Salı, 08 Nisan 2008 14:57

Ordu ne düşünüyor?

Şu anda Türkiye hareketli, ama ordu sessiz. "Acaba ordu olan bitenlerle ilgili ne düşünüyor?" şeklinde sık sorulan sorunun cevabı, sadece spekülasyonlardan ibaret kalıyor. Bir soru şu: -Acaba Ordu olan bitenler üzerinde hiç düşünme gereği duymuyor mu?
Ya da şöyle bir soru: -Acaba Ordu, olan bitenlerin kendi görev alanı ile hiç ilgisi bulunmadığını mı düşünüyor? Ben her iki ihtimalde de gariplik bulunduğuna inanırım. Diyelim Ak Parti'nin kapatılma davası: Burada "laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak" gibi bir suçlama söz konusu. Bu, TSK'nın damardan ilgilendiği bir konu. Herkes, Ak Parti'ye açılan dava ile, TSK'nın hassasiyetleri arasında zaruri bağlar olabileceğini düşünür. Oysa TSK sessiz. Sevinç vs türünden bir heyecan belirtisi gözlenmiyor.

-Ak Parti'nin kapatılma davası bir başka açıdan da TSK'nın en çok ilgilendiği alanda sonuçlar doğurma ihtimali taşıyor. Tahmin edilebileceği gibi bu Doğu - Güneydoğu'da yaşanan sancıdır. Diğer ifadeyle "Kürt meselesi" denen hadisedir. Ak Parti'nin Türkiye'nin önüne, bu sorunla ilgili farklı bir imkan çıkardığı bir vakıadır. Ak Parti etnik söylemi bulunan bir parti değildir ve bu hüviyetiyle bölge insanından, etnik söylemi bulunan bir partiden daha çok oy almıştır.

Şu anda bölgedeki mahalli yönetimlerde etnik söylemli partinin (DTP'nin) etkinliği vardır. Bu da diyelim ayrılıkçılık konusunda hassas olan tüm çevreleri, bu arada TSK'yı rahatsız etmektedir. Ama 2009 mahalli seçimlerinden Ak Parti'nin mahalli yönetimlerde de etkinlik kazanma ihtimali kuvvetlidir. Bir husus daha var: TSK, terörizmle mücadelenin sırf askeri boyutla nihai başarıya ulaşamayacağını, bunun sosyal, kültürel, ekonomik hamleler gerektirdiğini bilmekte, bunu ifade de etmektedir.

Türkiye, uzunca bir diplomatik çabadan sonra bir sınır ötesi harekât gerçekleştirmiş, ama bu sınır ötesi harekatın da, sosyo - kültürel - ekonomik hamlelerle desteklenmesi gerektiğinde sivil - asker her kesim görüş birliğine varmıştır. Bu konuda en hazırlıklı siyasi ekibin Ak Parti olduğunda da kuşku yoktur. Tam da şu sırada, böyle bir siyasi aktörün devreden çıkarılması ve Türkiye'nin uzun sürecek bir siyasi istikrarsızlığın içine sürüklenmesi, bu mesele etrafındaki her şeyi sıfıra müncer kılabilecektir. Bazı sorular geliyor aklıma:

-Acaba TSK, Ak Parti'nin bölge ile ilgili misyonunu önemsemekte midir? Ya da hiç önemsememekte midir? -TSK, Ak Parti'nin laiklik alanında bir risk getirdiğine inanmakta mıdır? Bu eksende açılan davanın, laiklik konusunda bir tehlikeyi bertaraf edeceğini mi düşünmektedir?

-TSK, Ak Parti'nin laiklik için tehlike arz ettiğine inanıyorsa, laiklik için tehlike arz eden bir siyasi yapının, Doğu - Güneydoğu'da Türkiye'ye sağlayacağı katkıların ihmal edilebileceğini mi düşünecektir?

-DTP, etnik kimlik mücadelesi açısından, Ak Parti'nin entegre edici misyonunu belki de en tehlikeli olgu olarak görmekte, ve tüm stratejisini, Ak Parti etkinliğini azaltma istikametinde sergilemektedir. TSK açısından bunun anlamı nedir? Ve bir soru daha:

-TSK, askeri operasyonu bizzat kendisi yapıyor, bu belli. Sosyal - kültürel - ekonomik hamleler ise kaçınılmaz olarak bir siyasi kadro tarafından gerçekleştirilecektir. Peki kim olacak bu? Hangi siyasi kadro? Bu siyasi kadronun bölge insanının güvenini kazanması ön şart olacaksa, şu anda hangi siyasi kadro böyle bir imkâna sahiptir? Bu son sorunun cevabı bellidir. Şu an Meclis'te bulunan iki siyasi partinin Sivas'ın doğusunda milletvekili yoktur. Geriye Ak Parti ve DTP kalıyor. İkisi de kapatılma riski taşıyor. Ve özellikle Ak Parti'nin kapatılma riski bu açıdan çok özel bir anlam kazanıyor.

Bir soru: -Şu yukarda yaptığım analizler açısından, TSK'nın bir iç güvenlik değerlendirmesinde Ak Parti'nin kapatılması, Türkiye için ciddi bir güvenlik sorunu oluşturmuyor mu? Hatta bundan sonrası için Türkiye'nin elinde askeri imkan dışında herhangi bir şey kalmamış olmuyor mu? Olayın, Doğu - Güneydoğu'da siyasi etkinlik açısından durumu bu şekilde ama, bir iktidar partisini kapatma hadisesinin, doğuracağı siyasi istikrarsızlık açısından da bölge için özel anlamı bulunuyor. Bu dava sebebiyle, uzunca bir süre için "Topal ördek" haline getirilmiş bir siyasi iktidar söz konusu olacaksa, bunun Türkiye'ye önemli bir "güvenlik bedeli" nin olacağı da izahtan varestedir.

Diyelim bir Milli Güvenlik Kurulu olsa, orada, Türkiye'nin sivil ve askeri kadroları, böyle bir hadisenin tüm boyutlarını değerlendirme ihtiyacı hissetmezler miydi? Bütün bunların yanında bir de yürümekte olan Ergenekon davası var. Bu davanın her tarafı Türkiye'nin iç güvenliği ile birebir ilgili ama, askeri kadroları ilgilendiren özel bir boyutu da var.

Gazetelerde yayınlanan Ergenekon tarihlerinde (Bkz. İsmet Berkan, Radikal), yakın geçmişte yaşanan darbe girişimleri ve bunlara dahil kuvvet komutanlarının hikayeleri anlatılıyor. Ben, "Bunlar da hem iç güvenlikle hem askerle alakası açısından MGK'da görüşülecek başlıklar değil midir?" diye soruyorum kendi kendime... Türkiye bazen askerin sesini yargılıyor. Bazen de sessizliğini... Şu son süreçte "sessizliği" dikkat çekiyor. Hayırlısı olsun!

Son Düzenlenme Salı, 08 Nisan 2008 14:57
Ahmet Taşgetiren

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...