Cuma, 15 Mart 2013 15:23

Ben Bir Askerdim!

Soruyorlar bana; “Neden asker oldun.” Çünkü… Orası Peygamber ocağı. Cennet yuvası. Rızayı ilahi mekânı.

            Gözlerim doluyor. Hendek’te, Uhud da, Bedir de varoluş mücadelesi veren Peygamber (SAV) Arslanlarını hayal ediyorum. Onlarla olmak, onlarla aynı mekânlarda koşturmak. Ancak o ocakta olmakla olabilirdi.

            Usulca yaklaşıyor nefer, komutanım yemek duasına Allah ile başlayabilir miyim? Utanıyorum kendimden, irkiliyorum bir anda bu sualle. Ben neredeyim diye.

            Yüreğim parçalanıyor. Cevapsız bırakarak, yemek duasını yap diyorum. Olanca gücü ile haykırıyor semaya nefer. “Tanrımıza hamd olsun.” Mehmetçik yüreğimde ki sızıyı sezmiş olacak ki olanca gücüyle tekrarlıyor. “Allah’ımıza hamd olsun”

            Oysa öylemi yapmıştı ecdat. Yıkarken Bizans’ın surlarını. Gök inlemiş yer sarsılmıştı. Fatihin fedaileri. Allah diye haykırmıştı.

            Bir tebessüm beliriyor yüreğimin derinliklerinden. Konuşuyordum hayalen Bedrin Arslan’larıyla. Ana, baba, evlat, mal ve makam. Her şeyi bir anda tam teslimiyetle bırakmışlardı arkalarında. Ebedi dönmemecesine.

            Yarını hatırlarına getirmemişlerdi. Aşı hiç düşünmemişlerdi. Hesaplaşıyordum ashapla. Peygamber (SAV) ocağında sesiz ve etkisiz kalışımın muhasebesini yapıyordum. Belki de semadan bakan gözler onlardı. Emanet ettikleri Mehmetçik yuvası böyle mi olmalıydı.

            Haykırıyordu komutan. Altı üstü bir bez parçasıydı. Ne vardı bu kadar büyütecek. Hem günahlarımı da üstlenmişti. Öyle diyordu emin ve vakarlı.

            Ordu vazife bekliyordu benden. Nesiller solgun gözlerle bakıyorlardı geleceğe. Ümit ve heyecan dolu yüreklerle. Nasıl vazgeçebilirdim senden. Bayrakta bir bez parçasıydı ama bağımsızlığın ve varoluşun timsaliydi tek başına. Öyle diyordu İskilipli Atıf Hoca giderken idama.

            O bez parçası ki göstergesiydi imanın. Sancağıydı İslam’ın. Kurtuluş savaşında simgesiydi kadının. O örtüye uzanan eller kırılmıştı ta derinden. Kuvvet olmuştu, ayağa kaldırmak için milleti.

            Kader oynamıştı oyununu. Dünden yazılmıştı. Açıkta kalacaktı yavru. Altı aylık bebeği, hasret bırakacaktı Peygamber ocağına belli.

            Adalet neredeydi, bir anda yok olmuştu. Gözlerini açamayan bebeğe olamazdı sermaye. Madem rızkı Allah veriyordu, verecekti öyleyse. Ölçüyordu çağdaş batılı, teslimiyetteki ölçüyü.

            Derin bir nefes almıştı. Çağdaş ordunun müntesibi. Kurtarmıştı yobazın elinden memleketi. Kanla irfanla kurmuşlardı, kuranlar onun dedeleriydi. Başbakanı bile asmışlardı, emelleri uğruna. Adalet orada da yoktu. Adalet kendileri olmuştu

            Şeriat gelecekti, elleri kesecekti. Öyle inandırmışlardı herkesi. Tecrit edilmişti ordu. Peygamber sevdalıları yoktu.

            Anam ağlıyordu. Ben böylemi verdim evladımı? Duyan yoktu, ilgilenen hiç yoktu. Tek tesellimiz kalbimizdeki imandı. Rabbimiz öyle istemişti. Görmeliydi kulunu.

            Ben bir askerdim. Kula değil Allaha meftundum. Haddim değildi onun vazifesini üstlenmek. İtaat etmeliydim onun şiarına direk.

            Başım dik ve emin. Kuran diyorsa meğer. Mutlak itaattir hedefim. Benim vazifem itaatse eğer. Rabbimin vazifesine göz dikmem, emrini hayatımda tatbik ederim.

            Emretmişti komutan “Başlar açılacak! Aç” dinlenmeyince emri vazifesini icra etmişti. Sahiplenmişti atasına. Kurduğu Cumhuriyete. Mahkemelerle değil, cuntasıyla yapmıştı tasfiyesini.

            Ancak hesap edemediği bir şey vardı, Oda Allah’ın hesabıydı. Biz kulumuza şah damarından daha yakınız diyen bir Rabbin hesabıydı.

            Yakalamadan önce ahirette. Dünyada yoklamıştı. Tüm çağdaş zihniyeti, Medreseyi Yusuf iyede toplamıştı.

            Birden akıllara gelmişti, adalet diye bir şey vardı. Sokaklara dökülmüştü. Genç ve dinamik yavruları. Avukatlığını ve davasını üstlenmiş, adalet diye haykırmıştı.

            Oysa çağdaşlık adına tasfiye ettiği silah arkadaşlarının sesini derinden kısmıştı. Değil adalet diye haykırmak. Ayağa bile kalkamamıştı, yavruları. Yargılanmak istiyorum diyecek takati bulamamıştı.

            Nasıl bir çağdaş medeniyetse bu? Adalet tek taraflıydı. Nasıl bir davaysa bu. Ben yaptım demek yoktu. Mertlik denilen yapı bir anda yok olmuştu.

            Zorla askerlikten çıkarılmış, ebedi asker olmuştum. Biliyordum ki ebede giden en güzel amel verilen sadakaydı.

Ben şimdi Allah’ın askeri olmuştum. Ebede doğru bir adım daha uzanmıştım. Zorluklar yıldıramamıştı beni. Çünkü ben Peygamber Ocağına dâhil olmuştum. İnşallah.

Hamza Eroğlu

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...