Salı, 08 Nisan 2008 16:57

Parti kapatma üzerine bir bilgeden alıntılar

Türkiye'de, bir, hukuku eğip bükerek kendi siyasî ideolojilerine âlet eden militan hukukçular var; bir de, özgürlüğe, çoğulculuğa, katılımcılığa ve demokrasiye samimiyetle inanan gerçek hukukçular var. İlim ve irfan sahibi gerçek hukukçuların başında eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk'u gösterebiliriz. Türkiye'nin son yüzyılda yetiştirdiği en bilge kişi olan Selçuk, Yargıtay Başkanı olarak 2001-2002 Adlî Yıl Açış Konuşması'nda, siyasî partilerin kapatılması hakkında şunları söylemiş (Türkiye'nin Demokratik Dönüşümü, Yeni Türkiye Yayınları): 

 "Demokrasi, halkın yönetimidir, halka yollama yapılarak tanımlanan bir rejimdir; halkın otağ kurduğu uygar toplumun soykütüğüdür.

Halka karşın halk için öncülerin rejimi değildir, demokrasi. 'Vesayetçi demokrasi', 'öncü demokrasi', 'savaşımcı demokrasi', 'az gelişmiş ülke demokrasisi', 'düşük yoğunluklu demokrasi', 'demokratik diktatörlük' gibi, meşrulaştırma safsataları altında halkı dışlayan ve küçümseyen rejimler demokrasi değildir."

"... Eğer demokrasilerde halk, seyirci ve edilgen bir yığın değil, kararları etkileyen bir aktörse, ülkenin gerçek sahibi ve yöneticisiyse, halkın bunu sağlayacak araçlara; özellikle örgütlenme ve örgütlerle toplumu düzenleme olanağına sahip olması gerekir."

 '... Eğer bütün bireylerin iradelerinin bileşkesi olan, toplumsal irade değil de, kısmî iradeler öncelikli ise, 'cumhuriyet' değil, 'aydınlanmış despotizm' söz konusudur." 

 "... Türk toplumuna yıllardır hep ödevleri öğretilmiştir. Ama demokrasiyle birlikte haklarını öğrenen Türk halkı, bunlardan artık vazgeçemez. Karar hakkı onundur. Hiçbir gücün iradesi onun iradesinin üstünde olamaz..." 

 "... Demokraside halk, onaylamak için değil, katılmak, hak aramak, hesap sormak ve karar vermek için vardır." 

 "... ne yazık ki, ne Anayasa, ne de Siyasal Partiler Yasası çağcıl demokrasiyi yakalayabilmiştir. Siyasal Partiler Yasası'nın yasakları boldur. 

 Yasak koymakta uzman, ama yeni örgütler aracılığıyla toplumsal düzenleme yeteneğinden yoksun örgütsel zayıflık, ülkemizde belirgin özellik olmaktadır. Bunun toplumun gelişmesi ve barışa kavuşmasındaki olumsuz sonuçları ise ağırdır. Siyasal Partiler Yasası, bunun somut örneğidir. 

 Yazılı hukuk gözden geçirilmeli; Türkiye, kapatma nedenleri sonraları yasallaşan, hatta anayasal kurallara dönüşen bir ülke ve ultra-ideolojik nedenlerle kapatılan 'siyasal partiler mezarlığı' olmaktan çıkarılmalıdır. 

 Ülkemizde partiler, açık tartışma ve seçim yerine yargı kararlarıyla belli çizgilere çekildikleri ya da kapatıldıkları için demokrasinin kırılganlığı artmakta, işlerliği güçleşmektedir. 

 Bir siyasal partinin kapatılması, AİHM'nin kararlarında da vurgulandığı üzere, zor içermeyen ve özünde karşı çıkmayı barındıran düşünceyi açıklama, iletişim ve örgütlenme özgürlüklerinin, kurumsal çoğulculuğun, devletin görüşler karşısında yansızlığının, görüşlerde ve yarışmada eşitliğin, demokraside bireylerin anayasal sistem ve tercihlerle görüşleri benimsemek zorunda olmamaları ilkesinin, devlet-birey, yöneten-yönetilen, bireyler arası her türlü diyalogun, katılımcılığın kaldırılması ve sistem dışına itilmesi; demokrasinin sağlıklı boşalma sigortası olan siyasal kanalların tıkanmasıdır. Toplumdan kopuştur. Toplumun değerler örgüsünde ve temsilde yırtılma, sistemde bunalımıdır. Büyük insan yığınlarını 'siyasal cüzzam kamplarına' sürgün etmektir. 

 Toplumda sancıdır. Kargaşadır. 

 'Bu halk demokrasiye layık değildir. Öyleyse halkı feshedelim'(B. Brecht) sözü ile parti feshetme arasında doğrudan bağlantı vardır. 

 Partiler feshedilebilirler, ama hiç bir halk feshedilemez. Bunlar, parti kapatmanın ülke boyutundaki düşündürücü, sıcak ve yakın sonuçlarıdır. 

 Uluslararası boyutu ise, doğrudan hukuk ve ulusal onurla ilgilidir. 

 10-11 Aralık 1999 tarihli(...) Venedik Komisyonu Raporu'na göre, parti kapatma 'son çare'dir (ultima ratio) ve şiddete yönelik somut tehlikeyi gerektirir."

***

 "Özgürlük sınırlamalarının yasallığı ve nesnelliği ilkeleri gözetilerek, parti kapatılmasına ilişkin nedenler azaltılmalı; eylemler ve kavramlar, yargıçların kişisel dünya görüşlerine ve öznel değerlendirmelerine bırakılmayacak şekilde, açık seçik özenle tanımlanmalıdır. 

 Kuşkusuz, yargı da kendine düşeni yapmalıdır..." "Uygar toplum barışını tehlikeye düşüren 'yönlendirilmiş özgürlük' anlayışı, hukukun çekirdeksizleşmesi, toplumdan soyutlanıp yalnızlaşması, bunalım etkenine dönüşmesidir. Türkiye'de yaşanan olgu budur. 

 (...) özellikle Anayasa Mahkemesi yargıçlarının düşünmesi gereken yeni alan şudur: Anayasayı yorumlama ve uygulama sanatını, Avrupa normlarının ışığında, nasıl bir bilime dönüştürelim ki, demokrasi ve hukuka saygı karşılıklı olarak birbirlerini desteklemeyi sürdürsünler? 

 Kuşkusuz, hiçbir mahkeme yasamanın yerine geçerek, devletin ve politikanın değerlendirmelerini gözeterek, parlamentonun takdir yetkisini kullanarak, yararlı/zararlı gibi değer yargılarıyla yerindelik denetimi yapamaz. Zira yargıçlar, yasalara göre hüküm kurarlar; hükümet etmezler, edemezler. Hükümet etmeye kalkışırlarsa, o rejimin adı demokrasi değil, dikastokrasi (yargıçlar hükümeti) olur." 

 "Üstelik parti kapatma davaları da, hukuksal paradigması hak ve özgürlükler burgacında testten geçen Türk yargısının ve partilerin bunu ne denli başardıklarının ulusüstü hukuktaki sınavıdır."

***

Prof. Selçuk'un görüşlerine hiçbir ilâvede bulunmaya gerek yok. Pek ümitvar değiliz ama bu konuda Türk yargısının sınavdan başarıyla çıkmasını diliyoruz.

RADİKAL

Hasan Celal Güzel

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu kategoriden diğerleri: « SÖZ SAVCIDA Biz bu filmi görmüştük »

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...