Cuma, 17 Eylül 2010 14:54

Nurcu olmak suçmudur

Nurcu olmak suç mudur?

Yüksek Askeri Şura ile ordudan atılan subayların durumlarının tartışıldığı İskele-Sancak isimli açık oturum programında bir sual ile karşı karşıya kaldım. Program sunucusu ve yöneticisi Sayın Erhan Çelik, herhangi bir guruba üye olup olmadığımı, sordu.

Bende, gençliğimden beri Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerini okuduğumu ve çok istifade ettiğimi söyleyerek bu eserleri okuyanlara toplumumuzda “Nurcu” adının verildiğini ve benimde bu guruptan sayılabileceğimi, ifade ettim.

Açık oturumun konusu Yaşzedelerin mağduriyetlerinin dile getirilmesi olduğundan dolayı böyle bir cevabın “dindar subayların ordudan atılmasına bir gerekçe ve malzeme” olabileceğini söyleyen arkadaşlarım oldu. Hatta takıyye yapmam gerektiğini zira bir cemaate mensup olanların orduda görev yapmasının doğru olmadığını, bunların ordudan atılmasının da haklı olduğunu anlatmaya çalışan eski meslektaşlarım oldu.

Buna mukabil sayısız kişi ve arkadaşım eğip bükmeden çok güzel bir cevap verdiğimi söyleyerek tebrik ve teşekkürlerini iletti.

Bu konu ile ilgili olarak düşüncelerimi okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Her şeyden önce dini eserleri okumak ve dini bir cemaate mensup olmak kata ve asla suç değildir. Dini ve imani konularda elbette bu konuda uzman olarak bilinen âlimlere müracaat edilecektir. Ahiret, iman ve ibadet konusunda doğru dürüst abdest almasını bilmeyen bir komutana mı soru sorulacak, onun düşüncesine göre mi,  hareket edilecek. Bu kadar saçma bir şey olabilir mi? Elbette asrımızın en büyük hastalığı olan inançsızlık bataklığından kurtulmak için Bediüzzaman’ın eserlerine müracaat edilecektir.

Buna mukabil askerlik mesleğini profesyonel olarak yapan subay ve astsubaylar, mesleki konularda elbette komutanlarına müracaat edecek üst rütbelerdeki yöneticilerden almış olduğu emirleri tereddütsüz olarak yerine getirecektir. Aksini düşünen bir insanın silahlı kuvvetlerde görev yapması doğru değildir. Zaten “işini ehline vermek” Peygamberimizin (a.s.m) bir emridir. Her konuda ihtisas sahibi ve sorumluluk pozisyonunda bulunanların sözleri değerlidir. Sapla samanı karıştırmamak gerekir.

Bediüzzaman’a 100 yıl önce soruyorlar. Her şeyden evvel, bize lazım olan nedir?

Cevap olarak “doğruluk” olduğunu söyler. Daha sonra “yalan söylememek ”, üçüncü olarak da “sıdk, ihlâs, sadakat, sebat ve tesanüt” ün bize gerekli olduğunu söyler. Görüldüğü gibi her üç cevapta da doğruluğun öneminden bahsetmiştir. Zira imanın mahiyetinin doğruluk olduğunu,  Allah’a olan inançsızlığın ise yalancılıktan kaynaklandığını ifade eder.

Evet, Ehli Sünnet,  takıyye yapmayı, yani inanmadığı ve sevmediği halde inanmış ve sevmiş gibi gibi görünmeyi reddeder. Şiilik mezhebi buna cevaz verse de İmamı Azam mezhebine uyan bizlere uymaz. Günahtır, yasaktır.

Bir Müslüman, eğer cevap verdiği takdirde güç duruma düşeceğini zannediyorsa en fazla susma hakkını kullanır. Fakat asla yalan söylemez. İşte 14 asırdır insanların kalplerini kazanarak onların öbek öbek İslam’a geçmesindeki esas olan sır budur. İslamiyet sanıldığının aksine kılıç zoruyla değil gönülleri feş ederek yayılmıştır.

İslamiyet’in ve onun en önemli müracaat kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in günümüzdeki en güzel tefsiri olan Risale-i Nur külliyatı, en dehşetli hastalık olan dinsizliğin en büyük düşmanıdır. Bediüzzaman’ın bu harika tefsirini okuyan insanlar imanlarını takviye ederek cemiyetimize faydalı birer unsur haline gelmektedirler.

Yüze yakın kişiyi öldürerek hapse girmiş bir mahkûm bu eserleri okuduktan sonra tahtakurularını bile öldürmekten korkmaya başlamıştır. Bunun gibi binlerce örnek mevcuttur. Eğer “ben imanımı muhafaza etmek istiyorum” diyen varsa ona verilecek en güzel eser “Nur” külliyatıdır.

Bu eserleri okumak ve imanını kuvvetlendirmek suç olamaz. Zaten binlerce mahkeme bu konuda karar vermiş didik didik edilmesine rağmen bu eserlerde suç unsuru bulamadıklarını itiraf etmişlerdir.

Asker veya herhangi bir memurun bu eserleri okuyarak dinine olan inancını koruması ve muhafaza etmesi kimseyi rahatsız etmemelidir. Onları şucu bucu diyerek karalamak, işlerine haksız yere son vermek büyük bir yanlış ve zulümdür.

Eğer bir kişi, işi ile ilgili kurallara uymuyor ve görevini aksatıyor ise yapılması gereken çok basittir. Öncelikle o kişi ikaz edilir. Yok, eğer fayda vermiyor ise idari ve adli makamlara müracaat edilerek yasal işlem yapılır. Yoksa sen şuna inanıyorsun, düşüncelerin yanlış diyerek suçlama yapmak hatta “namaz kılıyorsun” veya “eşin başörtüsü takıyor” diyerek insanların işine son vermek en hafif ifadesi ile vicdansızlıktır.

İşte bu yüzden “seni ordudan atanlara gerekçe verdin” diye ikaz eden dostlarıma Risaleleri okumanın asla suç olmadığını, bunu ifade etmenin de yanlış olmadığını söylemek isterim. Artık 2010 yılını dahi geride bırakıyoruz. Yersiz korku ve evhamlardan kurtulmamız gerekiyor. Eğer inançlarının gereğini yerine getirenlere “suçlu” olarak bakanlar var ise bu onların kusuru ve ayıbıdır. Onların keyfi için doğruluktan vazgeçilmez, vesselam…   



 

Son Düzenlenme Cumartesi, 18 Eylül 2010 14:54
Vehbi Horasanlı

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

1 yorum

  • Yorum Linki Ahmet TÜRKAN Salı, 28 Eylül 2010 18:06 yazan Ahmet TÜRKAN

    TSK; personeli fişlerken sen nereye üyesin, sen kimsin demedi. Kendi kafalarına göre atmak istedikleri personeli yaftaladılar. Bilgi edinme kanununa istinaden evrak talep eden varsa görecektir ki fişlemelerin aslı astarı yoktur. Halbuki risale-i nurlar ilmi kaynak eserlerdir. Kimsenin malı değildir. Risale-i nur tarikat değildir. Herkes kendi hissesi kadar alır.
    Kalemine sağlık Vehbi Bey.

    Raporla

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...