Salı, 23 Mayıs 2017 09:29

Suriye ve Arap Baharı 1

Suriye'nin son beş-altı sene içinde yaşadığı zulüm, katliam ve kargaşa ne Haçlı saldırılarında ne de Moğol işgalinde görülmedi. Suriye eski adıyla Bilad-ı Şam tarih boyunca medreseleriyle, tekkeleriyle ilim ve irfan merkezi olmuştur.  Yine ticaret için de emniyetli geçiş yolları hususiyetini devam ettirmiştir. Binlerce sahabe kabrine ve onların nesline mekân olan memleket şimdi kan ve gözyaşına mahkûm.  Kırk elli ülkeden on binlerce savaşçının savaştığı bir memleket... Özellikle sivillerin katledildiği bir ülke.

Asimetrik, aşırı dengesiz bir savaş bütün vahşetiyle devam ediyor. Bir tarafta demokrasi, hürriyet ve siyasî haklar ve de en önemlisi can güvenliği isteyen ve imkânsızlıklar içinde bir Suriye halkı. Öbür tarafta Ortadoğu'nun en önemli askeri güçlerinden olan Suriye rejimi, askerî ve milis güçleriyle petrol zengini İran ve süper güç Rusya. Suriye rejimini destekleyenler görünüşte sadece bu iki devlet ancak görünen sadece buzdağının üst kısmı. Çin gibi Birleşmiş Milletlerde veto yetkisini kullanarak ya da bölgedeki bölücü terör örgütlerini destekleyen Batılı devletler gibi daha birçok destekçileri var… DAEŞ ya da İŞİD gibi örgütler de gerek stratejileri ve gerekse olumsuz etkileriyle muhalefeti lekeleyerek rejime dolaylı destekleri de Suriye rejiminin en büyük dayanaklarından.

Süper güçlerin kanlı bir satranç tahtasına dönüşmüş bir memleket… Büyük taktik savaşların ve ileriye dönük hesapların yapıldığı bir savaş alanı…  Büyük güçlerin Ortadoğu'yu dizayn etmek için kullandıkları bir iç savaş…  En önemli taktiklerinden ve hedeflerinden birisi de demografik yapıyı değiştirerek Sünni nüfusun yüzdesini düşürmekti. Bunu kısmen başardılar. İç savaşta 400-500 bin kişi hayatını kaybetti 6 milyonun üzerinde Suriyeli mülteci olarak memleketi terk etti.  Ülkede uygulanan ve Nazi toplama kamplarını aratmayan sistematik işkence ve katliamların aleni yapılması halkı göçe zorlamaktı.

Suriyeli muhalifler maalesef mecbur bırakıldığı bir iç savaşa girdi. Şüphesiz bunda hariçten yapılan destek vaatlerinin ve teşviklerin de rolü var… Rejimin tahrik ve tertipleri ve Selefî ve selefileşen grupların da faaliyetleri ile adeta iç savaşa zorla itildi.  Selefileşen derken İslam dünyasında amelde ehl-i sünnet, itikatta Haricî ya da Şia olan pek çok grup var. En bariz vasıfları da siyasi meselelerdeki menfi hareketleri ve farklı yapılanmaları, isyan, halk hareketleri ve devleti ele geçirme gibi tarzlarıyla ehl-i sünnetten farklılık arz ediyorlar.

Rejimin yaptığı zulüm ve istibdadın büyük boyutlara ulaşması ve geçmişteki Hama katliamı oynanan oyunun farkına varılmasını zorlaştırdı. Büyük güçlerin hedefi: hak, hukuk ve demokrasi isteyenleri, kazanmayacakları bir iç savaşa sürükleyerek terörist ilan etmekti.

Silahlı direnişin eninde sonunda iç savaşa dönüşeceğini ve büyük bir felaketle sonuçlanacağını görmek gerekiyordu. Müspet hareketin, şiddet içermeyen muhalefetin uzun vadeli de olsa en iyi çözüm olduğu ikazlarına maalesef kulak verilmedi. İç dinamikler ihmal edildi. ABD, AB ve Rusya arasındaki devam edegelen anlaşmalar göz ardı edildi.

Arap Baharı

Her ne kadar BAAS rejimiyle birlikte devam ede gelen bir muhalefet olsa da Suriye'deki hareketlenme Arap Baharı ile başladı. Tunus, Libya ve Mısır'da başarıya ulaşan Arap baharı birden şekil değiştirmeye başladı. Belki de esas hedef İslam dünyasını yangın yerine çevirmek ve bölüp parçalamaktı. Körfez ülkelerinde, demokrasi talebinden çok Şii ayaklanmasına dönünce Suriye'deki hürriyet mücadelesi de mezhep suçlamasına maruz kaldı ve güç kaybetmeye başladı. Bilindiği gibi Mısır'da Sisi darbesi ve aldığı destekler Arap Baharı için büyük bir hayal kırıklığı meydana getirdi. Ayrıca Libya'da devam eden kargaşa da yaygın bir korkuya sebep oldu.

İnanılması zor ama 5-6 bin kişilik gruplarla başlayıp hızla büyüyen DAEŞ, dünyanın kanaatini değiştirmeye yetti. Tekbir sesleriyle işledikleri cinayetler sebebiyle Irak ve Suriye halkı ve koca İslam dünyası terörist ilan edildi. İşte medya bu... Medyada yoksan yoksun ya da teröristsin!

Arap baharının başladığı Tunus'ta hadisenin kökeni dinî olmaktan ziyade, demokratik ve ekonomik idi.

Bilindiği gibi seyyar satıcılık yapmak zorunda kalmış bir üniversite mezunun tezgâhı devlet görevlileri tarafından parçalanmıştı. Onun da tepki olarak kendini yakmasıyla kıvılcım ateşlendi. İntihar gibi İslam'da yeri olmayan ve önemli haramlardan olan tepki bile hareketin İslamî olmadığının önemli bir göstergesidir.

Arap Baharı dinî olmayınca bütün dünyadan yoğun destek geldi. Başta hükümeti destekleyen Fransa bile sonradan muhalifleri desteklemişti. Başarısız olacaklarını mı düşünmüşü yoksa İslamî bir şekle dönüşür korkusuyla mı destek vermemişti, bilemiyoruz.

Mısır'da İhvan-ı Müslimin'in yönetime gelmesi Arap Baharının kışa dönmesinin başlangıcı oldu. Bütün ikazlara rağmen ihvan hareketi kendisini siyasete girmeye mecbur hissetti ve yönetime talip oldu. Arap Baharının dinî bir görünüm kazanmasıyla, Batı hem menfaatleri bakımından hem de “İslam korkusu” propagandasının etkisiyle desteğini çektiği gibi karşı tavır takındı ve başka mecralara çekmeye başladı. Batı'da her ne kadar bir kısım sivil toplum kuruluşları Arap ülkelerindeki bu demokratik hareketleri desteklese de sesleri cılız kaldı.

İhvan-ı Müslimin'in birçok Arap ülkesinde teşkilatlanmış olması diğer Arap ülkelerinde de iktidara yürüyen bir görünüm kazanmasına sebep oldu. Krallar ve emirler de karşı tavır almakta gecikmediler.

Bütün bunlara ilaveten İsrail ve dostları da potansiyel tehlike olarak gördüğü Irak ve Suriye gibi devletleri 3-4 parçaya bölecek politika izlemeleri Arap Baharını kışa çeviren faktörlerden.

Bir intihar ve kendini yakmayla başlayan Arap Baharı, neredeyse koca bir Arap dünyasının intiharı ve yangın yerine dönmesiyle sonuçlandı.

SURİYE'NİN İÇ DİNAMİKLERİ

Suriye'deki demokrasi ve hürriyet hareketlerinde başarı şansı nedir ya da geçen 6 senelik zaman diliminde neden başarılı olamadı? Sorunun cevabını alabilmek için iç dinamikleri de analiz etmek gerekiyor.

Ülkede 1971'den bu yana devam eden bir BAAS yönetimi iktidarda. En ücra köy ve kasabalara kadar teşkilatlanmış bir parti ve komite. Halka nefes aldırmayan bir yapı. Ayrıca güçlü bir istihbarat ve gizli polis teşkilatı elinin altında. Eski Sovyetlerdeki KGB'nin eğitiminden geçmiş güçlü bir istihbarat teşkilatı. Her türlü psikolojik harekâtı ve provokasyonu kullanabilecek kabiliyete sahip bir teşkilat.  Gerektiğinde rejime karşı kukla muhalif gruplar kurup yönetecek ve muhalefeti parçalayacak icraatları olan bir istihbarat teşkilatı.

Bilindiği gibi istibdat ve dikta rejimlerinin en önemli tahribatlarından birisi de halkta yoğun bir şahsiyet erozyonuna sebep olmasıdır. Suriye halkı yarım asra yakın bir diktatörlüğün pençesinde devletçi, içe kapanık, çekingen, her şeyi kabullenen ve kolay taraf değiştiren bir hususiyet kazanmıştır. Bu arada Bediüzzaman Said Nursî'nin Tarihçe-i Hayat'ta geçen şu ifadesini hatırlamakta fayda var: “Hem yirmi seneden beri tahribkârane eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadakat kaybolmuş ki, ondan belki yirmiden birisine itimad edilmez.”

En önemli problemlerden birisi de demokrasi ve hürriyet isteyen halkın tek çatı altında bir araya gelememesidir. Çok sayıda gruba bölünmüş olmaları başarıya giden yoldaki en önemli engellerdendir. Rejimin her türlü hile ve desiseyi kullanması sebebiyle halkta birbirine karşı güven minimum seviyededir. Bu sebeple de bölünmeler hızla artmıştır. Ayrıca selefî akımların kendinden başka herkesi “kâfir” ilan eden tekfirci anlayışları da hizipleşmeyi artıran önemli sebeplerden olmuştur.

Şia, Arap milliyetçiliği ve sosyalizm

Bilindiği gibi yirminci asırda İslam’ı yok etmek ya da bölüp parçalayarak etkisiz hale getirmek isteyenlerin en büyük taktiklerinden birisi de İslam'ın yerine ırk ya da menfi milliyetçiliği ikame etmekti. Türkiye'de Türkçülük ve Kürtçülük, İran'da Pers ya da Fars milliyetçiliği, Arap ülkelerinde de Arap kavmiyetçiliği revaç bulmuştur. Irkçılık İslam dünyasını, bugünkü Irak topraklarında olan efsanevî Babil kulesi dehşetine çevirmiştir. Mezhepçilik de aynı şekilde menfi milliyetçiliğin bir kolu olarak kullanılmaktadır. 

BAAS partisi faaliyetleri 1940'lara kadar giden Arap milliyetçisi ve sosyalist bir parti. Diğer kolu, Amerikan işgaline kadar Irak'ta da uzun süre iktidarda kalmıştı. Kurucuları arasında Mişel Eflak gibi Hristiyanların da olması; yapısı ve hedefleri hakkında bir nebze fikir verir.

Suriye rejiminin çekirdeğini Şii mezhebinin bir kolu olan Nusayriler teşkil ediyor. İran ve Suriye Şiasının siyasette son derece maharetli olduklarını, çok iyi eğitim aldıklarını ve medyayı da çok iyi kullandıklarını unutmamak gerekiyor. Hatta din adamlarının yükselmesinde ilimden ziyade siyasi manevra kabiliyeti önemlidir ve onlara göre son derece meşrudur. Hepsi adeta birer kurt politikacıdır. Bu şekilde kendilerine göre mezheplerini muhafaza edecek en kabiliyetli kişiler yönetime gelmiş olur. Eski İran taktiklerinden aynı zamanda mezhebin de önemli bir prensibi olan “takiyye” gibi hususlar da dikkate alınınca küçük bir mezhebin bütün dünyayı nasıl etkilediği daha iyi anlaşılır. 

Bilindiği gibi siyasetteki bu başarıları sebebiyle de bir zamanlar bütün dünyada “Humeynicilik” yaygındı. Geçmişte, dindar insanlara ve özellikle siyasetçilere İran’ın yayılmacı politikasını anlatmakta büyük zorluk çekilmişti.

Şiiler ülke nüfusuna göre % 12'lik bir orana sahip.  % 10 civarındaki Hristiyan nüfus da daimi destekçilerden. Ülkede içlerinde Kürtlerin ve Türkmenlerin de olduğu, ekseriyeti Arapların oluşturduğu % 75 gibi Sünni bir çoğunluk var.

Rejim bu çoğunluğu elde tutabilmek için kısmen de olsa mezhepçiliği terk edip veya öne çıkarmayıp BAAS'ın prensiplerinden olan Arap milliyetçiği ve sosyalist ideolojiye sarılmıştır. Milliyetçiliği körüklemek ve tabandaki desteği artırmak için Kürtlere ve Türkmenlere yoğun bir baskı ve zulmü netice veren uygulamalarda bulunmuştur. Bu politika Kürt ve Türkmenlerde nefret oluşturmakla birlikte hadiselere sathi bakan tabanda rejime destek sağlamıştır.

Yine okullarda okutulan sosyalizmle birlikte tabiatçılık, Darwincilik ve materyalizm gibi fikirler önemli tahribata yol açmıştır. Dinî eğitim veren kuruluşların bu akımları “kâfir” ilan etmekten başka görünür bir çalışmalarının olmaması tahribatın boyutunu artırmıştır.

Birçok ülkeden direkt ya da dolaylı destek alan PKK ve uzantılarının etkisi de rejimin hanesine yazılmaktadır. Marksist bir ideolojik kökenden gelmesi sebebiyle de BAAS rejimiyle kolaylıkla diyalog kurabilmektedir. Ayrıca ayrı bir devlet kurma hedefi için meşruiyetine, hak, hukuk ve insani değerler gibi hiç bir kriteri gözetmeden her türlü ittifaka girmeleri de çözümü zorlaştıran başlıca sebeplerdendir.

Sunnî çoğunluğun tepkilerini azaltmak için rejim, siyasî bir talebi olmayanlara kısmen müsamaha ile bakmış, eğitim ve dini faaliyetlerine fazla müdahale etmemiş ve önemli tavizler vermiştir. Dini yaşantılarına ve eğitim faaliyetlerine müdahale edilmeyen halkın önemli bir kısmı da muhalefete destek vermemiş ve silahlı direnişe katılmamıştır. Ayrıca kimin tarafından yönetildiği bilinmeyen radikal grupların varlığı da Sünnî tabanın önemli bir kısmını silahlı direnişten uzak tutmuştur.

BAAS rejiminin İsrail karşıtlığı da tabandan destek almasına sebep olmuştur. İran'ın yaptığı gibi İsrail’le kontrollü gerginlik İslam dünyasında da etkili olmuştur. Golan tepeleri, Filistin ve Lübnan'a destek gibi konuları sürekli sıcak tutarak adeta İsrail ile savaşan tek devlet görünümüne bürünmüştür. İsrail'in de ara ara yaptığı ve mahiyeti çözülemeyen hava saldırıları da bu kanaati güçlendirmiştir.

Bütün bu faktörler alt alta toplandığında rejimin tabanın hala % 12 olduğunu söylemek doğru değildir.

Bu olumsuzluklara rağmen Suriye halkı bin dört yüz yıllık sağlam bir İslamî geleneğe ve alt yapıya sahiptir. Emevî, Selçuklu ve Selahaddin Eyyubî dönemleri dikkate alındığında dünyanın özellikle İslam dünyasının uzun süre yönetildiği bir memleket olmuştur. Moğollara ve Haçlılara karşı direnişleri, özellikle Kudüs’ün kurtarılmasında İslam dünyasına yaptıkları hizmetler unutulmamalıdır. Ayrıca ilk halifelerden Selçuklulara kadar geçen asırlarda Suriye hep serhat boyu olmuş bütün fetihlerin, İslamî hizmetlerin ve eğitim faaliyetlerinin yükünü çeken memleket olmuştur.  Yine 1950 öncesi bizdeki tek parti istibdadında Türkiye'den göç edenlere yaptıkları misafirperverlik ve medrese eğitimleri de unutulmamalıdır.

Devam edecek 

Hasan GÜNEŞ

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Son Ekledikleri: Hasan GÜNEŞ

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...