TSK' lerinden ayrıldıktan sonra her birimizin imtihanı farklı farklı oldu. Kimimiz yeni işine, yeni hayatına çabuk adapte olarak, belki de TSK' daki stresli, sıkıntılı çalışma hayatından kurtulmanın, buruk sevinci ile yeni başladığı işine dört elle sarıldı, kimimiz işsiz kaldı, geçim derdine düştü.
Bulabildiğimiz her işi makam, mevki düşünmeden, az çok demeden kabul ettik, kimimiz pazarda gözleme sattık, kimimiz seyyar satıcılık, pazarcılık, güvenlik gibi aklımıza, hayalimize gelmeyen işler yaptık, yeter ki rızkımızı çıkaralım, çoluk çocuğumuz namerde muhtaç olmasındı.
TSK' lerine özellikle orta okuldan sonra giren askeri lise ve hazırlama okulu mezunlarının sivil hayatla ilgili en ufak bir tecrübesi yoktu. Liseyi sivilde okuyan, üniversite sınavında şansını deneyen, umduğunu bulamayan veya imkansızlık neticesinde, yatılı ve daha masrafsız, iş garantisi veya askerliği sevdiği için, Harp okullarını veya Astsb sınıf okullarını tercih edenlerin bir parçada olsa sivil hayatı daha fazla tanıma fırsatı olabilmişti.
Sivil çalışma ortamlarında azda olsa makam sahibi olanlarımızın, her bulunduğu ortamda, asker olduğunu hissettiren, TSK’daki gibi kendisine emredersin denilsin, her dediği olsun isteyenlerin çizdiği olumsuz tablo belki de aynı kurumda, asker parantezi içinde her birimizi etkilemiş, gelmemiz gereken konumlara gelememiş, daha alt pozisyonlarda çalışmak zorunda kalmış ama bunları pekte önemsememiştik, yeter ki helalinden rızkımızı kazanalım, gerisi önemli değildi.
TSK’da iken bir çoğumuzun özlemini çektiği, iyi bir eğitim aldık, yabancı dilimiz var, hayatta mutlaka başarılı olmamız gerektiğini düşünerek ticarete atılan bir çoğumuz, kazın ayağının öyle olmadığını anladığımızda ödememiz gereken yüklü miktarda borçla ne yapacağımızı ve nereye gideceğimizi şaşırmış, azda olsa maaşlı iş arar olmuştuk.
Bakmamız gereken ailemiz ve çocuklarımız vardı, her birimiz çok genç yaşlarda, kundaktaki bebeğimize süt alamamanın, ilk öğretim çağındaki çocuklarımızın ihtiyaçlarını karşılayamamanın acısını yüreğimizin en derinliklerinde hissettik ve tüm acılarımızı gene yüreğimizin en derinlerine gömerek en yakınlarımıza bile bir şey hissettirmemeye çalıştık.
Bir çoğumuz anne-babamızdan ve kardeşlerimizden maddi destek göremediği gibi manevi olarak da yalnız bırakılmanın, aranıp sorulmamanın çaresizliği içerisinde, hayatın tüm yükünü omuzlamak zorundaydık.
Yıllar geçip gitmiş her birimizin sivil hayatı, askeri hayatına galip geldiği yıllarda; hiç birimizin aklına gelmeyen , gelse de belki bir nesil sonra olabilecek gelişmeler hızla olmuş, hak ve hukuk mücadelesi için 12 yıl yılmadan çalışan Asder gönüllüleri ve yürekli bir Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN, daha önce olduğu gibi gene bizlere sahip çıkmış ve 6191 Nolu yasa mecliste oylanıp, 22 Mart 2011 tarihinde resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmişti.
6191 Nolu yasa; Y.A.Ş kararı ile ilişiği kesilen Subay/Astsb lara MSB Lığının KABUL şartı ile birlikte, emeklilik ve özlük hakları TSK' da görev yapan emsalleri ile aynı olmak kaydı ile kamu kurum ve kuruluşlarına “ARAŞTIRMACI” ünvanı ile göreve başlama hakkı vermişti.
Özel sektörde çalışan ve emekliliği hak edenler genellikle emekliliği tercih ederek, zor hayat şartlarında mevcut işlerine devam etmeye çalışıyorlar. Kamuda araştırmacı olarak görev almak isteyenler ise, Devlet Personel Başkanlığı tarafından 26.08.2011 tarihi ile ilk atamaları yapıldı. Ataması yapılanların göreve başlamaları aralık ayına kadar devam etti ve her birimiz yeni görev yerlerinde çalışmaya başladık.
6191 Nolu yasanın çıkmasının üzerinden iki yıl, kamuda araştırmacı olarak çalışmak isteyenlerin atanmaları ve göreve başlamalarının üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti.
Yeni iş, yeni ortam, yeni insanların olduğu, belediye gibi kamuda görev alamayanlarımız için tekrar memuriyete dönüşe alışmak hiç de kolay değildi. Her şey bitmiş değil, yeni yeni sorunlar ve sorumluluklarla karşı karşıya gelmiştik. Her bir kurum ve idarecilerin bizlere bakışları farklı farklı olmuş, kimisi bizlere yeni işe başlamış vasıfsız memur olarak bakmış, kimisi kendine rakip olarak görmüş , kimisi de iyi niyetine rağmen bizleri nasıl değerlendireceğine, nasıl görevlendireceğine karar vermekte zorlanmıştır.
Kurumlardaki idarecilerin bu tutumu bizlerinde kafasını karıştırmış, çalışıp, çalışmamak, risk alarak aktif görev yapmakla, risk almadan sabah gelip-akşam gitmek, suya sabuna dokunmadan günleri geçirmek arasında sıkışıp kalmış, arzu edilen şekilde verimli olamadan işyerinde olmanın imani ve vicdani rahatsızlığını duyanlarımız ne yapacağını nasıl davranacağını bilemez duruma gelmiştir.
Kurumlarda çalışan diğer memurların, genellikle maaş ve özlük haklarının bizlerden daha düşük olması, üstüne birde aldığımız maaşın karşılığını veremediğimiz görüntüsü oluşunca ister istemez dedi-kodular, hasetlik ve çekememezlik gibi durumlar meydana geliyor.
Sadece iş yerlerinde değil, toplumda da aynı minval üzere sorulan “Nerede, ne iş yapıyorsunuz, işe gidiyor musunuz, göreviniz nedir?” gibi sorulara net cevaplar veremediğimiz zaman, yakın çevremizde ve toplumda da boşuna maaş ödenen, işe yaramayan, vasıfsız, değersiz, olsa da olur olmasa da, arzu edildiği şekilde verimli olamayan, durumuna düşmek bizleri derinden üzmektedir.
İnsan nefsi tembelliği sever ama “O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş.(İnşirah-7) ayeti kerimede belirtildiği gibi çalışmak için yaratılmıştır ki, ürettiği, başardığı, geliştiği zaman daha mutlu ve huzurlu olur. Bizler şimdiye kadar aleyhimizde, olumsuz bir haber yaptırmadığımız gibi, şimdiden sonra da aleyhimize olabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmalı, çalışkan, sevilen, kimsenin aleyhine konuşmayan, yük alan, yardımcı olan, dik başlı değil ama başı dik olarak, gelene ağam gidene paşam demeyen, gerektiği yerde tavır alabilecek cesarette, misyon ve vizyonumuzu oluşturmalıyız.
Bulunduğumuz kurum veya birimde her birimiz temsil ettiğimiz misyon gereği eğitimimiz, bilgimiz, tecrübemiz ve kadromuza uygun işleri üstlenmekten kaçınmamalıyız. Bağlı olduğumuz Müdürlük'lerden bu konularda talepte bulunmalıyız, gerekirse bağlı olduğumuz Bakanlık, Rektörlük makamlarına resmi dilekçe ile müracaat etmeliyiz, bizlerin her zaman çalışmaya, görev almaya hazır olduğumuzun, kurum çalışanlarının ve toplumun bilmesini sağlamalıyız ki, aleyhimizde oluşabilecek menfi düşüncelerin önüne geçebilelim.
Hayata bakış açımız bizim hareket tarzımızı ortaya koymalıdır.