Pazartesi, 09 Mayıs 2011 10:56

İstanbul Kanalı denizciliği geliştirecektir

Bediüzzaman, Avrupa’nın rüçhaniyetinin (üstünlük kurmasının) maddi ve manevi sebeplerini açıkladığı “Devaül Yeis” adlı eserinde maddi sebeplerinden birincisini Avrupa’nın coğrafi konumu ve denizcilikteki gelişmeleri ile izah ederek: “Zira dardır, güzeldir, demir madenidir, girintili çıkıntılıdır, deniz ve enharı (nehirleri) bağırsaklarıdır; bariddir (soğuktur)” der.

Yıllarca denizlerde çalışmış biri olarak Bediüzzaman’ın bu tespitinin üzerinde durmak istiyorum. Gerçekten de Avrupa’nın neredeyse bütün sahilleri girintili çıkıntılı olup deniz taşımacılığına uygun limanlarla doludur. Bunun yanısıra nehirler aracılığı ile deniz taşımacılığına çok uygundur.

Nehirleri ifade ederken “bağırsak” benzetmesi yapması çok ilginçtir. Zira bağırsaklar vücudun ihtiyacı olan gıdaların sindirilmesinde en büyük rolü ifade etmektedirler. Toplumun ihtiyaçlarının karşılanması denizcilik ve ticaretin gelişmesi sürat kazanmıştır. Ekonomik olarak gelişmek ticaret ile mümkündür ve rızkın onda dokuzu ticarettedir. İşte,  Avrupa’nın öncelikle ticarette gelişerek bütün dünyaya üstünlük sağlamasını bu kadar veciz bir ifade ile anlatmak ancak Bediüzzaman’a mahsus bir şeydir.

Başbakan Erdoğan’ın “çılgın proje” adıyla gündeme getirdiği İstanbul’a kanal açma projesi hiç de çılgın bir proje değildir. Hatta çok geç kalınmış bir projedir. Tarihimiz bunun gibi hayata geçirilememiş onlarca proje ile doludur.

Mesela, Sakarya nehri ile İzmit Körfezine kanal açılması düşünülmüş, hesaplanmış fakat bir türlü hayata geçirilememiştir. Bu sayede nehir havzası ticaret gemilerinin geçişine uygun hale getirilecek, endüstri ve sanayinin gelişmesine yol açacak idi. Osmanlı döneminde de bu projeler gündeme gelmiş fakat bir sonuç alınamadığı gibi büyük masraflar yapılarak emek ve malzeme israfına yol açılmıştır.

Kâtip Çelebi’nin “Tuhfetül Kibar Fi Esfaril Bihar” yani büyük deniz seferleri ve fetihleri adlı eserinde bu konuda şu görüşler yer almaktadır.

İran seferinde en büyük güçlükler askere verilen zahire den(yiyecekten) kaynaklanmıştı. Bu nedenle Kaptanı Derya Müezzinoğlu Ali Paşa 1568 yılında Karadeniz’in kuzeyindeki Azak şehrine donanma ile beraber gitmiş, Karadeniz’e ve Hazar Denizine (Şirvan Denizi) dökülen Ten Suyu (Don Nehri), ile İtil (idil) Nehri arasına kanal yapılmak istenmişti.

Tatar Hanı ve Kefe Paşası üç ay çalışarak kanal kazmaya başladılar. Fakat bu çalışmalar çeşitli nedenlerle akim kaldı. Kazı malzemeleri de dâhil olmak üzere bırakılarak projeden vazgeçildi. Fakat aradan 400 yıl geçtikten sonra Ruslar bu iki nehir arasına kanal yaparak Hazar havzasına ikmal malzemelerini geçirmeye kolaylıkla muvaffak oldular ve  sonrasında da  Türkistan’ı ele geçirdiler.

Kâtip Çelebi, kıssadan hisse der ki “Küçük adamla büyük işe başlamak doğru değildir. Her işin uygun başı gerek. Anlatılan ise padişah varup zamanıyla başlasa ancak üstesinden gelir ve bu soy işler himmet sahibi padişah işidir, vezirlerin serdarların işi değildir”

“999’da (Miladi: 1590) Sinan Paşa’da (Mimar Sinan) Sakarya Nehrini kazmaya ve Sabanca gölüne akıtmaya girişmişti, sonuç vermedi. Çünkü padişahın bunun gerek olduğunu doğrulayıp işe koyulmasına görümlüdür, kendisi doğrudan anlamayınca ve üzerinde bulunmayınca olmaz”

İşte, Kâtip çelebinin 450 sene önceki endişeleri halen mevcut. Umarım Başbakanımız bu güzel projenin üzerinde hassasiyetle durup zaten kısıtlı olan devlet bütçesini israf etmeden projeyi hayata geçirir. Tevfik Allah’tandır.

Vehbi Horasanlı

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...