Perşembe, 30 Aralık 2010 13:54

Osmanlı Türkçesi Bize Yeter

Osmanlı Türkçesi Bize Yeter

Daha geçen gün Mersin’de “Kürtçe şarkı” söyleyemeyen sanatçının başına gelen durum, bu ikinci resmi dilden sonra her Türk asıllı memurun da başına gelebilir mi faraza?

Siyaset yazmıyorum.

Siyasetle de işim olmaz benim. Siyasetten hoşlanmıyorum. İnsanları ayrıştırdığını, kutuplara ayırdığını ve ajite ettiğini düşünüyorum. Her olayı,  siyasetle açıklayan, irdeleyen ve yorumlayan yani politize olmuş bakış açılarını da sevmiyorum…

Akademik alanı Türkoloji olan bir yazar olarak, son günlerde ülke gündemini meşgul eden “iki lisan” hususunda söz söylemeyi aldığım eğitimin bir gereği olarak kendime borç biliyorum. Söze girmeden önce hemen belirteyim ki ırk temeline dayanan milliyetçilikten çok “kültür milliyetçiliğini” önceleyen ve bütün toplumun ortak paydalarda buluşması gereğine inanan bir dünya görüşüne sahibim.

Çok kültürlü bir atmosferi olan Malatya gibi bir şehirde doğup büyüdüm. Çevremde toplum katmanlarını temsil eden bütün kesimlerden insanlar oldu ve hiçbir zaman ne ırk, ne mezhep ne de siyasi anlamda insan ayırdığımı hatırlamıyorum.

Sonra Mardin Nusaybin’de iki yıl gibi bir zaman dilimini geçirdim ve orada da herkes BİR ve TEK idi benim nazarımda. Üstelik daha önce hiç görmediğim bir biçimde bu ilçede devlet dairelerinde yerli memurların kendi aralarında  “Kürtçe” konuştuğuna şahit oldum. Türklerin Kürtlerle, Kürtlerin Türklerle olan sıcak ilişkilerine de tanığım. Orada Kürtlerle oldukça dostane arkadaşlıklarımız oldu. Her sabah uyandığımda mutfak penceresine konan tandır ekmeğinin buğusunu unutmadım. Bahçede hangi meyveyi toplasa yine aynı pencereye bırakan ev sahibimiz Makbule Ablayı da… Ya hastalandığımda sınıfça eve gelen ve bana ilk kez otlu peynir yediren öğrencileri? Baharda hemen hergün getirilen gülleri ve nergisleri eve götürdüğümde koyacak vazo kalmazdı. Bütün ev nergis kokardı! Onlar ne güzel insanlardı! Hala bendenizi unutmayıp facebook’da adıma fan sitesi açan öğrencilerimi de sözlerime hemen ekleyeyim… Bu güzel insanların hepsi Kürt idi ve hepsini çok sevdim. 

Peki, bizi buluşturan şey ne idi?

Öncelikle resmi dilimiz “Türkçe” idi. Ve iletişimimizi sağlayan resmi dilimizdi. Esasında ben neden Türkçe konuşuyorum diyen sade Kürtlere de rastlamadım.   Kürtçeyi her yerde ve mekânda konuşan bu kardeşlerimizin aksi yönde kısıtlandığına hiç şahit olmadım. Kaldı ki bu ülkede kısıtlanma söz konusu olsaydı şu an Kürt gençlerinin ve çocuklarının tek kelime Kürtçe konuşamaz hale gelmeleri gerekmez miydi?

Peki, nedir bu tartışmalar?

Neden Kürtçe resmi dil olsun diye alevli tartışmalar var? Neden siyasiler “Resmi Dil” meselesini alacakları oylara tahvil etme eğilimindeler? Bu isteklerinin ardından ne gelecek? Açıkçası insanlara tarafsız nazarlarla bakan, ırk ayrımı gözetmeyen, sen- ben davası gütmeyen vatansever insanların uyuyan milliyetçi tarafları resmen ateşlenmeye çalışılıyor. “Demokratik Açılım” gibi masum bir tavrı, adeta ‘yok artık’ dedirten aşırı istekleriyle ‘sevimsiz’ kılmaya çalışan bir takım siyasilerin artık “Kürt Meselesini” bambaşka mecralara çekmeye çalıştığı aşikârdır.

Benim anlayamadığım doğu kökenli bazı kadın vekillerin ‘doğudaki kadın sorunsalını’ masaya yatırmaları, o masum ve mağdur kadınların bugünleri için, gelecekleri için, ne gibi iyileştirmeler yapılabilir kabilinden kaygılar gütmeleri gerekirken böyle tuhaf, amaçlı, siyasi, taraflı meseleleri neden dile getirirler anlamış değilim. Amaç gerçek anlamda demokratikleşme ise bu “ikinci dil” meselesi neyin nesidir? Hangi amaca hizmet edecektir? En büyük sorun bu mudur?

Daha geçen gün Mersin’de “Kürtçe şarkı” söyleyemeyen sanatçının başına gelen durum, bu ikinci resmi dilden sonra her Türk asıllı memurun da başına gelebilir mi faraza? Bölgeye gidip de Kürtçe konuşmayı bilmeyenler kafalarına kurşun mu yiyecekler? Ya da bütün Türkler ikinci dil olarak Kürtçeyi öğrenmek zorunda mı kalacaklar? Nedir bu saçmalık Allah aşkına?

Önce Türkçe bilmeyenlerimiz televizyon seyredemiyor dediler, televizyon kuruldu devlet eliyle. Bizim dilimiz neden üniversitede okutulmuyor dediler, Kürt Dili ve Edebiyatı Kürsüsü kuruldu. Ama ardı arkası gelmiyor isteklerin. Hani bir söz vardır. “Oynamayan gelin yenim dar der”. Bütün Kürt kardeşlerimizi tenzih ederim öncelikle. Benim sözüm amacı bambaşka olanlara. Onların amacı geçinmek değil, sevmek değil, barış değil. Onların amacı ne koparırsam kârdır, meselesidir. Bazı Afrika ülkelerinin çok dilli (ki biz buna kabile dili diliyoruz)olmalarını öne sürerek imparatorluğun dili Türkçeye alternatif ikinci resmi dil meselesini gündeme getirerek kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar. .

Bu ülkenin bir tek resmi dili vardır.

Bu, ülkedeki bütün vatandaşlarımız için en hayırlı olanıdır. Zira bu ülkede yerel diller bir bir raftan indirilirse bunun sonu gelmez. Peki,  “ikinci dil” diye yırtınanlar “Kürt sorunu” diye bir bardak suda fırtına koparanlar bu ülkenin bütün vatandaşlarına aynı nazarlarla bakıyorlar mı acaba? Yorum ve söylemlerinde halkın bütününden ne kadar uzaklarda (hatta ırak coğrafyalar mı demeliyim bilmiyorum) seyr ü sefer ettikleri herkesin dikkatlerindedir! Bu isteği bendeniz gerçekten de ibret verici ve ürkütücü buluyorum!

Bizim ikinci resmi dile ihtiyacımız yoktur.

Bütün bu cereyanlar Osmanlının son dönemlerini hatırlatıyor bana.

Koskoca Osmanlı imparatorluğu yüzlerce sene dimdik ayakta durdu. Bünyesinde onlarca ırk vardı ve ülkenin tek bir resmi dili vardı. “Osmanlı Türkçesi” diğer bir deyişle “Lisân-ı Osmânî” .

Mesela, Osmanlının ilk meclisinde bir takım milliyet çatışmaları meydana geldi ve Ermeni ve Rumlar kendi dilleri ile mecliste konuşmak istediklerini söylediler. Hatta o dönemde mebus olmak için “Türkçe” bilmek zorunlu idi. Özellikle Arap asıllı olan mebuslar bu şartı değiştirmek için bir takım çalışmalar yaptılar ve dönemin en önemli devlet adamlarından Ahmet Vefik Paşadan okkalı bir cevap aldılar: “ Siz de seçimlere kadar oturup Türkçe öğrenin!”

Yani o kadar ırkın yaşadığı Osmanlı İmparatorluğu meclisinde de  “Osmanlı Türkçesi” konuşuluyordu ve bu kesindi.  Bunun kim ne zararını gördü? Kürt asıllı olan Üstad Bediüzzaman Said Nursi bir iki küçük eseri hariç bütün önemli eserlerini bu “Osmanlı Türkçesi “ ile yazdı. Zira Osmanlı Türkçesinde Farsça, Arapça, Türkçe kelimeler iç içe olmasına rağmen en güçlü eserler, bu dille edebiyatımıza kazandırıldı.

Bendeniz de bu ikinci resmi dil isteyenlere Ahmet Vefik Paşanın söylemiyle diyorum ki:

“İkinci resmi dile ne gerek var, Osmanlı Türkçesi hepimize yeter!”

Vesselam.

Muhabbetle Efendim.

İsmetullah Güler

 

Prof.Dr. Mustafa Nutku

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...