Uyarı

JUser: :_load: 989 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.
Perşembe, 02 Aralık 2021 15:17

Tarih ve İnsan Hakları Dersleri / Irak Devleti ve Gertrude Bell - 2

Tevafuken, dün akşam Werner Herzog’un yazıp yönettiği 2015 ABD yapımı “Çöl Kraliçesi” filmini izlemiştim. Daha önce Hertaraf’ta uzun özetini yayınladığım Kara Ayin kitabını çağrıştırdı. Kitabın Irak bölümünde bahsedilen kişinin, filmdeki kadın olabileceği aklıma geldi. Düşündüğüm gibi çıktı. Tam adı: Gertrude Lowthian Bell (1868-1926)… Öncelikle kömür işiyle uğraşan, çok zengin bir ailenin kızı. Oxfor’da Modern Tarih, Arkeoloji ve Coğrafya okumuş. Birincilikle mezun olmuş. Osmanlı topraklarına tüccar, seyyah, rahip, arkeolog kılığında gelen diğer ajanlar gibi, Gertrude Bell de seyyah ve arkeolog etiketiyle arz-ı endam etmiş…

Birinci sınıf İngiliz diplomasinin verilerini maharetle sahaya yansıtan, Arabistan yarımadasının Osmanlı’dan koparılmasının mimarlarından olan Gertrude Bell… Çok daha ilginci, Osmanlı sonrası Irak Devlet’ini kurmasıdır…

Filmde; üstlendiği misyonun etkileri hâlâ devam eden bir ajandan ziyade, bir seyyah/ arkeolog/  tarihçi olarak  öne çıkarılmış. Devamlı resim çeken, arada video kaydı yapan, günlük yazan, raporlar tutan, bedevileri çok seven, kişisel hayatı öne çıkarılan, masum bir kadın…

Bilinçli olarak istihbaratçı kimliği saklanmış. Hizmetlerinin karşılığı bir filmle ödüllendirilmiş… Bedevî kabileleri ve şeyhleri ile kurduğu sıcak ilişkiler sonucu, peygamberimizin mübarek eşlerinin seviyesine yükseltilerek “Bedevîlerin Annesi” ilân edilmesi çok manidardır. “Çölün Kızı”, “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” olarak da anılmaktadır.

Gertrude Bell, ajanlığının  tarihsel temellerinin de farkındadır. Geçmişte yapılan misyonerlik faaliyetlerinin neye mal olduğunu iyi bilmekte, Fransız devrimcilerinden ilham almaktadır. Maximilien Robespierre’nin 1792’de Paris Jakobenler Kulübü’nde yaptığı konuşma adeta yolunu aydınlatmaktadır: “Kimse silâhlı misyonerleri sevmez; doğanın ve sağgörünün ilk dersi onları düşman olarak geri püskürtmektir. Özgürlük ancak teşvik edilebilir, asla işgalci bir güç tarafından yaratılamaz.”

John Gray, Kara Ayin’de Gertrude Bell’i, filmdekinin aksine şöyle anlatır:

(…) Başlangıçta Mezopotamya olarak bilinen Irak devleti büyük ölçüde İngiliz diplomat Gertrude Bell’in eseridir. Burayı –T.E. Lawrence (Arabistanlı Lawrence) ve İngiliz sömürge görevlisi ve Sovyet ajanı Kim Philby’nin babası Harry St John Philby’yle birlikte - yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun üç vilâyetinden oluşturmuş ve 1921’de bir Haşimî krallığı olarak kurmuştur. 1919’da Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte Bell –İngiliz sömürge servisine siyasî görevli olarak atanan ilk kadın –İngiliz yüksek komiser Sir Percy Cox’un sekreteri oldu ve yeni bir devlet inşa etmeye koyuldu. 1920’de  Bell Iraklı Şiîlerin önde gelen lideri ve 2004’te Amerikan işgaline karşı ayaklanan Mehdi Ordusu’nun komutanı Mukteda es-Sadr’ın büyük büyükbabası  Seyyid Hasan es-Sadr’la tanıştı. Demokratik yönetimin teokratik yönetim anlamına geleceğini gördü: “Son kertede yetkenin, sayıca az olmalarına karşın, Sünnîlerin elinde olması gerektiğinden bir an bile kuşku duymuyorum. Yoksa şeytanın ta kendisi olan bir din devletimiz olacaktır.” Gertrude Bell’in başlıca amaçlarından biri de “Şiî din adamlarını kamu işlerini üstlenmekten alıkoymaktı.” Bu Sünnî seçkinlerin yönetimini gerektiriyordu. Ülkenin kuzeyindeki petrol alanlarının denetimini elde tutmak İngiliz stratejik çıkarları arasındaydı. Şiîlerin iktidardan uzak tutulduğu ve Kürtlerden ayrı bir devletin esirgendiği yeni bir krallık kurarak bu iki amaca birden ulaşmak olanaklıydı.

Bell’in yeni krallığı kurabilmiş olmasının bir nedeni de bölgenin kültürü konusunda çok bilgili olmasıydı. Arapça ve Farsça’yı akıcı konuşuyordu ve özgürlükçü-gizemci Sufî Hafız’ın şiirlerini İngilizceye çevirdi. (s.189)

Bell kurmuş olduğu devletin hiçbir zaman demokratik olamayacağını biliyordu. Demokrasi Şiîlerin egemen olduğu bölgelerde din devleti, Sünnîlerin egemen olduğu yerlerde mezhepçi çatışma ve Kürtlerin egemen olduğu kuzeyde ayrılıkçılık anlamına gelecekti. Bell’in kurduğu krallık, Nasırcı subaylar 1958’de, Süveyş Kanalı’nın denetimini ele geçirmeye yönelik yeterince plânlanmamış bir Fransız-İngiliz girişimi sonrasında bölgede İngiliz iktidarı yıkıldıktan iki yıl sonra hanedan üyelerini öldürünceye dek varlık gösterdi. Saddam’ın despotluğu aynı mezhepçi bölünme ve Bell’in krallığını ayakta tutan Sünnî yönetim gerçeklerine dayanıyordu. Rejimi yıkmak bu yoldan işleyen devleti yok etmek ve Bell’in uyarıda bulunmuş olduğu din devletinin kurulması demekti. Saddam’ın Irak’ı hiçbir zaman bütün bütüne totaliter olmamakla birlikte Sovyet Rusya çizgisinde bir aydınlanma rejimiydi. Körfez’de şeriata göre değil, Batı tarzı hukuk ilkelerine göre yönetilen bütünüyle seküler tek devletti ve amansız bir İslâmcılık düşmanıydı; bu 1980’li yıllarda İran’la savaşında Saddam’a silâh ve istihbarat sağlayan ABD’nin de kabul ettiği bir gerçekti.

Irak ülke içinde hep derin bölünmelerin olduğu birleşik bir devlet olagelmiştir. Saddam rejimi daha baskıcı olmakla birlikte Bell’in krallığıyla aynı temeller üzerine kurulmuştu. Saddam Şiî çoğunluğa, Kürtlere ve diğerlerine baskı yaptığı halde Irak’ı bir arada tuttu. Saddam rejimini yıkmak bu toplulukları özgür kıldı ve Irak devletini iktidar ve meşruiyetten yoksun bıraktı. Demokrasi olanaksızdı çünkü ülkenin temelindeki toplumu oluşturan cemaatler arasında bir parça güven gerektiriyordu. Azınlıklara hep kaybeden olmayacaklarının güvencesinin verilmesi gerekiyordu, yoksa kendi devletlerini kurmak için ayrılacaklardı. Kürtler eninde sonunda bu yolu tutacaklardı ve beş milyon Sünnî Şiîlerin çoğunluk yönetimine kesinkes karşı çıkacaktı. Bu topluluklar arasındaki yarılmalar, Irak’ın sarsak yapılarının varlığını sürdüremeyeceği kadar derindi. Hemen her yerde, birdenbire demokratik olan devletler, SSCB’de ve Yugoslavya’da da görüldüğü gibi, dağılma eğilimindedir. Irak’ın farklı olacağını düşünmek için bir neden yoktu ve Saddam’ın çirkin ve gelişigüzel bir biçimde idam edildiği Aralık 2006’ya gelindiğinde, Irak devleti var olmaktan çıkmıştı.

Hepsi bilinç düzeyinde ya da akılcı olmayan birçok itki Irak’ta savaşa yol açtı. İşgalle Amerika’nın enerji ikmalinin güvence altına alınması hedeflenmişti; aynı zamanda Irak’ı bölgenin geri kalanı için liberal bir demokrasi örneği olarak yeniden kurmak amaçlanmıştı. Bu amaçlardan ilki savaş nedeniyle tehlikeye girmişken, ikincisi gerçekleştirilebilir değildi. Üçüncüsüyse –Saddam’ın Kitle İmha Silâhları programına son vermek- bir bahaneydi. (s.184)

(…) Savaşın tahmin edilebilecek bir sonucu da, dünyanın çeşitli yerlerindeki “haydut devletler”e Saddam’ın yoksun olduğu Kitle İmha Silâhlarına sahip olmanın daha iyi olacağını göstermesiydi.

(…) Savaş sonrası Irak’ta petrol üretimi hiçbir zaman Saddam dönemindeki düzeyi tutturmadı ve petrol fiyatları büyük artış gösterdi. (…) Amerika’nın petrol ikmali Irak savaşının bir sonucu olarak öncesinden daha güvensizdir. (s. 185)

Irak’ta rejim değişikliği Sovyetler’in yıkılmasından hemen sonra başlayan küresel bir kaynak savaşının parçasıydı.

Yirminci yüzyıl boyunca jeopolitika –doğal kaynakların denetimi mücadelesi – ülkeler arasındaki çatışmaları biçimlendirmekte güçlü bir etken oldu. (s. 186)

(…) Bu macera yıkılan devletin yerine etkili bir devlet kurmanın olanaksızlığı üzerine sarpa sardı. (s. 188)

1. Werner Herzog’un yazıp yönettiği 2015 ABD yapımı “Çöl Kraliçesi” filmi

 2. Kara Ayin/ Apokaliptik Din ve Ütopyanın Ölümü, YKY Yayınları, İstanbul, Mayıs 2013

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...