Pazartesi, 15 Şubat 2016 08:57

AB'nin Ekonomik Bunalımı ve Paris Ziyareti

Şubat ayının ilk haftasında 9. Avrupa Sosyal ve Davranış Bilimler Araştırmaları Konferansı (IX. European Conference on Social and Behavioral Sciences )  Paris’te yapıldı.  Ben de bu konferansa katılarak “Malikiyet ve Serbestiyet Devri” ile alakalı olarak bir sunum verdim.

Sunumdan sonra kalan zamanlarımda Paris’te yaşayan Türkler ile görüştüm ve onların dertleri ile dertleştim. 5 Şubat 2016 günü bir camide Cuma namazımı kıldım. Yine aynı gün bir Türk vakfında sohbete iştirak ettim. Benim için bir hayli ilginç geçen bu ziyaretler hakkında birkaç hatıramı nakletmek istiyorum.

Öncelikle Fransa’nın halinden bahsedeyim. Bu ülke ekonomik olarak gerileme hatta bir çöküş içinde. Bunu her yerdeki insan davranışlarından anlamak mümkün. Hayat çok pahalı. Orta sınıf oldukça bunalmış durumda. Geçim sıkıntısı yaşayan insanların çokluğu göze batıyor. Elde olan belki de en önemli gelirleri olan Turizm konusunda da sıkıntı var. Zira her şey o kadar pahalı ki, beş para etmeyen gezilere hiçbir turist para ödemeye yanaşmıyor.

Dikkatimi çeken belki de tek güzel şey Paris’in yemyeşil oluşu. Yıllar önce Sen nehrini görmüştüm ki son derce kirli idi. Fakat şimdilerde oldukça temizlenmiş gördüm. Belli ki sanayi atıkları artık nehirlere dökülmüyor.

Vaktiyle 2000 yılında Paris’e çok yakın bir şehir olan Rouen’e gemi ile gitmiştim. Koskoca gemi ile nehirde yol almış Paris’e 150 km. kalana kadar ilerlemiştik. Buradan un almış Libya’ya götürmüştük. Engizisyonda asılan ve daha sonra iade-i itibarı verilen Fransız kadın kahramanı Jan d’Arc’ın memleketi olan Rouen’den dışarı çıkıp da Paris’e gidememiştim. Zira işler o kadar yoğun ve çetrefilliydi ki birkaç saat dahi böyle bir geziye zaman ayırmak mümkün olmamıştı.

Fakat bu sefer sunum bittiği için gayet rahattım. Dilediğimce gezme fırsatım oldu. Öncelikle Torcy isimli bir semtte Karadenizlilerin çoğunlukta olduğu bir cemaatle birlikte Cuma namazına katılma fırsatı buldum.

Cami çok küçüktü ve ağzına kadar dolmuştu. Diyanetin görevlendirdiği bir imam hatip güzel bir vaaz vermiş daha sonra da namazı kıldırmıştı. Birlik ve beraberlikten bahsetti. Allah razı olsun. Birkaç gündür ezan sesi duymadığım için kulaklarımızın pası silindi.

Öğleden sonra trenlerle 5 aktarma yaparak Marcellin Bertholot isimli semte gittim. Burada bir Vakıf vardı ve o akşam sohbet yapılacaktı. Vakıfta görevli Suphi isimli bir dostla Fransa’yı konuştuk. Daha sonra aynı konferansa katılan akademisyenlerden birkaç kişi daha buraya geldiler. Onlar birlikte geziyor zamanlarını daha güzel değerlendiriyorlardı. Araba kiralamışlar istedikleri yere otomobille gidiyorlardı. Bense o tren senin bu tren benim diyerek şehri gezmiştim. Sohbetimiz çok güzel geçti. Bölgede yaşayan Türkler çocuklarını da getirmişlerdi. Ayrıca bol ikramlı ve memleket hasreti kokan bir toplantı oldu.

Otobüs ve tren ile çok büyük bir şehir olan Paris’i gezme imkânım oldu. Bu araçalarda bizim akıllı kart gibi şeyler de var lakin daha çok bilet kullanılıyor. Trenler oldukça eskimiş fakat iki katlı olanlar bir hayli dikkatimi çekti. Bizim eskiden İstanbul’da kullanılan banliyö trenlerine benziyor lakin iki katlı olduklarından olsa gerek sıkışıklık ve aşırı bir yoğunluk yoktu. Akşam mesai bitiminde biraz yoğundu fakat yine de oturacak yer bulunuyordu.

Sohbetten sonra ucuz olduğu için gece kaldığım “Budget Hotel”  denilen yere Paris’li dostlarım bıraktı. 5 Trenle ancak gittiğim bu yere arabayla 15 dakikada gelmiştim. Gece olduğu için trafik sıkışıklığı olmamıştı. Hediye olsun diye yanımda götürdüğüm kitaplarımdan bu dostlarıma imzalayarak verdim. Cumartesi günü dönüş yolculuğu için sabahın erken saatlerinde otobüs ve trenlere tekrar binerek havaalanına vardım. Fakat bir de ne göreyim bir uzun kuyruk ki ucu bucağı yok. Çaresiz pasaport çıkışını onaylamak için sıraya geçtim.

Belli ki uçağa yetişemeyecektim. Çünkü ben diyeyim bir kilometre siz deyin 2 kilometre uzunluğundaki kuyruk o kadar yavaş ilerliyordu ki. AB vatandaşlarına ayrı bir kanal açmışlar onlarınki biraz daha çabuk lakin onlarda epeyce beklediler. Topu topu dört gümrük görevlisi pasaportlara çıkış vuruyordu.

Yahu bu Fransızlar ne kadar geri kalmış. İnsan bir iki banko koymaz mı? İnsanlar saatlerce kuyruğa girmiş ve AB dışındaki ülke vatandaşlarına resmen işkence ediliyor. Zaten ciddi olarak en önemli gelir kaynakları olan turizmi bu şekilde batırmak için aralarında anlaşma yapmışlar besbelli.

Sonunda görevlilere uçağın kalkacağını söyleyerek biraz öne geçme imkânı buldum. Uçağa yetiştim lakin benden sonra o kadar çok kişi kuyrukta kalmıştı ki, kabin görevlilerine durumu izah ederek biraz gecikmelerini tavsiye ettim. Yarım saat bekleyen uçak yolcuları alıp havalandı. Sağ salim vatanımıza döndük çok şükür.

AB’denilince ilk akla gelen Almanya olup Fransa dahil bütün Avrupa Birliği ülkelerini sömürmekte olduğu anlaşılıyor. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Üretim imkânları ve sanayi de son derece güçlü olan Almanya’ya rakip olacak AB içinde bir ülke kalmamış. Yunanistan’a ciddi kredi veren ülkelerin başında ise Fransa geliyor. Nasrettin Hocanın “ borcumu ödeyebilmek için günlerdir kara kara düşünüyordum, şimdi ödemeyeceğim bu sefer sen düşün” demesi gibi eğer Yunanistan “ben iflas ettim ödemiyorum borcunu” derse Fransa iyice perişan olacak, bunda şüphe yok. Galiba bu acı sondan da kaçış yok. Zira doğru dürüst hiçbir üretim yapmadan aşırı tüketime giren Yunanistan, AB fonlarını gerçek dışı rakamlarla soyduktan sonra iflastan kurtulması bir hayli zor görünüyor. Yunanistan batarsa sırayla Fransa, İtalya ve İspanya batacak. Zincirleme reaksiyon gibi. Kıbrıs’ta katakulli yaparak AB’ye giren Yunanistan ve onu Birliğe alan Avrupalılara acımamak lazım. Çok daha fazlasını hak ettiler çünkü.

İnsanın içinden “beter olun” diyesi geliyor. Zira başta Afrika olmak üzere Asya’yı öyle fena sömürdüler ki. Vahşi kapitalizm sayesinde sadece Asya ve Afrikalılar değil kendi insanları da perişan oldu. Yetmedi dünya savaşları sonunda ülkeleri işgal edilip namusları payimal oldu. Ahlaki ve dini değerler çok büyük tahribata uğradı. Daha sonra başta Afrikadan gelen göçler nedeniyle zaten bozuk olan nüfus yapısı iyice bozuldu. Şimdi her üç Parisliden birisi Afrika kökenli. Maneviyet ise çok kötü durumda. Kiliseler sinek avlıyor...

Gezi olayları ile Türkiye’nin hızlı kalkınmasının önüne geçmek isteyen Batılıların ne için bu olayları kışkırttığını şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü hükümet memleketin her yerini şantiyeye çevirmişti. Her yere duble yollar, toplu konutlar ve altyapı yatırımları yapılıyordu. Zaten “Gezi zekalılar” ağzındaki baklayı çıkarmış başbakanlığa vekalet eden Bülent Arınç’a verdikleri yazıda 3. Havaalanı, 3. Köprü ve Kanal İstanbul’un yapılmaması şartını ileri sürmüşlerdi. Belli ki emir aldıkları Batılı abilerinden büyük yatırımların behemehâl durdurulması için talimat kesindi.

İlginçtir denildiği gibi 6 tane ağaç kesilmemiş sadece yer değiştirilmişti. Buna rağmen yıllarca unutulmayacak olaylara damga vurdular. Gezi eylemleri esnasında paralel Polisler aracılığı ile bir ara Dolmabahçe konutuna saldırı düzenlenmiş içerişinde o zaman ki Başbakan Erdoğan’ın da bulunduğu ofisi de yangın yerine çevirmek istemişlerdi. Yeşili koruma palavrası ile öyle bir eylem yaptılar ki hala unutulmuş değil. Paralel yapının da desteği ile bir aya yakın bir süre ülkemizi kan gölüne çevirmek isteyen bu budalalara karşı hükümet sağduyu ile yaklaşarak bütün planlarını bozdu. Bütün bu olayların AB’ne ciddi bir rakip olarak görülen Türkiye’nin hızını kesme amacı taşıdığı apaçık belli oluyor…

İşte Fransa’ya yaptığım bu yolculukta aldığım en büyük dersim bu oldu. Batının içine düştüğü ekonomik ve sosyal krizin boyutlarını görme fırsatı buldum. Aynı şekilde "bizim gibi Türkiye’de batsın, yansın" diyerek bazı zavallı işbirlikçileri baştan çıkararak yaptıkları eylemlerin mahiyeti şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bir otelini olaylarda yaralananları tedavi etmek üzere donatan Mustafa Koç da öldü gitti. Fakat hiç nedamet etmedi. Hata yaptım demedi. O da belli ki büyük olaylar olacak diye umuyor ona göre tedbir alıyordu. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Bakalım bundan sonra bu gezi zekalılar uyanıp akıllarını başlarına alacak mı?

Hala “Mustafa Kamal’ın resmini sen çöpe attın, yok ben atmadım” kavgası yapan bu zavallıların ekonomi denilen bir şeyden haberi olmasa gerek. Veya biliyorlar lakin amaçları her ne pahasına olursa olsun hükümeti yıpratıp düşürmek olduğundan akıllarının başlarına geleceğini yok. Allah akıl fikir versin, vesselam…

Dr.Vehbi KARA

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...