Salı, 11 Aralık 2012 09:03

Son İnsan/lık Nerede?

Olay dünyanın yok olmak üzere bulunduğu bir zamanda başlıyor; yeryüzünde hayat kalmamıştır. Bomboş dünyada henüz sağ, belki de ölüp dirilmiş iki kişi karşılaşıyor ve birbirlerini tanıyorlar. Bunlardan birincisi Adem’dir. Öteki son insandır ki, adı bile yok; bir çeşit makine, bir robot. Kimliği boynuna asılı bir madalyaya kazınmış;  WS. 347-926
Birbirlerinden bu kadar ayrı iki yaratık. Biri Tanrı’nın elinden çıkmış mükemmel insan, öteki bilim ve toplumun iradesi ile bir numara, bir atom haline getirilmiş makine adam. Sessizce bakışıyorlar. Birisi neredeyse melek öteki hemen hemen makine. Evvela ne diyeceklerini bilemiyorlar, birbirlerine şüphe ile bakıyorlar; biri insanlık tarihinin başlangıcını öteki sonunu temsil ediyor. Fakat kendilerini birbirlerinden o kadar uzak, o kadar yabancı, o kadar zıt buluyorlar ki söze nereden başlayacaklarını bilemiyorlar.

Birden bu iki dilsiz arasında kıllı bir dev peyda oluyor. Bu maymunların tanrısı son insanın dostu  Hanuman. Onların susuşlarına, bir şey dememelerine kızıyor. İkisi de davalarını hala açıklamadılar. Hanuman melek Ariel ve şeytan  Belfegor’u yardımcı olarak almıştır, davayı o görecektir. Adem söze başlamak zorundadır; belinde bir  arslan postu, gövdesi çıplak ihtiyar Adem değişime uğramış torununun torununu suçlu görmek istediğini fakat kendi işlediği suçun verdiği vicdan azabı ile bunu yapamadığını söyleyerek diyor ki: “ Bilmek, öğrenmek isteğine, merakına kapılarak kendimi Tanrı’ya benzetme hevesine düştüğüm zaman, bunda soyumdan gelecek olanların bilim diyecekleri şeyin ve özellikle Tanrı’nın yerini almak çılgınlığının tohumlarının bulunduğunu bilmiyordum. Akıllarını kaçıran torunların insana ‘Tanrı’laştırmak denemesine giriştikleri içindir ki inkara saptılar. İnsanın gerçek ve nihai düşüşüne sebep oldular. Onun için şu insanlıktan çıkmış biçimsiz şeyden hınç almaya hakkım yok…” Bu arada Ariel Adem’i savunup onun suçlamaya hakkı olduğunu söylerken, şeytan Belfegor kendi eserleri olduğunu söylediği son insanın savunmasını üzerine almaya hazır olduğunu söyler. O zaman son insan olan WS. 347-926 konuştu: “ Bütün bu kekeledikleriniz yabani, eski, anlaşılmaz ve boş bir dille söylenmiş şeylerdir. Bizim için Tanrı, günah, bağışlanmak, iyilik, kötülük gibi kelimelerin yüzyıllardan beri bir anlamı yoktur. İnsan dünyanın tek ve gerçek hakimi olmuştur. Gezegenin kaynaklarını işletmekten, varlığını savunmaktan başka düşüncesi kalmamıştır. Geçmiş devirlerin bütün putlarını, tanrılarını, bütün eski idealist iddiaları yıkıp artık hepsini unutup gittiler. İrade bir hayal, aşk gülünç bir vakit geçirme, fazilet bir kâbus, fert bir atom, bir numara ve Tanrı lüzumsuz, saçma bir anlamdan başka bir şey değildir. Otomatik hayat, kolektif yaşama, bütün saçma duyguları, azap verici heyecanları, boş düşünceleri, gülünç acıları, anlamsız sevgileri yıkıp götürmüştü. Bütün bunlar, lüzumsuz batıl inançlar kültürün barbar devirlerinde Eflatun’dan Dante’ye, Milton’dan Kant’a kadar gelen zamanlarda sürüp gitmişti. Ne olursa olsun içinizden hakkımda hüküm verebilecek tek kimse var ise o da Hanuman’dır. Benim ilk ceddim Adem değil, onu tanıyorum...”

Bu anlattığımız sahne bir Amerikan filminden alıntı değil. Giovanni Papini’nin ünlü eseri GOG’da yer alan ünlü İspanyol edebiyatçısı Miguel de Unamuno (1864-1936)’nun din fikrinin çökmekte olduğu kaygısıyla kaleme alınan tiyatro eserinin ilk sahne tasarısıdır

Son yıllarda Amerikan film şirketleri böyle bir kaygı taşımamasına rağmen buna benzer bilim kurgu filmlerini çok sayıda yapmış bulunmaktadır. Teknolojinin  insanlığa ve çevreye karşı menfi yıkımlarını eleştirir görünürken yine teknolojiyi kutsayan filmleri hiç kuşkusuz bundan sonrada yapmaya devam edeceklerdir.  Elbette ki burada asıl konumuz film eleştirisi değil; vurgu yapmaya çalıştığımız şey Batı Medeniyeti’nin tarihin her evresinde kendi donesini evrenin merkezine yerleştirme çabasını, dolayısıyla diğer bütün düşünce ve kültleri karşısında engel görme mantığını irdelemektir.

 Batı(cı) Medeniyet anlayışı, Michelangelo’nun  mükemmeli yakaladığına inandığı-yaptığı Musa heykelinin karşısına geçip ‘Konuş Musa,konuş’ diye haykırdığı mantıkta gizlidir.

Francis Fukuyama kendince tarihin sonunu belirlerken son insanın batılı liberal insan olacağını ve batılı liberal demokrasinin üzerinde başka mükemmel yaşayış ve düşüncenin mümkün olmayacağını söyleyerek, İslam’ın kültürel fetihler döneminin geçmişte kaldığını, yitirdiği bazı yandaşlarını geri kazanabileceğini ama Berlin, Tokyo ya da Moskova’daki genç insanlarda hiç bir yankı uyandırmayacağını ve bunun yanında İslam’ın kendi alanında, fikirler alanında liberal demokrasinin karşısına çıkamayacağını iddia etmektedir.

Evet, Müslümanlar Unamuno’nun son insanı ile Fukuyama’nın son insanını bir araya getir diğimizde  elbette bu son insan, son medeniyet rolünü üstlenmeyecektir. Bilgeliğin yadsındığı,  hikmetin ve irfanın yok sayıldığı, büyük ve modern makinelerin ilerlemenin simgesi olarak görüldüğü bir çağda insanlığın müşfik olana, kamil olana, barışçıl olana yönlendirilmesi gerekmektedir. Bunu yapacak olan, kendi ürünü olan teknolojinin dişlileri ve entgreleri arasına sıkışıp kalmış olan “ Batılı Seküler Mantığın”  hamileri değil, refah yerine felahı isteyen, erdemini, basiretini ve hikmetini kaybetmeme ve bulma çabasında olan vahiy eksenli düşünen “ Müslüman Dünya”dır.

İnsanoğlu yaratılmışların en üstünü; “Eşref-i Mahlûkat” olma vasfını doğa (Sünnetullah) ile amansız savaşım başlattığı anda kaybetmeye başlamıştır. Kendisine doğru olanı seçmek yerine faydalı olana yönelmiş ve materyalist felsefenin pîri Şeytanın  ‘Adem topraktan yaratıldı. Ben ise ateşten yaratıldım dolayısıyla daha üstünüm ’ fenomenine saplanıp kalmıştır. Şu bir gerçek ki insanlık kendisini doğanın bir parçası, ne kadar iyi davranırsa doğanın kendisine o kadar cömert olacağının bilinci yerine, ona hakim olma, hoyratça sömürme, onunla rekabete girme duygusuyla hareket ederek, doğaya karşı savaşın galibi olarak çıktığı sürece kendisini yenik düşen tarafta bulacağını unutmamalıdır.

Son yıllarda zamansız iklim değişiklikleri karşısında “Küresel Isınma” daha ciddi algılamalarla dünya gündemine oturmuştur. Küresel ısınma; dünya atmosferi ve okyanusların ortalama sıcaklıklarından belirlenen artış için kullanılan bir terimdir. Küresel ısınmaya atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu düşünülmektedir.. Atmosferin ısınmasında başlıca etkiye sahip olan doğal sera gazlarının bulunmaması durumunda yeryüzünün sıcaklığının bugüne göre  30 derece daha soğuk olacağı belirlenmiştir. Bunun yanı sıra atmosferde çeşitli insan kaynaklı nedenlerle miktarı artan bu gazlar yeryüzünün sıcaklığında belirgin artmalara neden olmaktadır. BM İklim Raporunda, küresel ısınmanın yüzde 90 oranında insan eliyle oluştuğu ve asırlarca süreceği belirtilmiştir.

Burada küresel ısınmanın bilimsel verilerle anlatımından ziyade BM raporunda belirtilen baş müsebbibi olan varlıktan yani insandan, kendi sonunu hazırlayan zihniyetten bahsetmek uygun olacaktır.

Ali Şeriati modernizmi ‘geleneklerin değişmesi, tüketim şeklinin değişmesi ve eski maddi yaşantının yerine yenisinin gelmesidir.’ diye tarif eder. Dolayısıyla bu yeni yaşantı modeli; kadim tarihi, ahlakı, geleneği, dini, kutsal sanat anlayışını yok saymış, erozyona uğratmış, liberal ahlak anlayışını başat hale getirmiş çevreyi ve insanlığı tehdit eder hale gelmiştir. İktidar için(bu iktidar gerek insan toplulukları gerekse doğaya karşı) yani topyekûn küresel hakimiyet için ‘Machiavellizm’i düstur edinmiş ve toplumları kişisizleştirerek asrın ve geleceğin en büyük silahı haline gelmiştir.

Seküler anlayış ‘Tanrı öldü’ görüşüyle insanoğluna yeryüzünde cenneti vaat etmekte ve bu cenneti yaratabilmek (!) için hunharca önüne çıkan her olguyu potasında eritmektedir. Halbuki İslam Medeniyeti insanı doğanın bir parçası olarak görmektedir. Bu medeniyet yoldan başkasına eza veren şeyi kaldırmayı imanın şubelerinden sayarak bunu bir ibadet olarak  algılayan bir medeniyettir…

Asıl sorun dünyayı bir ağaç gölgesinde dinlenerek geçip gitmekte olan bir yolcu gibi algılayan insana eriş(e)memektir. Çevre kirliliği, küresel ısınma gibi hayati sorunların çözümü her şeyden önce zihinsel kirlenmeden kurtulmaktan geçmektedir. Gandhi ‘Ülkemizin dilsiz milyonlarının sağlıklı, mutlu olmalarını, ruhen gelişmelerini istiyorum… Makineler gereksinirsek muhakkak ki bizim de olacaktır. Herhangi bir kişiye yardımcı olan her makinenin bir yeri vardır. Ama kitleleri salt makine bakıcıları haline dönüştüren makinelere yer olmamalıdır.’ derken teknoloji düşmanlığı yapmıyordu elbette. Teknolojik gelişmeyi yeniden insanın gerçek gereksinimlerine yönelterek insanı gerçek boyutlarına indirerek tüketim köleliğinden kurtarılacağına hiç şüphe yok… “İnsan küçüktür ve bu nedenle küçük güzeldir. Devlik hayranlığı kendi kendini tahribe yönelmektir.”(E.F.Schumacher-Küçük Güzeldir)

 Şunu çok iyi biliyoruz ki, batılı liberal “homoekonomicus” insan, yeryüzünü arşınlamış ve acımasızca sömürdüğü  her yerde bir çöl bırakmıştır. Menfaatleri ekseninde  her türlü sömürüyü mübah sayan “ modern batı ideolojisi”  yeryüzünde en kutsal varlık olan insanı değersizleştirmiş kendi çıkarlarını en kutsal konuma getirme mücadelesi içine girmiştir.  Cennetin yeryüzünde kurulabileceğine inanan, bitmek bilmeyen şeytani hırslarından dolayı insanı ezmekle kalmayıp doğayı da yok eden seküler fanatizm felsefesi işte budur. İslam medeniyetinde mü’minin vazifelerinden biri de dünyayı mamur etmektir. Ancak bu eylem İlâhi evrensel yasalara muhalif, fıtri ahlak ilkelerinin dışında yol alan bir eylem şekli asla değildir. Oysa Batılı paradigma insanı, Thomas Hobbes’ın metafor haline getirdiği  “homo homini  lupus” (insan insanın kurdudur)  orijininden tanımlayarak hakça ve insanca paylaşımdan tamamen koparmış, barış ve esenlik  diye bir kavramı; ancak demokrasi getirme bahanesiyle işgal ettiği topraklarda  sömürge öncesi meşru zemin oluşturmak niyetiyle adeta afyon olarak kullanmıştır.

“O, dönüp gitti mi yahut bir iş başına geçti mi yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip, nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara -205)

Aslında  modernizmin, teknolojinin ve ahlaksızlığın temel insani değerleri altüst ederek hat safhaya ulaşması, kısaca dünyevileşme ve bireyselleşme insanlığın kendi kıyametini hazırlamaktadır. insanlığa yeni bir ‘medeniyet tasavvuru’, vicdani ve zihinsel bilinç sunulmadığı sürece küresel güç odakları, küreselleşme karşıtı eylemlere karşı gösterdikleri umursamaz tavrı her zaman sergilemeye devam edeceklerdir. “Medeniyet tasavvuru” konusunu ilerde  yazmaya devam edeceğiz…

Hülasa; merhum Garaudy’nin sözleriyle insanlığa şöyle sesleniyoruz: ‘Uzaktan kumandalı robotlar sökün protezlerinizi sökün! Dışarıda hala gerçek insanlar, insan gibi konuşan insanlar varken hapisanelerinizden  dışarı çıkın! Petrolün yanında halâ güzel kokular, şehvetin yanında halâ aşklar, histeri yanında halâ mûsiki, bilgisayar severliğin yanında halâ aşk, mistik şair varken insanlara karışın.’(Roger  Garaudy- Entegrizm)

Son Düzenlenme Salı, 11 Aralık 2012 15:39
Hüseyin Caner AKKURT

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...