Çarşamba, 22 Şubat 2023 14:36

Deprem

17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde merhum Recep Vidin ve Celal Sancar ile birlikte Adapazarı'na gitmiştik. Orada üç gün depremzedelere yardım etmeye çalıştık. Deprem bölgesinde bulunduğumuz süre içerisinde adeta ülkemiz insanının fotoğrafını gördük. O günün şartlarında insanımız bugün olduğu gibi o gün de imkanı nispetinde neyi varsa hiç esirgemeden deprem bölgesine akıtmıştı. Orada insanımızın engin gönüllüğünü, cömertliğini gördük. Deprem öncesi insanımıza ait bir takım yanlış algılarım olsa da o gün o dayanışma ruhu beni yeniden insanımıza güvenme noktasına getirdi.

             Konya başta olmak üzere ülkenin her yerinden kamyonlar, tırlar birbiri ardınca yardım malzemesi aktarıyordu deprem bölgesine.Bizler de, yardım malzemelerinin toplandığı bir mekanda gelen yardımları tasnif ediyorduk. Yaşlı bir teyze geldi. Malûm Ağustos ayı sebze ve meyvenin bol olduğu bir aydır. Teyzem, yakın bir köyden geliyor. Elinde bir sepet ve içerisinde çeşitli sebzeler ve bir miktar da bakliyat var. Teyzem: ''Evladım! Bunları bahçemden topladım, olanı buydu, bunları kabul eder misiniz? '' dedi. İkramını aldık almasına da ardından yüreğimden bir çığ koptu. Konya’dan, Maraş’tan, Adana'dan gelen tırları, yardım malzemelerini unuttum. Teyzemin getirdikleri beni farklı dünyalara götürdü. Ah teyzem! ' Evladım, olanı buydu, bunları kabul eder misiniz ' deki o ifadeler halen yüreğimde ve aklımda bir çivi gibi duruyor.

            O günde yağmacılar, depremi ranta dönüştürmek isteyenler, halkın zaruri ihtiyaçlarını fahiş fiyata satmak isteyenler vardı. Ama benim gözlerim Adapazarlı teyzemi görüyordu. Ben, o teyzemde insanımızın kalitesini görüyordum. Bugün de benzer sahneler, gelişmeler yaşıyoruz. O nedenle yanlış adamların yaptıkları yanlışlara takılmamak lâzım. Bu tipler her yerde her zaman bulunurlar. Bizler eğer güzellikleri aramaya kendimizi yönlendirirsek mutlaka görünürüz ve buluruz da. Ama yanlışları ararsak da onu da görür ve buluruz. Soru şu;bu yanlışları bulmak mı ufkumuzu açar, yoksa güzellikleri bulmak mı? Ya da görevimiz başöğretmenimiz olan Hz. Muhammed (as)’ın: “Kıyamet kopmak üzere de olsa elinizde dikmekte olduğunuz bir fidan varsa onu dikiniz.”buyruğuna uymak mı?

            Doğup büyüdüğüm, her yerini karış karış bildiğim, dolaştığım Maraş, önce; 7.7Pazarcık, ardından 6.4 Nurdağı ve sonrasında da 7.6 şiddetindeki Elbistan depremi ile yıkıldı.Deprem  çeşitli yerleşim yerlerini de yıktı-geçti. Elbette kimilerimiz bu depremleri bir kader olarak değerlendirdi, kimilerimizde bilinçsizlik, tedbirsizlik, yanlış yerleşim tercihi ya da rant devşirme arzularının bir sonucu olarak değerlendirdi. Hasan el-Basri Kader Risalesi’nde; Allah’ın Resulü’nün kaderin mecburiyetine değil, kulun mesuliyetine inandığını söyler. Elbette deprem konusundaki değerlendirmelerin bir karşılığı vardır. Ama ben, öncelikle bu deprem ya da depremlerin bir kader olduğunu düşünenlerden değilim. Kader en genel anlamı ile Allah'ın eşyada yarattığı özelliklerdir. Tıpkı suyun akıcılığı, ateşin yakıcılığı nasıl ki, suyun ve ateşin bir kaderi ise yer altındaki fay katmanlarının da yerin bir kaderi olduğuna inanıyorum. Bu depremlerin tabiatında var olan özelliğe yeni suyun akıcılığı, ateşin yakıcılığında olduğu gibi yeraltı katmanlarında var olan enerji birikiminin de yerin kaderi olduğuna inanmıyorum. Su nasıl ki akıcılığından dolayı suçlanamazsa ya da sorumlu tutulamazsa, depremler sonrası ortaya çıkan neticelerden de yer altında oluşan fay hatlarındaki enerji de sorumlu tutulamaz. Sorumlu ya da sorumlular dere kenarına ev yapan, fay hatları üzerine yerleşim yerleri inşaa eden irade ve bunlara izin verenlerdir. Dolayısıyla sel felaketi, yangın, heyelan ve deprem gibi afetlerlerden yapanlar, irade sahipleri sorumludur. Bu ifade elbetteki tüm olanların Allah’ın iradesi ve malumu olduğuna halel getirmez. O nedenle deprem ve benzeri afetlere kader deyip geçemezsiniz. Böyle bir anlayış aslında katile, hırsıza ve benzeri suçluların işlediklerine meşruiyet kazandırır. Katilin, katlettiklerinden dolayı ne yapayım kader böyleymiş demesi, hırsızın kaderim buymuş demesi ne kadar gerçek dışı ise fay hatları üzerine ev inşa edenin de deprem sonrası meydana gelen ölüm ve yıkıma kader demesi o kadar gerçek dışıdır. Böyle bir mazeret ise asla kabul edilemez. Evet asrın felaketi tanımlaması ile tanımlanan bir deprem felaketi yaşadık. Elbette bu felaketin sorumluları vardır. Yer kendi tabiatında olanı ortaya koydu. Bundan sonra da koymaya devam edecek. Olan oldu. İnşallah aklımızı başımıza alır ve bundan sonra evlerimizi, yerleşim yerlerimizi bilimin, bilim adamlarının ortaya koyduğu bilimsel verilere göre değerlendirir ve icra ederiz.

          Olayların, depremin getirdiklerinin, nedenlerinin tartışılması ayrı bir fasıl. Deprem sonrası ortaya çıkan ölüm, yıkım, yokoluş noktasındaki yaklaşım ve değerlendirmelerimiz ise anın meselesi ve bizi, bu anın meselesine yaklaşımımız ilgilendirmektedir. İnsanımız, devlet, devletin tüm kurumları STK'lar doğrusu deprem sonrası ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalıştılar ve çalışmaya da devam ediyorlar. Gölcük depremini ve o dönemdeki devleti soyuttan somuta dönüştüren devlet kurumlarının ortaya koydukları ile bugün ortaya konulanları mukayese ettiğimizde belki dün yani Gölcük depremi sonrası 'devlet sınıfta kaldı', 'devlet çöktü'. 'nerede bu devlet', 'devletin yardımını göremiyoruz' gibi söylemlerin bir karşılığı vardı. Zira sahada olan birisi olarak bunu görmüştük. Bir örnekle ifade etmek istersek; Sakarya'da deprem sonrası en çok ihtiyaç duyulan şey seyyar tuvalet ve seyyar banyo idi. Konya o dönem iki tır tuvalet ve banyo gönderdi. Lakin dönemin Sakarya garnizon komutanlığı görevlisi bu tırların Adapazarı'na girişine izin vermedi. Adapazarı'nda birlikte çalıştığımız Dt. Süleyman Gündüz farklı metodlarla tırların şehre girmesini temin etti.

            Şimdi ise deprem bölgelerinde devleti soyuttan somuta dönüştüren bütün kurumlar, halk, STK'lar iş başında. Gölcük depreminde kendimiz çalıp kendimiz oynuyor iken, Pazarcık, Nurdağı ve Elbistan depreminde hep birlikteyiz. Bir örnek vermek gerekirse şu an da deprem bölgesinde sadece silahlı kuvvetlerden 14 bin asker görev yapmakta, ikinci depremin merkezi olan Nurdağı'nda seyyar tuvaletten, çamaşırhane ve duşlara kadar tüm hizmetler devleti somutlaştıran kurumlar ve STK'lar tarafından icra edilmekte. Bunun aksini söyleyenler aslında sahaya girmeyen ya da artniyetli olan kimseler veya elini taşın altına sokmayanlardır.

            Derdim devletin kurumlarını temize çıkarmak ya da mevcut iktidara methiyeler düzmek değil. Elbette oldukça geniş bir alanda etkili olan depremde çeşitli aksaklıklar olmuştur. Derdim hakkın, hakikatin bilinmesine katkıda bulunmaktır. Depremde yakınlarını kaybetmiş birisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, dünyada hiçbir devlet hiçbir toplum bu denli ardı ardınca üç depremin yaşandığı ve yaşanmakla kalmayıp neredeyse tüm yerleşim birimlerinin yerle bir olduğu bir durum karşısında bundan daha iyisini yapabilir mi? İş makinaları başta olmak üzere yardım malzemelerinin sevki için gerekli zaman dilimini ve gerekliliğini dikkate almadan 'nerede bu devlet' diyenlerin kesin bir yanılgı içerisinde olduklarını söylebilirim. Türkiye aslında bu deprem vesilesiyle dünya Müslümanlarının keder ve sevincine ortak olmanın sonucunu ve semeresini de görmüş oldu. Patanili Müslüman ne diyordu: “Biz yardım yapmayı Türkiye’den öğrendik.” Deprem vesilesiyle duyduklarım, gördüklerim bana istemeye istemeye de olsa şu ifadeleri hatırlatıyor: 'Allah bu milleti düşmanlarının şerrinden çok, dostlarının şerrinden korusun.' Hallacı Mansur geldi hatırlama. Mansur; “Ene-l Hak”dediği için taşlanarak ölüme mahkum edilir. İnfaz sırasında görevliler taş atarken, Mansur’un dostlarından birisi GÜL atar. Mansur, yüzü, gözü kan-ı revan içerisindeyken başını dostuna çevirir ve; “düşmanın attığı taş değil dostun attığı GÜL incitti beni” der. 

(21.02.2023) 

 

https://www.hertaraf.com/koseyazisi-deprem-3521

 

 

Süleyman Arslantaş

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...