Pazartesi, 11 Mart 2013 13:26

BİR DEVRİMCİNİN ARDINDAN…

BİR DEVRİMCİNİN ARDINDAN…

Amerikan Ulusal Savunma Enstitüsü küreselleşmeyi, “malların ve hizmetlerin, paranın, teknolojinin, fikirlerin, enformasyonun, kültürün ve halkların hızlı ve sürekli bir biçimde sınır ötesine akışı” şeklinde tanımlamaktadır. Başka bir tanımda, BM İnsan Hakları Komisyonu, küreselleşmeyi “sadece ekonomik olmayan sosyal, siyasal, çevresel, kültürel ve hukuksal boyutları da olan bir süreç” olarak tanımlamaktadır.

Bütün benzer tanımlardan yola çıkarak küreselleşmeyi, bir “zaman-mekan sıkışmasıdır” ve dünya genelinde homojenleşmeyi ifade eden bir kavramdır diyebiliriz. Aslında küreselleşmenin sadece homojenleşmeye değil, batı dışı toplumların tahakküm altına alınmasına da hizmet ettiği bir “Batılılaştırma” süreci olduğunu da söyleyebiliriz.

Bugünün dünyasının, kapitalist ekonomik sistemin gücünü pekiştiren bir küreselleşme tarafından şekillendirildiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. “Tepeden Küreselleşme” olarak adlandırabileceğimiz bu olguya karşılık “Aşağıdan Küreselleşme” ya da diğer bir tabirle alternatif küreselleşme hareketleri çıkmıştır. Alternatif küreselleşmenin ilk kez 1999’da Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTO) yönelik protestolar sırasında ortaya çıktığı (1994’te Madrid’de bunun öncüsü olan bazı protestolar yapılmış olsa da) genel kabul görmüştür. Bu eylemlere medyanın dikkat çekmesi, alternatif küreselleşme hareketine önemli bir görünürlük ve hız kazandırmıştır. Bu hareket, Brezilya Porto Alegre’de Dünya Sosyal Forumu’nun (WSF) kurulmasıyla birlikte daha kolektif bir biçim alarak ivme kazandı. İlginç bir tesadüf olarak aynı yıl olan 1999 Şubat’ında Hugo Chavez Venezuela’nın devlet başkanı oldu. Chavez güney-güney diyaloğu savunucusu ve “aşağıdan küreselleşme” dediğimiz alternatif küreselleşmenin tipik bir uygulayıcısı haline dönüştü. Noam Chomsky’le fikirsel olarak yollarının kesiştiği nokta da tam burasıydı. Çünkü Chomsky de tepeden ve hegemonik değil aşağıdan küreselleşmeyi savunan fikirlere sahipti.

Chomsky açıkça, dünyadaki seçkin azınlığın değil insanların büyük çoğunluğunun yararına işleyen küreselleşmeyi savunuyor; George W. Bush’un başkanlığı döneminde dünya çapında özellikle de 11 Eylül 2001’den sonra sürdürülen faaliyetlerin, dünyada Amerikan hegemonyası kurma çabaları olduğunu söylüyordu. Chavez 2006’da BM’de Bush’tan bir gün sonra konuşmak için çıktığı kürsüde istavroz çıkarıp “Şeytan dün buradaydı. Halen kükürt kokusunu alabiliyorsunuz” yorumunda bulunmuş ve konuşmasında ABD’yi böyle güçlü bir şekilde eleştirenin yine bir Amerikalı olması nedeniyle Chomsky’nin “Hegemonya ve Hayatta Kalma” kitabını elinde sallamış ve konuşmasında kitaptan alıntılar yapmıştı. Ayrıca İsrail’in Filistin’e yaptığı zulme karşı çıkma noktasında da Chomsky’le aynı paralelde olduğunu bütün dünya bilmektedir.

1400’lerin sonunda ilk kâşifler Venezuela’ya “Pierre de Grasyas” “ zarafet diyarı” diyorlardı. Petrolün bulunmasıyla, dünya petrol tarihinin en büyük yağmalarından biri Venezuela’da yaşandı. 1920’lerde Diktatör Vicente Gomez Venezuela’nın kapılarını “Yedi Kız Kardeş” olarak anılan uluslararası petrol şirketlerine açtı. Hepsi kârdan kendine düşen payı fazlasıyla aldı. Gomez ve çevresine bundan ciddi bir pay verildi. Rüşvet hayli yüklüydü ama buna değerdi. Zira rezervler dev boyutlardaydı. Yaklaşık bir asıra yakın bir süre “petrolün efendileri” Yedi Kız Kardeş ülkenin hakimi haline geldiler ve petrolü yıllarca vergisiz bir şekilde özellikle de Amerika’ya akıttılar. Venezuela Limanı’ndan yüklenen ham petrol Arthur Limanı ve Houston Limanı’ndaki rafinerilere, ülkeye vergi yerine yöneticilere rüşvet vererek taşımaya devam ettiler. Öyle olunca da halk petrolün zenginliğini hissedemedi, açlık, yolsuzluk, işsizlik; topluma yönelik hiçbir sosyal politikanın olmayışı, Venezuela halkını tamamen sefalete sürükledi.

Latin Amerika’nın ulusal önderlerinden Simon Bolivar’ın bağımsızlıkçı düşüncelerinden esinlenerek 1992’de 45 yaşında bir yarbay olan Hugo Chavez’in Carlos Perez yönetimini silahla devirmeye kalkması başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak başarısızlığını ve olanlara kendinin sebep olduğunu canlı yayında kabul etmiş ancak bunu kabul ederken “şimdilik” sözüyle niyetinden vazgeçmediğini de ima etmiş oluyordu. Nitekim pes etmeyen Chavez, ilerleyen yıllarda politik faaliyetlerle bağımsızlık düşüncesini geliştirdi ve bu işin silah zoruyla değil halkın desteğiyle olacağına inandı ve köy köy, mahalle mahalle dolaşarak yapmak istediklerini halka anlattı. 1998’de seçimlere girdi. Yüzde 58’lik bir destekle 1999 Şubatında iktidara geçti.

Chavez’in ilk icraatları, ülke içinde sosyal politikaları derinleştirmek, dış politikadaysa ABD’nin etkisinden bağımsız çizgi izlemek üzerine kuruluydu. Uluslararası petrol şirketlerini Venezuela petrollerinden bir bir el çektirdiği düşünüldüğünde, 12 Nisan 2002’de kendisine karşı düzenlenen darbede Exxon Mobil parmağı olması kuvvetle muhtemel görünmektedir. Zira Exxon Mobil’in her bir darbeci generali 100 milyon dolara satın aldığı iddiaları da gündeme gelmişti. CIA, generaller,petrol şirketlerinin idarecileri, yerli iş birlikçi iş adamları karmaşa çıkarmayı başardılar. Chavez tutuklandı. Herkes sonunun Salvador Allende gibi olacağını düşünerek “bu iş bitti” dedi. Ancak halktan; özellikle kentin kenar mahallelerinde yaşayanlardan gelen destek sayesinde 48 saatten az bir sürede bırakılarak tekrar iktidara oturdu. CIA, favori silahları dolar ve manipülasyonu bir kez daha kullanmış oldu. Fakat Venezuela’yı “Büyük Petrol Sumağına” kurban edemediler. Toplumun büyük kesiminden destek alan Chavez, Ulusal Petrol Şirketi PDVSA’yı ele geçirdi. Grevlerde ve sabotajlarda rol alan 20 bin idareci ve işçi kovuldu. 1 Mayıs 2007’de Hugo Chavez Orinoco petrol sahasını; Yedi Kız Kardeş’in son kalesini işgal etti. Orinoco’da petrol çoktu ama çıkarmak için yeni teknolojilere ihtiyaç vardı. Chavez; Çin, Rusya ve Avrupa şirketlerini ülkeye davet etti ve bu ülkeler balıklama atladılar. 2011’in başlarında Chavez, Enerji Bakanımız Taner Yıldız’ı kabul etti ve 2 milyon konuta ihtiyaçları bulunduğunu, TOKİ’yi acil Venezuela’ya beklediklerini söyledi. Taner Yıldız; karşılığında Türk tarafına günlük 200 bin varil üretim yapılan sahanın önerildiğini ve bu sahanın yüzde 10 ortağı bile olunsa günlük 20 bin varil petrol anlamına geldiğini söylemişti. Gerek bu proje, gerekse Venezuela’nın 4 milyon varil petrolünü Türkiye’de depolama projesi halâ güncel mi, rafa kalktı mı bilmiyoruz. Zira Türkiye’ye gelmek istediğini resmen bildirmesine rağmen Amerika’yla olan ilişkilerinden olsa gerek, çekinceli davranılarak kendisine randevu verilmemişti.

13 yılı aşan iktidarı döneminde Chavez, neo-liberal küreselleşmeye karşı mücadelenin lideri ve küreselleşmenin alternatif biçiminin destekçisi haline geldi. Ülkesindeki yoksulların hayatlarını iyileştirmeyi hedefleyen çok sayıda projeyi hayata geçirmeyi başardı. “Barrio Adentro” adını verdiği proje ile yüzlerce Kübalı doktoru Venezuela’ya getirerek, ülkenin en yoksul mahallelerinde yeni sağlık ocakları açtı. Çokuluslu şirketlerden el konan on binlerce hektarlık toprağı tarım yapmaları için yoksul köylülere dağıttı. Kurduğu tramvay sistemiyle, başkentin çevresindeki tepelere kurulmuş yoksul gecekondulardaki halkın kent merkezine kolay erişimini sağladı. Bütün bu projeler, belirtilen hedeflere ulaşmanın ötesinde, o zamana kadar neredeyse yok sayılmış bir toplumsal kesimi görünür hale getirdi. Chavez sadece ülkesinde değil, aynı zamanda uluslararası alanda da yoksullara bir ses bir kimlik verdi. Bütün bu icraatlarına baktığımızda, ölümünün ardından Türkiye’deki “ulusalcı sol” kesimlerin ve CHP’nin Chavez nutukları atması, bu kesimlerin cuntacı, jakoben, halka tepeden bakan, “dağdaki çobanla kendilerinin oylarının eşit sayılmasını” yadırgayan paradigmalarıyla Chavez’in düşünce ufkunun bırakın örtüşmesini; yanından bile geçemezler.

Chavez’in uluslararası arenada bu kadar rahat ve güçlü hareket etmesi sadece halkından aldığı destekten değildi elbette. Venezuela’nın petrol rezervlerinin gezegenin en büyük rezervi olduğu tahmin ediliyor. Bu göz önünde bulundurulduğunda ve petrol fiyatlarındaki hızlı artış onun bu konumuna katkıda bulunmuştur. Sözgelimi Chavez, Güney Bankası gibi bölgesel bir finans sistemi oluşturmayı amaçlıyordu. Bununla neo-liberal, Washington kaynaklı, Amerikan hakimiyeti altındaki Dünya Bankası’na ve Amerika Kıtası Kalkınma Bankası’na alternatif olabilmeyi ve bunların uygulamalarına karşı direnebilmeyi, aynı zamanda IMF’nin Latin Amerika’daki etkisini sınırlamayı hedefliyordu. Güney Bankası’nın 7 milyar dolarlık sermayeyle faaliyete geçmesi planlanmaktaydı. Merkezi Venezuela’nın Caracas şehri olacak ve Arjantin, Brezilya, Bolivya, Ekvador, Paraguay, Uruguay ve muhtemelen Kolombiya’da faaliyet gösterecekti. Aslında 2007 başlarında Chavez Venezuela’yı IMF dışına çıkarma planlarını zaten ilan etmişti.(IMF’ye olan borçlarını planlanandan beş yıl önce ödemişti) Şimdilerde ise, IMF’ye alternatif olarak bölgesel bir istikrar planı yaratmayı düşünüyordu. Geçmişte ABD’nin desteklediği Amerika Serbest Ticaret Bölgesi’ne de (FTAA) itiraz etmiş ve bunun altının oyulmasında önemli rol oynamıştı. Kendi alternatifi olan Alternativa Bolivariana Para America’yı gündeme getirmişti. Ayrıca NATO’nun farklı Latin Amerika versiyonunu da destekliyordu. Hugo Chavez’in ömrü hedeflerinin hepsini gerçekleştirmeye yetmedi. Ancak kim ne derse desin dünyaya, yeri geldiğinde küresel güçlere kafa tutulacağını, alternatif siyaset ve yönetim biçimlerinin mümkün olduğunu gösterdi. Umarız bundan sonraki Venezuela yönetimleri, “post-Chavez dönemde” ülkelerini altın tabakta küresel neo-kolonyalizme peşkeş çekmezler.

Son Düzenlenme Salı, 12 Mart 2013 11:00
Hüseyin Caner AKKURT

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...