Bunlar:

Ø  Savaşcı:  Örgütün dağ kadrosunda yer alan silahlı teröristlerdir. Görevleri sadece belirlenen yerlere eylem yapmaktır. Bir kişinin emrinde değişik sayıda kişiden oluşan  grupları teşkil ederler. Emir komuta eden haricinde tamamen cahil ve fakir gençlerden oluşurlar. Siyasi ve askeri eğitimden geçirilirler. İtaati, öldürmeyi ve ölmeyi öğrenmişlerdir. Propaganda yapamazlar, halkla ilişkileri olmayan yetkisiz kişilerdir. Dağdaki teröristler bölücülerin en masum ve en zavallı kesimidirler. Bunlar sadece diğerleri için ölür ve öldürürler. En kolay ikna edilebilecek kesim de bu kesimdir. 

Ø  Cepheci: Örgütün dağ kadrosu ile halk arasında faaliyet gösteren tahsilli ve hitabeti güçlü kişilerdir. Silahlı ve silahsız dolaşabilirler. Her türlü propaganda, para ve istihbarat toplama ile lojistik destek faaliyetleri bunlar tarafından yapılır.

Ø  Milis  : Bunlar kentlerde mahalle mahalle, kırsalda köy köy halkın içinde yaşarlar. Genellikle varlıklı ve sözü geçen kişilerdir. Siyasi parti ve derneklerde görev alırlar. Dağdaki teröristlere her türlü  deste bunlar tarafından sağlanır. Silahsız oldukları için her zaman legal görünümündedirler. Eylemleri kendileri yapmaz, bağlantıda oldukları  dağdaki terörist gruba yaptırırlar. Halk üzerinde asıl baskı unsuru kuranlar bu kesimdir. Herkes milislerce yanlış anlaşılıp, terör örgütünün hedefi olmaktan korkar. Milisler sokak eylemlerini koordine eder, kepenk kapatma, gösteri, yürüyüş  gibi toplumsal faaliyetlere karar verir ve uygulamasını sağlarlar. Özellikle kentlerde yapılan toplu gösteriler, DTP mitingleri bunlar tarafından organize ve idare edilir. Halk dağdaki teröristleri tanımaz, fakat teröristler adına milislerden çok korkarlar. Örgüt ile ilgili sorunu olanlar milislere başvurur, kendilerini af ettirmeleri için milislerden yardım talep ederler. Milislere işi düşenler önemli miktarda para vermek zorundadır. Dağ kadrosunda çocuğu olan aileler milisler tarafından desteklenir kontrol edilir ve teselli edilirler.

 

 

 

 

        PKK kamplarından ve dağ kadrosundan ayrılıp, Türkiye’ye gelen grup için; demokratik açılım meyvesini vermeye başlamıştır demek veya bu bir aldatmacadır diye kesin değerlendirme yapmak, peşin bir hükümle olayı basite indirgemek olur.  Demokratik açılımın ana hedefinin dağdakileri indirmek olduğunu söylemek de artık kahinlik sayılmayacağına göre; bu hedef ve maksada varabilmek için salt dağdakilere göre plan yapmanın doğru ve yeterli olmayacağını söylemeye çalışıyoruz. Kamuoyuna henüz açıklanmamış olan açılımın içeriği başta örgüt üyesi olanları, örgüte müzahir durumda bulunan geniş bir kitleyi ve sessiz çoğunluğu esas almalıdır. Çünkü sorun eski siyasilerin diye geldikleri gibi üç beş eşkıya ile onları destekleyen kandırılmış bir avuç kimseden ibaret olmadığını artık herkes biliyor. Hala bunun aksini söyleyen siyasi parti liderleri olsa bile.

 

         Dolayısı ile kendisini bölge halkının tamamının siyasal temsilcisi gibi gösteren DTP’nin de konumu ve ağırlığı doğru belirlenmelidir. Bölgede DTP-PKK çizgisini benimseyen % 20 ve bir o kadar da sempati duyanlar dışındaki % 60 lık çoğunluğu onların şerrinden korumayı başaramadığımızı unutmayalım. Kendini temsil edecek bir yer bulamayan bu çoğunluğu seçeneksiz bırakan bugünkü siyasi yapımızın ve bu yapı içindeki siyasilerimizin sorumluluğunu sadece sistemin izin vermezliği ile izah etmeye kalkmayalım. Terör örgütü PKK,  DTP’nin askeri kanadı gibi hareket etmemektedir. Tersine DTP, PKK’nın siyasi kanadı gibi durmaktadır. DTP gerçekten Kürtlerin kahir ekseriyetinin gönülden temsilcisi olsaydı çözüm geliştirme şansı daha yüksek idi. Ama ortada terörü bir siyasal araç olarak gören sabıkalı illegal bir örgüt var karşımızda. Dolayısı ile bu alanda atılacak adımlar, bu yapı ve anlayışları dikkate alarak atılmalıdır. Sadece dağdakileri indirmek gibi sığ bir amaca dönük plana değil, kapsamlı bir rehabilitasyon programına ihtiyaç vardır. Aksi takdirde bu yapı ve anlayış düzleminde atılacak iyi niyetli adımların terör örgütü lehine halk üzerinde nasıl ve kimler tarafından propagandaya dönüştürüleceğini tahmin etmek zor değildir. Kamplardan ve dağdan gelen grubu kahramanlar gibi karşılayanların ve 2 gündür geçtikleri her kasabada olayı şova dönüştürenlerin açılımı nasıl anladıklarını gözden kaçırmamak gerekir.

 

        Bugüne kadar ekonomik paket vb. isimler altında bölgeye yapılan maddi yardımların çözüme katkısı şöyle dursun, sorunu derinleştiren bir etkisi olduğunu kimse inkar edemez. Hatta terör dursun gerekçesi ile bugüne kadar bölgeye yapılan her türlü devlet destekleri başlı başına bir inceleme konusu yapılmalıdır. Neticeleri itibariyle atılan taşların ne kadar kurbağa ürküttüğü ortaya konmalı ki; bu alanda atılacak adımların önü aydınlansın. Bölgeye yapılan yardım ve yatırımları; ‘’biz olmasak devlet size hiçbir şey vermez’’ diyen terör örgütü kendince haklılık ispatına ve kendi için maddi kaynağa dönüştürmüştür. Hatta bölgeye yapılan yardım ve yatırımların ülkenin diğer bölgelerinin aleyhine geliştiğini bile söyleyebiliriz.

 

       Terör örgütünün en ve zavallı kesimi olan dağ kadrosunun silah bırakarak evlerine döndüğünü farz edelim.  Halkın içerisinde yaşayan milis kadrosu ne olacak? Bu kadro devlet tarafından tam bilinmediğine göre bunların faaliyetleri de son bulacak mı? Yoksa 12 Eylül öncesinde olduğu gibi, bunlar sözde legal dernek ve sivil toplum kuruluşları etrafında toplanarak halk üzerindeki tesir ve baskılarını daha da arttırmayacaklar mı? Legal görünüm altında faaliyetlerini yürütme fırsatı ele geçiren  bu militanlara güvenlik güçlerinin müdahalesi zorlaşmayacak mı? Legal görünümde rahat hareket etme imkanı elde eden  bölücü militanlara daha kapsamlı bir baş kaldırının alt yapısını oluşturma fırsatı  açılım adı altında altın tepsi ile sunulmuş olmayacak mı? Yerleşim yerlerinde faaliyetlerini pervasızca sürdüren milis teşkilatı açılımı fırsat bilip daha da pervasızlaşıp legal görünümdeki dernek çatıları altında HALK MAHKEMELERİ kurarak zavallı vatandaşı oralarda yargılama fırsatını değerlendirmekten vaz mı geçecek?

     

          Açılım kimlere olacak? Bölgedeki terör belasından kurtulmak isteyen ve ekmek derdinde olan vatandaşa mı? Eğer devlet açılım diye teröristlere taviz verirse ve terör örgütünün yandaşı kuruluş ve örgütleri muhatap  alırsa, birçoğu teröre karşı yıllarca savaş vermiş, yakınları teröre kurban gitmiş bu kürt kökenli vatandaşlarımız rencide olmaz mı? Kürt açılımı adı altında terör yandaşı bölücü partinin muhatap alınması, bölücü terörist ve yandaşlarını, bölücülüğe karşı olan  sessiz kitlenin temsilcisi konumuna getirmez mi? Atılan adımın bölge insanları üzerindeki psikolojik ve sosyolojik tesiri nasıl olur?  Terör örgütü yandaşları, kendilerine karşı olan bölge halkına; ‘’Faşist TC’ye karşı verdiğimiz savaşı kazandık. TC’yi dize getirdik.  Bize destek vermediniz de ne oldu? Siz Faşist TC’nin yanında olmakla halkımıza ihanet ettiniz bunun cezasını çekeceksiniz. Af edilmeniz için bundan sonra bize destek vereceksiniz’’.  Demeyecekler mi?

     

        Konuyu bir örnekle açıklayacak olursak:  Ahmet Türk bir milistir. Dokunulmazlığı var. DTP genel başkanı olan Ahmet TÜRK’ün  sülalesi  Mardin bölgesinde PKK taraftarı olarak diğer vatandaşlar üzerinde yıllarca baskı, şiddet ve zulüm uygulamışlardır. Yine Mardin’de bulunan Kahramanlar  Sülalesi de  Türkiye Cumhuriyetine bağlı olduklarından, PKK teröristlerine ve onlar adına insanları acımasızca infaz eden Türk ailesine karşı direnmiştir.  Bu yüzden  iki sülale arasında yıllarca çatışmalar sürmüş, Türk sülalesinin PKK adına Kahraman ailesine yaptığı saldırılara Kahraman ailesi yıllarca direnmiş ve bu çatışmalarda taraflardan onlarcası ölmüştür. Toplam ölü sayısı 63 tür. Yaralı sayısı bu sayının iki katı. Yani gerçek kürt olan Kahraman ailesi bölücü eşkıya ve yandaşı Türk ailesine karşı resmen kurtuluş savaşı vermiş ve bunca evladını şehit vermesine rağmen hala teslim olmamıştır. Devletten de her hangi bir destek almadan yıllardır verdiği bu mücadeleyi açılım sonrasında da sürdürebilecek mi? Şimdi Kürt meselesinin tarafı olarak Ahmet TÜRK muhatap alınırken, onlara direnerek, onlarca ölü veren Kahraman ailesinin  fertleri ne düşünür acaba? Bu sülalenin ileri geleni Hadi KAHRAMAN  da devlet tarafından muhatap alınmakta mıdır? Yoksa teröristlere direnmekle yanlış yapmanın cezasını mı çekeceklerdir? Aralarında barışın tesis edileceği zehabına kapılanlar bunun nasıl gerçekleşeceğini de açıklasınlar lütfen.

      

      Bölücülere karşı mücadele verenlerin psikolojisi ne durumda? Zafer kazanmış bölücülerin psikolojisi ne durumda?  Ayrık otunun bahçeyi sardığı gibi oradaki vatandaşlarımızı sarıp sarmalayan bölücülerin cesaretlendirilmesi konuyu  çözer mi? Yoksa bahçeyi tamamen ayrık otlarının acımasız saldırısına mı terk eder?  Düşünmekte fayda var. Kahraman ailesi sadece örneklerden bir tanesi. Güneydoğu’da bölücü teröre karşı direnen binlerce aile var. PKK ideolojisini benimsemeyen milyonlarca Kürt vatandaşımızın olduğuna bizzat şahit olmuşuzdur. Yani Kürt vatandaşla savaşan, Kürt vatandaşı katleden, tecrit eden ve her türlü zulmü bu vatandaşlara yapmaktan çekinmeyen bölücü eşkıyanın aynı zamanda katlettiği bu vatandaşlarımızın temsilcisi konumuna geçmesi ise; onlar için tarihin ve kaderin acı bir tecellisi olsa gerek. Terör örgütünün yerleşim yerlerindeki milis teşkilatı illegal faaliyetlerini legal görünümdeki dernekler altında yapma fırsatı ele geçirdiğinde (kısmen ele geçirmiş durumdalar) halk üzerindeki derin baskısının boyutları hangi düzeylere ulaşır? Bölücü şer güçler, bölge halkına; ‘’Bakın,  faşist TC bizimle anlaştı. Burada devlet biziz’’ diye daha çok baskı yapıp tabanlarını genişleterek bir sonraki baş kaldırıda geniş halk kitlesini tümüyle kontrolü altında tutmuş olmayacaklar mı? Açılımla, kolay ulaşma imkanı buldukları halk tabanını bir sonraki başkaldırıda isyana teşvik etmeyecekler mi?  Halk tabanını daha kolay baskı altında tutacaklar, çünkü bugün illegal oldukları için rahat hareket edemeyenler, açılımla illegal sırtlarına legal post giyecekleri için geniş halk kitlelerine daha kolay ulaşacaklardır.  BÖLÜCÜ EMELLERİ İSE HER GEÇEN GÜN ARTARAK GÜÇLENECEKTİR. Geçmişte ve bugün terörizme karşı direnenler, açılımdan sonra da direnebilecekler mi? Yoksa bölücülerin kucağına mı atılmış olacaklar?  Bugün açılımı yapanlar  o zaman bölgede oy almak bir yana dursun kendilerine aday bulabilecekler mi? Son yerel seçimlerde DTP-PKK nın başvurduğu yöntemler herkesin malumu ve seçim sonuçları da ortada. Ak Partinin bölgede hezimet sayılacak bu sonucu hak etmediğini biliyoruz.

 

          Tarihimizde açılımın örnekleri mevcuttur.  Osmanlı İmparatorluğu 1856 Paris Barış Konferansına bağlı kalarak emperyalist devletlerin baskısı ile ISLAHAT FERMANI’nı yayınlamak suretiyle Hıristiyan ahaliye açılım yapmıştır.  Lütfen Islahat Fermanının maddelerini ve  sonuçlarını tetkik edin. Ama mutlaka okuyalım.                                                Hıristiyanlar kaybedildiği gibi, Hıristiyanlara kendisinden daha fazla hak verildiği için Müslümanlar da memnun olmamış ve   İmparatorluk verdiği tavizler sonunda  Hıristiyanların baş kaldırısını daha da hızlandırırken  Müslüman unsurların bağlılıklarını kaybetmeye başlamıştır.  Kendini yabancı güçlerin kontrolüne açtığı için isyanları her bastırma hareketi emperyalist güçler tarafından anlaşma ihlali olarak imparatorluğun iç işlerine müdahale gerekçesi olmuştur. Böylece devletin kendini savunma mekanizması kendi eliyle ortadan kaldırılmıştır.  Birebir benzeşmeyen Islahat ve Açılım hareketlerinin sonuçları itibariyle benzeşmesi kaygılarımızı giderecek daha somut kararlara ihtiyaç var.

 

         Bizzat yerinde müşahede ettiğimiz sorunların çözümüne soyunanları tebrik ve takdir ederken, körü körüne hiçbir şeye karşı olmadığımızı, tereddütlerimizin ve samimi düşüncelerimizin her türlü siyasi mülahazalardan uzak olduğunu belirtmekte fayda görüyorum.

 


 

                                                                                                               Yakup Evirgen

                                                                                                                   20.10.2009

Son Düzenlenme Perşembe, 22 Ekim 2009 03:31
Yakup Evirgen

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...