Uyarı

JUser: :_load: 989 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.
Pazartesi, 01 Kasım 2021 10:47

Elmas Sömürge Türkiye Duruşmaları – 18

Falih Rıfkı, altın vuruşun Mart 1924’te gerçekleşen grup toplantısında alınan kararlarla gerçekleşeceğini ve 3 Mart devriminin altyapı çalışmalarını şöyle anlatır:

(…) “2 Mart’ta Grup toplantısı yapılarak yeni kararlar verilecek ve 3 Mart’ta Türkiye’yi Ortaçağa bağlıyan bütün köprüler atılacaktı.

3 Mart devrimi, İkinci Büyük Millet Meclisine şu üç teklifle gelmiştir :

1. Hilâfetin ilgasına ve hanedan-ı Osmanî’nin Türkiye haricine çıkarılmasına dair Şeyh Saffet Efendi ile elli arkadaşının teklif-i kanunîsi.

2. Şer’îye, Evkaf ve Erkân-ı Harbiye Vekâletlerinin ilgasına dair  Siirt mebusu Halil Hulki Efendi ve elli arkadaşının teklif-i kanunîsi.

3. Tevhid-i tedrisat hakkında Saruhan mebusu Vasıf Bey ve elli arkadaşının teklif-i kanunîsi. (s. 387)

(…) Hilâfeti ve Şer’iye Vekâletini kaldırma tekliflerinin baş imzalayıcıları da hocalar idi. (…) Hilâfetin dinde yeri olmadığını o gün hiçbir hocanın cevap veremiyeceği  şer’i delilleriyle isbat eden Seyyid Bey de eski bir hoca idi. (s. 388)

(…) Halife ve bütün hanedanı o gece Türkiye topraklarını terk ettiler. (S. 389) 

3 Mart, devrimin başlangıcı idi. 924 Nisan’ında Şer’iye mahkemeleri kaldırılarak, öğretim birliği gibi, adalet birliği de temin olunacaktı. 925 Ağustos’unda şapka giyilecek, aynı yılın Kasım ayında tekkeler kapatılacaktı. Medenî kanun, yeni cemiyetin temellerini  atacaktı. Nihayet    1928’de Anayasa tâdilleri(değişiklikleri) ile devlet tamamiyle lâikleşecek ve aynı yıl lâtin yazısı kabul edilerek devrim eseri tamam olacaktı.”(s. 392)

Din ve Devrimler   

Kemalizm, aslında büyük ve esaslı bir din reformudur…

Tanrı, bir peygambere verdiği şeriatı, ikinci bir peygamberde değiştirmekle, hatta Kur’an’ın bir âyetindeki emrini başka bir âyetle kaldırmakla hükümlerin toplum evrimini izlemesi gerektiğini göstermiştir. Fıkıh’da buna nesih diyoruz.

Muhammed, son peygamber olduğuna göre, O’ndan sonra nesih hakkı insan aklına kalmıştır. Onun için İslâm bilginleri, “zamanla hükümlerin değişeceği” içtihadında bulunmuşlardır. Mustafa Kemal’in yaptığı işte bu nesih hakkını kullanmaktı.  

Kemalizm, ibadetler dışındaki bütün âyet hükümlerini kaldırmıştır.

Kaldı ki insan aklı nesih hakkını farzlar üzerine de götürebilir; zekât, inanış ve gelir vergilerinin bulunmadığı bir devrin mirasıdır.

Hac, Kâbe’den faydalanan Mekkelilerin Müslümanlığını sağlamak için konmuştur ve bu döviz çağında Hicaz dışındaki hiçbir yabancı Müslüman halkı buna zorlanamaz.

Namaz şekli de iskemle olmıyan entarili bir halkın yaşayışına uygundur. Pantolon, etek ve hele başkasının ayağı değen yere yüz (s. 393) değdirmeyi yasak eden ijyen devrinde yürüyemez.

Cenaze namazını neden ayakta kılıyoruz? Camiin dışında olduğu için! Bugünkü ijyen anlayışına göre Camiin içi ile dışı arasında fark yoktur.

Atatürk ibadet devrimine ezan ve namazı Türkçeleştirmekle başlamıştı. Gerçekte verdiği ilk emir ezan ve namazın Türkçeleşmesi idi.

Muhafazakârların öncülüğünü yapan İnönü, Atatürk’e yalvarmış, önce ezanı Türkçeleştirelim, sonra namaza sıra gelir, demişti. 

Arkadan dil ve Kur’an metni meseleleri çıkıp namazın Türkçeleşmesi gecikti idi.

Atatürk sağ kalsaydı ibadet reformu olacağında da şüphe yoktu. (s. 394)   

(…) Mustafa Kemal’in ölümü o tarihte yeni rejimi olduğu yerde durdurmak, hatta yıkmak için tek çare idi.

(…) Suikast İzmir’de yapılacaktı. (…) Sanıklar ve şüpheliler tutuklanarak  İstiklâl Mahkemesine verildiler. (…) Muhalefet hareketine liderlik eden kim varsa, hepsi tutuklananlar arasında idi.

(…) Ankara’da Kâzım Karabekir’i tevkif etmişlerdi. Kâzım Karabekir kendini götürenlere Başvekil İsmet Paşa’yı görmek istediğini söyledi. Yanına çıkardılar. İsmet Paşa, Kâzım Karabekir’in suykastçılık sanığı olarak  yakalandığını duyunca, bütün suykast hikâyesinin topyekûn bir tertip olduğuna hükmetti. (s. 403)

(…) Suykastçılar Mustafa Kemal’i öldüremediler. Fakat kendi partilerini öldürdüler. Ne kadar yazık ki, yeni rejimin otoritesi, (. 405) İzmir ve Ankara sehpaları üstünde tutundu. Bu kesin tasfiye, her türlü aleyhtarlığın veya gericiliğin bütün cesaretlerini kırdı. Mustafa Kemal’e başladığı inkılâbı tamamlamak fırsatını verdi.

Nasıl ki, Meşrutiyette İttihat ve Terakki otoritesi de taklib-i hükümet (hükümet darbesi) hadisesinin sehpaları üstünde tutunmuştu.

Fakat, hükümet içinde hükümet gibi, bir de istiklâl mahkemeleri otoritesi meydana geldi. Reis’in evi hemen hemen “merci-i enam” idi. Bu hal, İsmet Paşa’nın devamlı ısrarları üzerine bir akşam, Ankarapalas’ın bir balosunda Mustafa Kemal’in İstiklâl mahkemecilerini çağırıp hemen oracıkta vazifelerine nihayet vermelerine kadar sürdü. Ertesi günü kendilerine hediye edilen Benz otomobillerine binerek, fakat artık basit milletvekili sıfatı ile Meclis’e gelmişlerdi. (s. 406)

Değişen Hayat         

(…) Burada devrimci Mustafa Kemal’in hayran kaldığım bir özelliğini anlatmalıyım. Mustafa Kemal, bir şarklının tamamiyle zıddına, kendi mizaç ve âdetlerini çiğneyerek fikir kahramanlığı etmiştir.

(…) Kadını kurtaracaktı. Kurtarmak için önce açmalı idi. Haremi yıkmalı idi. İlk yapılan işlerden biri, İstanbul tramvayları ile vapurlarındaki perdelerin kaldırılması olmuştur. (s. 411)

Bir Şehir Yapmak

(…) Osmanlılar anıt yapmışlar, fakat şehircilik yapmamışlardı.

(…) Ankara’yı devlet bütçeden yapacaktı.

(…) İlk akla gelen şey, Avrupa’dan bir Frenk şehirci çağırarak plân yaptırmak ve hükümetle dışarıdan gelen memurları yerleştirmekti.

(…) Milletlerarası, bir müsabaka açılması fikri nihayet muvaffak olabildi. Gelen plânları hakem heyeti ile bizzat Mustafa Kemal de tetkik etti. Müsabakayı Profesör Yansen kazanmıştı.

(…) Yansen plânının  ve umumiyetle plân disiplinciliğinin, spekülasyoncular ve keyfîciler elinde iflâs etmesine yandığım kadar hiçbir şeye yanmam.  (s. 421)

(…) Dışarıdan gelenler Ankara kalesi tarafındaki sırtlarda ilk gecekonduları tecrübe ettiler. İmâr Komisyonu yıkılma kararı verdi, vilâyet ve belediye aldırış bile etmedi. Türkiye’de gecekondu faciası, işte o zamanlar Ankara Belediyesinin imâr plâncılığını bu türlü baltalamasından aldı, yürüdü. Şimdi Ankara’da bir kaçak şehir var! Bir bütün şehir…

(…) Fakat bir İstanbul Milletvekili, garaj bahanesi ile aynı sokaklardan birinde(Ankara Kızılay)  dükkân “kaçırdı”. Bir başka Milletvekili kat “kaçırdı”. Belediye göz yumdu. Ve tıpkı İstanbul’da spekülasyoncu ve arsa vurguncularının Prost’a oynadıkları oyunu, Ankara’da yabancı şehircilere oynadılar. Yerli imar, orta Anadolu’da hiç şüphesiz bugüne kadar harcadığımızdan daha az masrafla elde edeceğimiz yeryüzünün en ileri şehri hayâlini mahvetti. (s. 427)

(…) Onun için nerede arsacılar lehine bir plân değişikliği duyarsanız, hemen hırsızlığa hükmediniz.

Ankara’da milyonlar çalınmıştır. İstanbul’da milyonlar vurulmaktadır.

Sabit olmuştur ki, Mustafa Kemal , şapka ve lâtin harfleri devrimlerini başarabilecek kadar kuvvetli bir idare kurmuş, fakat bir şehir plânını tatbik edebilecek kuvvette bir idare kuramamıştı. (s. 428)

Yazı      

(…) Lâtin yazısı ile bir köy çocuğu bir hafta içinde, üniversiteden çıkma gençlerin bile yanlışsız içinden çıkamadıkları metinleri doğru okuyacaktı. Batı yazı âlemine girecek,  ve onun bütün kolaylıklarından faydalanacaktık. En ehemmiyetlisi Türk kafasını, köklerine kadar, Arap kaynaklarından sökecek ve millî kılacaktık. (s. 439)  

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Bateş, İstanbul, 1984)   

Kaynak: https://www.hertaraf.com/koseyazisi-mehmet-yavuz-ay-elmas-somurge-turkiye-durusmalari-18-2654

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...