Perşembe, 25 Nisan 2024 14:38

ANAYASACILIK NEDİR

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ Mİ? DEĞİŞİK ANAYASA MI?

  1. NEDİR ANAYASACILIK

EPİSTEMOLOJİK TAHLİL

Dünyanın hiçbir yerinde olmamasına rağmen bu gün İngiltere hariç dünyanın her yerinde olan anayasacılık nasıl ortaya çıktı kimler aracılığı ile niçin hangi sosyo-politik sosyo-psikolojik iklimde gelişti.

Her ne kadar anayasa tarihi ile ilgili hep bir ağızdan çıkmış gibi herkes tarafından dillendirilen ilk anayasal Magna Carta falan gibi ifadeler olsa da bunların gerçekle yani anayasa gerçekliği ile alakası yoktur. Bu konuda aristoya kadar ilk anayasacılık fikrini götürenlerde aynı saçmalık içerisindedir. İslamcılığın Medine Vesikasını ilk anayasa olduğu ilan ederek Anayasacılığı takdislerini eziklik ifadesi dışında başkaca bir şey demeden yok sayarak bu işin bu günkü şekliyle ortaya çıkışına odaklanmalıyız.

Anayasa teorisyenlerini ve anayasalaşma isyanlarına öncülük edenleri incelediğimizde bu isimlerin istisnasız ortak özelliği aynı örgüte mensubiyetleridir. Gizli ve gizemli bir örgütlenme modeli olan ve paralel sızmalar ile meşru ve gayrimeşru tüm oluşumların organizasyonların bütün etaplarına tüm departmanlarına sızan ve onları bir üst aklın direktifleri ile sevk idare eden bu örgüt masonluktur.

Yeni Bir Dünya iddiası ile ortaya çıkıp sil baştan tüm kavram ve kurumları tanımlayan bu oluşumun fikirsel köklerine daha geniş anlamı ile kök kültürüne inmek gerekmektedir.

Anayasacılık hareketleri Vandallar ve Vizgotların yurdu olan batı Avrupa’nın değerler ikliminde ortaya çıkmış ve tüm dünyaya yayılmıştır. Bu gün mimari, sanat, müzik, resim, roman, şiir, edebiyat, folklor, felsefe, siyaset, ideoloji, ekonomi, astronomi, hukuk, tıp, hâsılı diyalektikten estetiğe, hayatın tüm ayrıntısında kullanılan bütün kavramlar ve bu kavramlarla örgütlenen müesseselerin tamamı ve bu müesseselerin sürdürülebirliğini tesis eden topyekün mevzuat, yani kurulu düzen Antik Roma tandanslıdır. Antik Roma’nın değerler kodu paganizmdir. Putperestliktir.

İsa'dan 3 asır sonra Hz İsa'nın öğetilerini siyasal emellerine alet eden Konstantin tarafından toplanan İznik Konsili'nde tevhidi mahkûm edip teslis anlayışını din edindi. Pagan değerlerin tüm putları Hıristiyanlığın ikonlarına dönüştü. Herbir putun amblemize ettiği yaşam şekli, örgütlenme modeli Hıristiyanlığa taşındı. Hz İsa'nın mesajını özgün haliyle savunan Musevi İseviler (Ebionitler) hatta Arıus bile Paganistlerin öncülüğünde toplanan konsillerle mahkûm edilmiş ve nihayet 787 yılında toplanan 7. İznik Konsili ile Doğuda İstanbul Ortodoks Kilisesi Batıda Roma Katolik kilisesi birbirini şeytanın temsilcisi ilan ederek yollarını ayırmıştır

Roma İmparatorluğunun Hıristiyanlaşmasından üç asır sonra Hz İsa'nın öğretilerinin özgün şeklini nihayi formuyla Hz Muhammed insanlığı yeniden sundu.(610) Bu şirk değerler kodundan arınamaya çağrıydı. Bu Çağrı kısa sürede insanlığın vicdanında yankısını buldu. 711 yılına gelindiğinde Müslümanlar batıda İber Yarımadasından Vandalları kovarak Roma Katolik Kilisesinin önüne insanlığın yüz akı Endülüs Medeniyetini bir set olarak kurdu.

Doğu Roma’da ise Pers Paganizmininden beslenen Ortadoks Rum Paganizmini çökertecek adım Mezopotamya-Anadolu coğrafyasının şirkten arınmasıyla başladı. 15. Asra gelindiğinde Deccal doğuda Çin Seddi’ne batıda Roma'ya hapsedilmiş karada, denizde ve havada fesat çıkarması engellenmişti.

Hiç şüphesiz İslam medeniyetinin tüm dünyaya yayılışı orduların savaş gücü değil, sivillerin aperatif örgütlenme gücüydü. Bu güç Axilik müessesesi merkezli tarikatların fütüvetnamecilik geleneği ile mesleki normlar ortaya koyup bu normlar doğrultusunda ahlak ve beceriyi gelenekselleştirerek nesilden nesile coğrafyadan coğrafyaya taşıma modelidir. Şeyh mürit ilişkisi ve mistik ritüeller ile bu ilişkileri sürdürülebilir kılan modellemelerdi.

Bu örgütlenme modelinin gücünü keşfeden Batı paganistleri kontr örgütlenme modeli olarak Cizvitizmi geliştirdi. Dünya ölçeğinde tekke ve zaviyelerle yayılan İslam medeniyetinin dervişleri yerini Hıristiyanlığın manastır keşişleri aldı.

Protestanlık mezhebinin kurucusu Martin Luther'in ifadesiyle Rom'da Şeytan tarafından kurulan Papalık evrensel bir demoralizasyondan çıkmak için ve iç eleştirileri ortadan kaldırabilmek adına Reconquista (Yeniden Fetih) hareketi başlatır. Türklerde racon kesmek olarak algılanan bu süreci gangasterlik olarak tanımlanan Konkistadorlar (istilacılar) mobilize edilerek bir moral değer oluşturuldu.

1453'te Doğuda Roma'ya son darbe vurulup Roma'nın son kalesi Ortadokslar'ın başkenti İstanbul fethedilirken batıda katoliklerin öncülüğünde Endülüs Medeniyyetinin son kalesi Granada Deccalın askerlerinin racon kestiği  (Reconquista) kangasterler (Konkistadorlar) kontrolüne geçti. Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman'ın çoğulculuk prensipleriyle özgür ve saygın bir yaşam sürdüğü devir Reconquista naralarıyla Konkistadorlar tarafından ortadan kaldırıldı. Bir milyon Müslüman Müdeccel (deccal çarpmış) adıyla tehcir soykırım ve morisko olmaya mahkûm edildi. Aynı paralelde üçyüzbin Yahudi de Marrano olmaya zorlandı.

Müslümanlarla göğüs göğüse çarpışma gücü olmayan Roma uygarlığı insanlığı arkadan dolanma şeytani taktiğine başvurdu. İşte bu dönemde Macellan, şeytani öğretiler ve şeytani taktiklerle insanlığın kanını emecek üçyüz yıl sürecek sömürgecilik dönemini başlatacak sefer için okyanuslara açılmıştır. 1521 yılında dünyanın öbür ucunda bir İslam medeniyeti olan malay halifesi Halife Pulaka veya Lapu-Lapu ile Filipinerdeki Macdan adasında girdiği savaşta öldürüldüyse de artık Amerika kıtasındaki yerli halklara değin insanlığı kuşatacak bir felaketin adımları atılmıştı.

Meğer Endülüs, mavi gözlü sarı saçlı beyaz derili deccalı batı avrupaya sıkıştıran bir Zülkarneyn seti görevi üstlenmiş. Endülüs yıkılınca insanlık yıkılmıştır.

Bu girizgâhtan sonra anayasalaşma sürecini hazırlayan üç asırlık sömürge dönemine kısaca göz atmamız gerekecektir. Çünkü modernizmin ortaya çıkışı sömürgecilik döneminin sosyo-politik ikliminde gelişti. Reform ve Rönesans hareketleri şekillendi. Bu gelişmelere öncülük eden kolektif şuur Katolik kilisesiyle çarpışırken hatta Hıristiyanlığı inkâr ederken bile yerleşik din anlayışından kopamamıştır. Bilinçaltı bu din anlayışıyla dinsizlik tezlerini bile şekillendiriştir. İşte bu şuur bu gün modern ulus devletlerin Anayasalarının genlerine işlenmiştir. Batı kültür kodlarında yer alan ve anayasaların manayı mefhumunu şekillendiren batı ruhunu şöyle sıralayabiliriz.

1 Ortadoks Paganizmi

2-Katolik Despotizmi

3- Luterist Puritenizm

4- Kalvinist Merkantalizm

Bir toplu öfke patlamasının ortaya çıkması ve onun bir isyana dönüşmesi için n az 200 yıllık bir kuluçka dönemi yaşanır. Anayasalaşma sürecini başlatan Anayasacılık sürecini başlatan Fransız Devrimi de bu sömürge döneminin rahminde gelişti.

1492 Yılında Vatikan Roma Kilisesinin direktifleriyle İspanyol Konkistadorlar öncülüğünde başlattığı Reconquista hareketiyle önce Endülüs Medeniyeti'nin son kalesi Granada ele geçirildi. Bu dönem Kristof Kolomb'da İspanya Kralı'nın talimatıyla okyanus ötesi seferlere çıktı. Keşif dedikleri işgal hareketleri ile Afrika, Madagaskar, Avusturalya, Filipinler ve Amerika Kıtası sömürgeleştirildi

İnsanlıkla zerre kadar olsun ilişkisi deccalın beyaz derili kangasterleri istila ettikleri topraklarda misyonerleri ile yeri halktan bazılarını mankurtlaştırdı. Deccalın askeri yapıp eline silah tutuşturdu. Meksika yerlilerinin deyimiyle Malinchist mankurtladan işgal komiserliği kurdu. Bunlar işgalciler adına insan avına çıkıyor milyonlarca insanı toplayıp boynuna kement takıp ellerini ve ayaklarını zincirleyerek gemilere istif yığını olarak yüklüyor ve batı avrupaya köle olarak taşıyorlardı. Kilisenin de teşvikiyle “Afrikaya Hucum” sloganları eşliğinde bütün batılı bitikler içtikleri afrika kanyla semirdikçe semirdi.

Amerika kıtasında da durum farklı değildi. Kangasterlerin Amerika kıtasındaki racon kesme serüvenini İspanyol Rahip Bartolomé De Las Casas 1542'de "Kızılderili Katliamı" ismiyle kaleme aldığı kitabından takip edelim.

Hispaniola, Porto Riko, Jamaika, Nikaragua, Küba ve Guatemala başta olmak üzere bütün Güney Amerika'ya İspanyollar ayak basınca yerli krallar onları misafir olarak karşılıyor kendilerine ikram izzette bulunuyor. Ancak bu yeryüzü deccalları yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesiyor. İnsanların üzerine vahşi köpeklerin saldırtıp parçalanmalarını kutluyorlardı. Hatta sırf eğlence olsun diye memeden kesilmemiş bebeklerle uzağa fırlatma yarışı yaparak eğleniyorlardı. Aztek ve Maya Medeniyetine mensup bu kibar ve misafirperver insanları toptan köleleştiren ve bu köleleştirmeye karşı çıkan direnişçileri insan eti yiyen yamyamlar olarak insanlığa tanıtanlar aslında işledikleri suçu başkalarına yıkıyorlardı.

1700'lü yıllara gelindiğinde Amerika Avusturya Afrika hatta tüm Asya kıtası, Asya'nın batısındaki(Batıavrupa) birkaç sömürgeci tarafından talan edilmiş, kurulan kolonilerdeki yerli halk soy kırıma tabi tutulmuştu. Afrika'da insan avına çıkarak köleleştirdikleri insanları kıtalar aşırı taşıyarak bedava işgücü oluşturulmaktaydılar. Bu 200 yıllık zaman dilimi içerisinde demografik yapı tamamen değişmiş. Birkaç azgın beyazın kontrolünde milyonlarca Kızılderili ve Afrika’dan getirilen zenci kölelerden oluşan koloniler doğmuştu. Hatta geçen bu 200 yıllık süreçte beyazların ırzına geçtiği Kızılderililerin çocuklarından oluşan melezler olarak anılan koça bir toplumsal kimlik ortaya çıkmıştı. Bu işgalcilerin anavatanlarında bile taşıdıkları bu köleler ve ırzına geçtikleri kölelerin melez çocukları lehine demografik yapı değiştirmişti.

Sömürgecilerin kolonileştirdiği dünyada bir avuç beyazın koca bir insanlığın köle etmesine gösterilen tepkiler, bastırılan başarısız isyanlara dönüşmüştü. Köle ayaklanmalarına katılanlar canlı canlı yakılmak suretiyle cezalandırılıyordu. Tüm bunlara rağmen köleleştirilen halkların isyanları giderek artıyordu. İşte bu sosyo-psikolojik bitiş sürecine giren batıda aydınlanmacılık diye adlandırılan ve modern dünya düzeninin temellerinin atıldığı sömürgeciliği sürdürülebilir kılmak arayışları başlatıldı. Reform ve Rönesans olarak adlandırılan bu dönem deccalın düzenini sürdürme arayışından başkaca bir anlam taşımamaktadır. Bu gün sonuçtan baktığımızda da gördüğümüz gibi batının aydınlanma süreci dediği aslında modern sömürgecilikten başka bir şey değildir.

Fransız Devrimi'ni doğuran şartlar üçyüz yıllık karanlık geçmişiyle batıyı bitişe taşıyan eski Reconquista yerine yeni Reconquista ruhudur. Fransız devrimi Neo-Reconquista'dır. Hz İsa'nın tevhid dinini Roma Paganizmine angaje eden batı Asya paganları Vandallar İslam'a karşı oluşturdukları Reconquista anlayışına Avrupa adını verdiler. Avrupa bir coğrafi kimlik değil islam karşıtı Vandalist sosyo-politik birliktir.

Modern dünyanın ideolojik kodlarını velev ki Hıristiyanlığa karşı çıkış şeklinde bile gelişse Hırıstiyan Avrupa değer kodları oluşturur. Tüm batı felsefelerinin genlerinde saklı olan Hz İsa'nın dinini paganizme eviren Katolik, Ortadoks değerler manzumesidir.

17. yy'da bu vahşi paganizme karşı oluşan evrensel öfkeden bir çıkış yolu olarak gelişen ilk ideoloji Protestanlıktır. Katolik ve Ortodoks pagan değerleriyle örgütlenen kilise endüljans, afaroz ve engizasyon mahkemeleri aracılığıyla insanlığa karşı zulüm ve haksızlıkta sınır tanımıyordu. Tanrının yeryüzündeki temsilcisi olduğunu iddia eden Roma Katolik Kilisesinin zulümlerine karşı oluşan öfke patlamasına 16.yy sonlarında ortaya çıkan Martin Luther sibop işlevi gördü. Kendisi Katolik bir papaz olan Martin Luther "Romada şeytan tarafından kurulmuş papalık" olarak tanımladığı kilisenin kanonlarına isyan bayrağı açtı. Ancak şeytanla mücadele eden Türkleri ilk çıkışı ile tanrının kendilerini düzeltmek için gönderdiği kurtarıcı ilan etse de sonradan kendisi de Türk düşmanlığını din edinen Lutherin de içine kök kültürlerinde ki şeytan kaçtı. Vandalların çocukları olan İspanyol ve İtalyan Mezhebine dönüşen Katoliklik yerine Vizgotların torunu olan Alman ve Fransız mezhebine dönüşecek protestanlık doğdu. Pagan değer kodları aynı kalan bu yeni mezhep sadece aktörleri değiştirdi.

Protestanlık hareketleriyle Fransa ve Almanya güçlenirken anglo-saksonlar boş durur mu? Bizzat Kral 8. Henry Protestan ve Katolikleri birleştirme düşüncesiyle İngilizlere özgü bir din olacak şekilde Anglikan Kilisesini kurdu. Fransa'da ise aynı dönemlerde Nantes Fermanı ile Kalvinizm legalite kazandı. Toplumsal kurumları; gelenekçi din anlayışına göre değil de, paganist özüne göre düzenlemeyi savunan Kalvinizm modern kurumların temelini atan örgütlenme modelleri önermekteydi. Bu öneriler Fransız burjuvazi sınıfında taraftar buldu.

Batıda ki gelişmeleri kara avrupasınındakilerle değerlendirenler bütünü göremezler. Kara Avrupa’sında Katolikler ile Protestanların çatışmasını kışkırtan sömürgelerde ki hareketlilik ve bu hareketlilikten en az zayiatla çıkma arayışıdır.

Otuz yıl savaşları olarak adlandırılan 1618 ile 1648 yılları arasında ki Katoliklerle Protestanlar arasında ki savaşlar aslında sömürgecilerin birbirinden koloni kapma savaşlarıdır.

Batı zihin inşasıyla süslendirilen Reform ve Rönesans hareketlerini örnekleri ile inceleyenler reformistlerin kök kültürlerinin ne olduğunu gayet bariz göreceklerdir. İngiliz Reformasyonu olarak anılan reform hareketleri İngiliz Kalı 8. Henri'nin kardeşinin ölümü ardından geliniyle evlenişi ve daha sonra boşanma isteği etrafında gelişen teolojik ve politik çekişmelerdir. Ki bu çekişmeler sonrası İspanyanya İmparatorluğunu destekleyen Roma Kilisesinden kopan ve 8. Henry talimatıyla kurulan Anglikan Kilisesi Protestanların da desteği ile İspanya Sömürgelerinin İngilizlerin eline geçmesi sürecinde en aktif rol üstlenmiştir. Kuzey Amerika kolonileri bu süreçte İngilizlerin egemenliğine geçmiştir. 1700 yılları ise Fransızların atağa geçtiği yıllar olmuştur. Reform hareketleri olarak nitelendirilen din karşıtlığı şeklinde gelişmeler değil Katolik kilisenin hegemonyası yerine diğer kiliselerin hegemonyasını destekleme hareketleridir.

Bu kısa tarihçeden sonra artık rahatlıkla ifade edebiliriz ki Avrupa kök kültürü paganist bir kültürdür. Kilise merkezli örgütlenen bu kültür baba-oğul-ruhul kudus teslisini papanın şahsında toplayıp papayı Kral Tanrnın yeryüzü temsilcisi saymaktadır. Modern Ulus Devletler Avrupa uygarlığının kök kültür kodlarına uygun olarak şekillenmiştir. Avrupa'nın kök kültürü paganizmdir. Modern Avrupanın ruhu ise neo-paganist ruhtur.

Hırıstiyanlığın bir mezhebi olarak doğan Protestan akımlar nihayetinde Reform hareketleriyle kök kültürden kopmadan seküler bir dine dönüşmüştür. Roma'da Şeytan Tarafından Kurulmuş Papalığa Karşı çıkan Lutherizm Paris'te Şeytan Tarafından Kurulmuş Papalığa dönüşmüştür.

16.yy'da Hırıstiyan dünyasında ortaya çıkan Protestan akımlar ile birlikte Katolik Protestan savaşları bütün Avrupa'da siyasi cinayet, komplo ve suikastlarla birçok kralın ölümü ile sonuçlandı. Katolik-Protestan savaşları, Kralcı-Cumhuriyetçi savaşlarına evirildi. Büyük bir kaos içerisine giren batı toplumunda, İngiltere Kıta Avrupamsında Fransa ise kara Avrupamsında ki tüm çekişmelerin merkezi oldu. Avrupa'da ki bu kargaşa ortamında gelişen birçok gizli örgüt önemli taraftarlar bulmaya başladı. Genel hatlarıyla Mason örgütlenmesi olarak anılan ve bu günkü dünyanın tüm kavram ve kurumlarını dizayn eden çalışmalar bu devirde başlatıldı.

33. derece Masonlar tarafından alt kademe Masonlara bile gizli olan Gül-Haç örgütü tarafından 1657'de kurulan Görünmez Kolej (Invisible College) kuruluşundan üç yıl sonra kendiside bir Mason olan İngiliz Kralı II. Charles tarafından bu gün İngiliz Bilimler Akademisi olarak hala varlığını sürdüren Royal Society adıyla krallık destekli bir enstitü olarak örgütlendi. Bu masonik üst akıl, görevlendirmeler yaparak belirlediği konularla ilgili tezler hazırlatır. Bu tezleri değerlendiren üst komisyon bu çalışmadan dolayı çalışmayı yapan kişiyi Royal Society üyeliğine alır. Royal Society üyesi olduktan sonra artık tüm dünyada bütün masonlar tarafından cici insan, bilge uzman ilan edilerek meşhurlaştırır.

Fizikte Newton’dan Müzikte Betoven’a değin tüm meşhur isimler masondur. Ve aynı üst akla hizmet edici fikirler ve tezler geliştirmişlerdir. Anayasacılı süreci de bu üst akıl tarafından örgütlenen teorisyenler tarafından Yeni Dünya düzeninin kurucu dini olan modernitenin kutsal kitabı olarak hazırlanmıştır.

Montesquieu (18 Ocak 1689 – 10 Şubat 1755),Jean-Jacques Rousseau (28 Haziran 1712 - 2 Temmuz 1778), David Hume (d. 26 Nisan 1711 – ö. 25 Ağustos 1776),Thomas Paine (d. 9 Şubat 1737 - ö. 8 Haziran 1809),François Marie Arouet (21 Kasım 1694 - 30 Mayıs 1778) … Tamamı mason olan bu isimler modernizm dininin yeni peygamberi gibi kabullenilmiştir. Aydınlanma dönemi olarak güzellemeler bestelenen bu kuluçka dönemi ile modernizmin müktesebatı oluşturulmuştur. 18.yy’ın son çeyreğine girildiğinde ise seküler İncil olan Anayasa uğruna seküler din olan modernizm uğruna tüm dünyayı savaşa çeken isyan hareketleri başlatılmıştır.

            İngiltere hariç tüm dünyada anayasal düzene geçilmiştir. İngiltere’nin Anayasası tüm anayasaların anayasası olan Anderson Anayasasıdır. 1723 yılında İngiltere Büyük Locası (bugün İngiltere Birleşik Büyük Locası) tarafından Masonluğun anayasası olarak hazırlanan bu anayasa aslında bütün anayasacılık hareketlerini örgütleyen masonluğun ilke yöntem ve kurallarıdır.

            Bu gün modernizmin ruhbansınıfını oluşturan anlı şanlı profesörler hep birlikte aynı ağızla kendilerine şartlandırdıklarını millete tekrarlayarak “İngiltere de yazılı anayasa yokmuşmuşta sözlü anayasa varmışmış” nakaratlarını dillendirirler. Sahi niye fransılarda sözlü anayasa olmamış yada Osmanlı da niye anayasacılık isyanları örgütlenirken Tanzimat fermanları islahat fermanları ilan adına kaos kargaşa oluşurken Osmanlıda sözlü anaysa dediğiniz o neyse işte o yokmuymuş. Neden İngiltere de lütfedip bir yazılı anayasacık hazırlamaz.

            İngiliz anayasası Anderson Anayasasıdır. Masonik aklın tüm dünyayı yeni sömürgeciliğe İngiliz mandası olmaya sürüklerken uyguladığı yöntem anayasacılıktır.

            Alafranga uygarlığın yeni dini olan modernizmin kutsadığı Anaysa, yasa, tüzük, yönetmelik modern paganizmin putlarına nasıl insanların köleleştireceğinin yöntemleridir. İnsanın özgürleşmesinin, gerçek kişilerin tüzel kişiliklere köleleştirilmişlikten kurtulmasının tek yolu her ferdin kendisinin kabul ettiği içselleştirdiği ve tüm yaşam ayrıntısını ona uygun olarak dizayn ettiği fıkıhlardır. Fıkıh ferdi yaşam standartlarıdır. Fıkıhları ile çeşitliliği idare eden değerler manzumesi de Alaturka Medeniyet normlarıdır. Çeşitlilik, çok hukukluluk ve çoğulculuk esaslı bu normlar Kurucu Meclisimizin ilan ettiği 1921 Teşkilatı Esasi ile son hamlesini yapmış ancak çok kısa süre sonra 24 anayasası ile İslamcılar 61 anayasası ile solcular 82 Anayasası ile sağcılar tarafında modernize edilerek yok edilmiştir.

Tüm çeşitliliğimizle bizi tanımak yerine tanımlayan 24-61-82 Anayasaları yerine Kutsal kitabımızın ahkâmına uygun etnik ve dini tüm çeşitliliğimizle fıkıhlarımızı tanıyan1921 Teşkilatı Esasi’yi yeniden keşfetmeliyiz. 1921 Teşkilatı Esasi anayasa değil ana örgütlenmedir. Anayasacılık değil anayasasızlıktır. Ferdi fıkhı ile tanıyan çeşitlilik, çok hukukluluk, çoğulculuktur. Kurum egemenliği değil insan egemenliğidir. Ferdi tanımlamak değil tanımaktır. Alafranga değil alaturkadır. 1921 Teşkilatı Esasi Alaturka Akıldır. Bizimdir. Bizdendir.

Yüksel YENİ

 

Yüksel Yeni

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...