Uyarı

JUser: :_load: 989 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.
Cuma, 03 Aralık 2021 12:29

Tarih ve İnsan Hakları Dersleri / Irak Devleti ve Gertrude Bell - 3

John Gray, işgalci ABD Bush yönetiminin ‘kara cahilliği’, savaşın başmimarı  Wolfowitz’in stratejik körlüğü, Bush’un Bağdat Valisi Paul Bremer’in Irak’ın demografik yapısı, tarihsel arkaplânı, yönetim organizasyonu hususlarındaki ‘yetersizliği’ vurgusuyla yaptığı yakın dönem analizinde şunları söyler:

 (…) Bush yönetimi uygulamada kara cahildi. İşgalden haftalar önce bu ülkenin nasıl yönetileceğine ilişkin hiçbir fikri yoktu. Genel görüş, savaş sonrası Japonya örneğine dayanarak, askerî tarzda bir vali yerleştirmekle demokrasiye geçişi hemen hayata geçirmek arasında gidip geliyordu.

(…) Saddam’ın yerine –bazı İngiliz devlet görevlilerinin önerdiği gibi – bir askerî vali getirmek gerçekçi bir seçenek değildi çünkü gerçekte uzun erimde işlerliği son derece şüpheli olan ve ABD’nin her durumda reddetmeye yatkın olduğu bir sömürge yönetimi kurmak anlamına geliyordu. (s. 190-91)

(…) Savaşın başmimarı Wolfowitz’e göre işgal bütün bölgeyi demokratikleştirmenin bir başlangıcıydı. Sonuçta, Bush’un Bağdat’taki valisi Paul Bremer’in yetersizliği öylesine feci bir düzeydeydi ki çok geçmeden Irak’ta demokrasiye ani bir geçişin Amerikan yönetiminin herhangi bir meşruiyet iddiasında bulunabilmesinin tek yolu olduğu kabul edildi.

Mayıs 2003’teki ilk bildirilerinde Bremer Irak ordusunu dağıttı ve üniversite profesörleri ve ilkokul öğretmenleri, hemşireler ve doktorlar da içinde olmak üzere Baasçı kamu görevlilerinin işlerine son verdi.

Irak askerî kuvvetleri Bremer’in Baas Partisi üyelerini kamu görevinden men eden 1 No’lu Emrinden –Irak Toplumunun Baasçılıktan (s. 192) Arındırılması – sonra dağıtıldı. Bu iki emir birden – muhabir Ricks, CIA Bağdat şefinin bu kararlara sert biçimde karşı çıktığını söyler – yarım milyonu aşkın insanı işinden etti. Ailelerin ortalama altı kişiden oluştuğu bir ülkede bu iki buçuk milyondan fazla insanın –nüfusun yaklaşık onda biri – gelir kaybına uğradığı anlamına geliyordu.

(…) Bremer’in emirleri Irak devletinin dağılmasında etkili oldu. Polis ve güvenlik güçleri ulusal bir kurum olmaktan çıktı ve adam kaçırma, işkence ve cinayette bunlardan yararlanan mezhepçi milislerin eline geçti. Yeşil Bölge’nin – Bağdat’ın merkezinde Amerikan ve İngiliz büyükelçiliklerinin ve koalisyon destekli Irak hükümetinin bulunduğu yüksek güvenlikli bölge – dışında ülke bir anarşi bölgesi oldu. 2006 yılı sonuna gelindiğinde, her gün yüz kadar kişi öldürülüyordu ve bir BM tahminine göre, işkence uygulaması Saddam dönemindekinden de kötüydü.

Bush yönetiminin Irak’ta palazlanmakta olan bir yönetimin ülkeyi yeniden inşa ettiği doğrultusunda beslediği anlayış asılsızdır. Irak devleti tarihin bellek boşluğunda kaybolurken, Amerikan destekli yönetim mezhepçi güçlerin bir savaş alanıdır.

(…) Bush yönetimi rejim değişikliği getirerek büyük ölçüde Şiî milislere bağımlı olan zayıf bir yönetimle birlikte başarısız bir devlet oluşturdu; Bush’un bu yönetimin politikalarına yönelik soytarıca eleştirilerinde göz ardı edilen bir gerçektir bu. (s. 193)

(…) Donald Rumsfeld tarafından çizilen savaş plânı Saddam’ın birlikleri dağıldıktan sonra çıkan ayaklanmayı öngörmemek bakımından fena yanıldı.

(…) Rumsfeld yönetimde bulunduğu süre boyunca askerî konularda teknolojiye büyük bir güven duymayı ve sınırlı kara kuvvetleri kullanımını gerektiren bir devrimin güçlü bir sözcüsü oldu.

 (…) Ne var  ki, daha büyük bir konuşlanma büyük bir fark yaratmayacaktı. İngiltere Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Irak’ta 400.000’i aşkın asker bulundurduğu halde sözünü askerî güçle geçiremedi. Bir düzen sağlandığında da bu politik araçlarla gerçekleştirilmişti.

Irak devleti askerî gücün sağlayamadığı bir barış durumunu sağlamak için kurulmuştu. Buna karşılık, Amerika’nın Irak’taki askerî operasyonlarına gerçekleştirilebilir bir siyasî hedef eşlik etmiyordu.

(…) Amerikan birlikleri bazı yanlışlar yaptılar ve birtakım suçlar işlediler; yine de Amerika’nın yenilgisinin suçu olanaksız bir misyonu yerine getirmek üzere gönderilen askerlere yüklenemez. Sorumluluk bu misyonu tasarlamış ve bunun yerine getirilmesi emrini vermiş olan siyasî liderlerdedir. (s. 194)

(…)Halkın bazı kesimlerinin Amerikan işgalci güçlerine karşı başlangıçta duydukları sempati 2004 yılı başlarında Fellûce kentinin yerle bir edilmesinden sonra buhar oldu. Sivil halka karşı misket bombalarının ve kimyasal silâhların (bir tür beyaz fosfor ya da “geliştirilmiş napalm”) kullanıldığı “çırp ve pişir” operasyonları Çeçen başkenti Grozni’nin Rus birlikleri tarafından yıkılmasıyla karşılaştırılabilecek bir olaydı.

(…) Saddam devrildikten sonraki  yıl herkes kurban durumuna düşebilirdi. Binlerce insan sokaklardan toplandı ve sistematik bir kötü muameleye maruz bırakıldı.

(…) İşkence 1950’li yıllarda Ruslar tarafından Çeçenistan’da, Fransızlar tarafından Cezayir’de ve İngilizler tarafından Kenya’da yaygın olarak uygulanmıştı. Ne var ki, büyük fiziksel acılar vermiş olan bu öncellerden farklı olarak Amerikalı sorgucular psikolojik baskı uygulamasına, özellikle de cinsel aşağılamaya odaklandılar. Irak’ta uygulanan işkence yöntemleri yalnızca insan olarak  değil, Arap ve Müslüman olarak da saldırıya uğrayan kurbanların kültürünü hedef alıyordu. ABD bu yöntemleri kullanarak Amerikalıların ahlâk düşkünlüğüne ilişkin silinmez bir imgeyi halkın belleğine nakşetti ve Amerikan destekli hiçbir rejimin Irak’ta meşruiyeti olamayacağını kesinleştirdi.

(…) ‘Teröre karşı savaş’ın başından itibaren Bush yönetimi tutuklulara yönelik uygulama konusunda uluslar arası hukuku ihlâl etti.

(…) Ebu Gureyb’deki işkence birkaç görevlinin talimat dışında hareket etmesinin bir sonucu değildi. Amerikan liderliğinin en yüksek kademelerinde alınan kararların bir sonucuydu. (s. 196)

Irak’ta ülkenin kültürüne ilişkin bilgiden yoksunluk gerçeküstü bir uç noktaya vardı. Washington’dan gönderilen kısa dönemli stajyerler Yeşil Bölge’nin korunaklı ortamında (…) kendi plânlarının saçmalığını algılamaktan uzak bir biçimde Irak’ın geleceğini çizdiler.

(…) Amerikan birliklerini Irak’a gönderen silâhlı misyonerler Irak halkının anında dönüşmesini beklerken, bu askerler düşman olarak geri püskürtüldüler. Robespierre’in Jakoben dostlarına Napoleon’un silâh gücüyle Avrupa’nın her yerine devrim ihraç etme programının tehlikeleri konusunda yaptığı uyarı iki yüz yıl sonra Ortadoğu’da yeniden doğrulanmış oldu. (s. 198)

Kara Ayin/Apokaliptik Din ve Ütopyanın Ölümü, John Gray, YKY Yayınları, İstanbul, Mayıs 2013

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...