Çarşamba, 17 Temmuz 2013 12:19

Türkiye'yi bir kez daha 'Anadolu'ya hapsetmek'

Önce ortak bakanlar kurulu toplantıları vardı. Ülkeler bir araya geliyor, bilinen tüm alanlarda ortak çalışmalara girişiyor, gümrükleri, pasaportları ortadan kaldıracak niyetler beyan ediliyor, ekonomi üzerinden bir tür bölgesel entegrasyon kuruluyordu.

Türkiye-Suriye ile başlayan, Türkiye-Irak-Ürdün ve Lübnan'la devam eden, Kuzey Afrika'yı da içine alacak şekilde genişletilmesi planlanan ulus üstü bir ortaklığın temelleri atılıyordu.

Osmanlı sonrası ilk kez ayrışma ve çatışma yerine kaynaşma, birleşme, kavuşma işaretleri görmüştük. Umut görmüştük.

Aniden bütün bu hesaplar bitti. Bir rüzgar esti. Çok sert ve sınır-rejim-devlet-silah tanımayan, önüne gelin her şeyi dağıtıp parçalayan yeni bir güç çıktı ortaya.

Adına Arap Baharı dediler..

Mısır'da Hüsnü Mübarek'i devirdi, Tunus'ta Bin Ali'yi devirdi, Yemen'de Ali Abdullah Salih'i götürdü, Libya'da Albay Kaddafi'ye utanç verici son hazırladı.

Rüzgar değil, kasırgaydı. Kimse tam olarak ne olduğunu, bu organizasyonun nasıl yapıldığını, ilk hareketin kimden geldiğini, kitlelerin özgürlük tutkularıyla birilerinin çıkar-güç hesaplarının nasıl buluşturulduğunu bilmiyordu.

Ama kitleler, yüzyıllardır olmadığı şekilde bu coğrafyayı değiştirecek bir güce ulaşıyordu. Adalet, özgürlük, refah sloganları kadar tahrik edici ne olabilirdi!

Ortak bakanlar kurulları, ulus üstü entegrasyon projeleri, yüksek düzeyli stratejik işbirliği örnekleri, gümrüklerin-pasaportların kaldırılması hatta ulusal sınırların belirsizleştirilmesi planları bir anda yok olup gitti.

Her şey dondurulmuştu. Arap Baharı'nın ilk dalgası Türkiye'nin merkezinde yer aldığı bütün projeleri durdurmuştu. Arap Baharı aslında Türkiye'yi vurmuştu.

Ardından ikinci dalga başladı. Suriye cephesi açıldı. 'Cephe' diyorum çünkü Suriye meselesinin ne kadarı Arap Baharı ne kadarı işgal planları tartışılır.

Bir ülke derin, kanlı bir iç savaşa sürüklendi. Bahar'dan etkilenmeyen 'monarşiler' (Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri) nedense Arap Baharı'nın Suriye'de iç savaşa dönüşmesi için azami gayret sarfetti. Bu tutum; bir tür kendini koruma güdüsü, kaçınılmaz sonu erteleme girişimi gibiydi.

Türkiye, Suriye iç savaşının da tam merkezindeydi. Monarşiler kitlesel tepkiyi, demokrasi arayışını iç savaşa dönüştürdü. Türkiye ise, Arap Baharı sonrası gelişmelerde ilk kez net ve erken tavrı Suriye'de göstermişti.

Bu tutumu hiç değişmedi. Durduğu yer ilkeliydi. Adalet, özgürlük ve demokrasi diyordu sadece. Bir adım bile gerilemedi. Ama hesap bu kadar değildi, oyun daha genişti.

Arap Baharı ile bölgesel entegrasyon projeleri dondurulan Türkiye, Suriye'de keskin bir hesaplaşmanın da içine çekildi.

Mesele kilitlendi. Ortadoğu'daki yeni belirsizliklerin de etkisiyle, altı ay ya da bir yıl olarak belirlenen öngörüler şimdi on yıla çıkarıldı.

Beş yıl, on yıl belirsizlik ve sadece çatışma. Bu coğrafya bunu kaldırmaz.

Suriye meselesi bir test alanı oldu. Bu coğrafyada demokrasi ve özgürlük yolunda attığınız her adıma silahla, güçle, oyunlarla karşılık verilir. Bu coğrafyada bu tür değerlere asla izin verilmez.

Bölge dinamikleri, kitlelerin öfkesi bir yere kadardır ve öfke, kitlelerin özgürlük alanlarının daha da daraltılması için kullanılır.

Tahrir'de olduğu gibi. Bir devrimci ruhun nasıl darbeci ruha dönüştürüldüğünün en çarpıcı örneği oldu Tahrir. Üzerinden daha çok yazılar yazılacak bu tuhaf dönüşümün.

Muhaliflere destek veriyor gibi görünen monarşiler sadece Arap Baharı'nı iç savaşlara dönüştürmek ve etkisizleştirmek istiyordu. Demokratik sistemin gelmesine asla izin veremezlerdi. Böyle bir tehlikeyi göze alamazlardı. Bu yüzden, tehlikeyi kör bir savaşla çıkmaz sokağa sürüklemişlerdi.

Mısır'da tarihin ilk özgür seçimleri, aslında özgürlük için meydanlara çıkan kitlelerin zihinleri kirletilerek yok edildi. Mursi yönetimi ABD, Avrupa Birliği, İsrail ve 'monarşiler'in desteğiyle devrildi.

Bir umut, bir filiz, bir ışık söndürüldü.

Mısır'daki değişime en güçlü desteği Türkiye veriyordu. Orada da birileri, bir şeyleri Türkiye aleyhine çevirdi.

Arap Baharı önce Türkiye merkezli projeleri dondurdu, sonra Türkiye'nin net tavır aldığı Suriye'yi kör bir savaşa sürükledi ardından yine Türkiye'nin açık destek verdiği Mursi yönetimini devirdi.

İki şey oluyor: Biri, bu coğrafyada asla demokratik değişimlere izin vermemek.. Diğeri; Türkiye'nin etkinlik alanını hızla daraltıp onu yeniden Anadolu sınırlarına hapsetmek.

Arap Baharı'nın da, Suriye savaşının da, Mısır'daki darbenin de Türkiye'nin önünü kapatıyor oluşunun bir hikmeti yok mu sizce?

Bence var. Çok büyük bir oyunla karşı karşıyayız. Bu oyunu, oralara bakmadan, sadece Türkiye'ye bakarak bile görebiliyoruz artık.

Devrimci/değişimci güçlerle statükocular arasında müthiş bir savaş var. Türkiye değişimin merkezinde. Karşıda ABD, Avrupa ve monarşiler var. Bölgedeki güç haritasının değişmesini istemiyorlar.

Kim kazanacak?

Son Düzenlenme Çarşamba, 17 Temmuz 2013 12:53
İbrahim Karagül

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...