Bugünlerde bir modadır çıktı. Bu hadis uydurma ya da sahihliği tartışmalı. İslam’ın bilinen ve kabul gören iki ana kaynağı vardır. Biri Kuran diğeri de sünnetlerdir.
Geçmiş Peygamberlere baktığımız zaman günümüz ümmet anlayışı gibi bir ümmete sahip olmadıklarını görürüz. Kendilerinin Allah’ın Şeriatını nasıl anladıkları ve yorumladıkları da hiç anlatılmamıştır. Bu nedenledir ki Tevrat, Zebur ve İncil de yer alan ayetlerin nasıl yorumlanması gerektiği anlaşılmamıştır.
Bu kitapların getirdiği dinin mensupları kitaplarda yer alan ayetleri “bana göre…” diye başlayarak yorumlamış ve bu yorumlarda ayet olarak söz konusu kitaplara girmişlerdir. Böylece karşımıza tahrif edilmiş bir kitaplar zinciri çıkmıştır.
Ancak Allah bizzatihi üstlendiği Kuran-ı Kerimi Hadislerle günümüze kadar muhafaza etmiştir. Çünkü geçmişte Allah’ın Kitabı Kuran Ayetlerinden ben bunu anlıyorum diyen bir nesil yoktu başlangıçta. Sadece “Allah’ın Kitabı Kuranda yer alan bu ayetten Resûlallah şunu anlamıştı” diyen bir nesil vardı.
Bu da kesinlikle Kuranın tahrif edilmesini önleyen bir mekanizma olarak karşımıza çıkmaktaydı. Çünkü Allah herkesin aşikâre göreceği bir muhafaza sistemiyle son kitabı Kuranı muhafaza etmeyecekti elbette. Ölümü nasıl ki sebeplere bağlamıştı. Kuranında muhafazasını sebeplere dayandıracaktı. Bu onun adetullah kanunlarından bir kanundu.
Peygamber aleyhisselam hayatta iken Hadislerin yazılmamasını emretmiş olmasına rağmen bir süre sonra yazılmasına müsaade ettiğini bildirmiştir ashabına. Hadisler başlangıçta bir program dâhilinde yazılmamış ve hafızalarda ezberlenerek ve nakledilerek yaşatılmaya çalışılmıştır.
Ancak bir süre sonra ağızdan ağıza nakilde belki bilerek belki bilmeyerek bazı karışıklıkların görülmesi üzerine ümmet Resülullah Aleyhisselamın her bir sözünün zayi olmaması ve nesiller sonrasına doğru olarak aktarılabilmesi için yazmaya karar vermiştir.
Hadislerin ilk yazılması girişimi Hadis Âlimlerinden bir kısmının ölmesiyle Hadislerin kaybolma endişesinin hâkim olması üzerine Halife Ömer bin Abdülaziz tarafından başlatılmıştır. Artık bundan sonra her bir Hadisin nesiller sonrasına ulaştırılması için hummalı bir çalışma başlatılmış ve en ufak risk taşıyan meseleler o dönemin Hadis kaynaklarına alınmamıştır.
On binlerce muhaddis ve âlim yazılan bu hadislerin doğruluğu üzerinde çalışmış ve hicretten 400-500 yıl sonrasında bu işlem nihayete ermiştir. Ümmetin ittifakla kabul gördüğü ve sahih olduğunda en ufak bir tereddüt görmediği iki eser Buhari ve Müslim’ dir. Bu eserler 1150-1200 yıl önce titiz bir çalışmanın ürünü olarak ortaya konulmuş ve asrımızın başına kadar da doğruluğundan en ufak bir şüphe duyulmamıştır.
Ancak bu asrın başında din adamlarımızın ülke dışında ve Hristiyan dünyasında ilahiyat okumaya başlaması ile bazı hadisler için sahih değildir diye bir düşünceye girilmiştir. Hele hele bugün internet çağında her türlü bilgiye ulaşmak kolay olduğundan Hadislerin sıhhati daha kolay araştırılmakta ve şüpheli olanlar günümüz seçmeli sınav ürünü ilahiyatçıları tarafından ayıklanmaktadır.
Elbette hırsız önce dış kapıyı zorlar. Sonra iç kapıya ve altınların muhafaza edildiği kapıya sıra gelir. Bu demektir ki Hadislere ilişmek aslında Kuran’a ilişmenin bir yoludur. Günümüzden asırlar önce yaşamış Buhari, Müslim ve Ebu Hanife gibi zatların eserlerinde sıhhatsizlik arayanlar aslında yaptıkları icraat ile Kuranın anlaşılmasını önlediklerini maalesef idrak edememektedirler.
Allah Kuranı anlaşılmak üzere göndermiştir, öyle ise bende bir akıl sahibi isem Kuranı anlar ve yorumlarım diyerek aslında Kuranın insanlık âlemine öğretmesi gereken Peygamber aleyhisselamın ayetlerin anlaşılması yönündeki yorumlarını hiçe çıkardıklarını anlayamamaktadırlar. Ama olsun onlar asli kaynak olan Kuranı anladığına göre gerisi önemli değildir.
Medine’den Kahire’ye duyduğu bir Hadisin doğruluğunu teyitleşmek için günlerce yol alıp, vardığında ben bu hadisi duymuştum aslı nedir deyip doğruluğunu teyit ettikten sonra yemeğe dahi kalmadan geri dönen âlimlerin bir araya getirdiği Hadislerin 1500 yıl sonra düzeltilmeye kalkılması ne kadar isabetli olabilir.
Söz konusu bu Hadisler bir heyet kurularak toparlanmamış yıllar boyu kaynaklarına bizatihi gidilerek ortaya konulmuş ve bugüne kadar ümmetin bütün ulemasınca sahih kabul edilmiş eserlerden oluşmuştur. Bu nedenle Buhari, Müslim adlı eserlerin hakkında konuşmak onları ümmetin gözünden düşürmek ne amaca hizmet etmektedir anlamakta zorlanıyorum. Bu eserlerin doğruluğundan insanları şüpheye düşürenler acaba yerlerine kendi eserlerini mi koymak istemektedirler.
İslam evham üzerine yaşanmaz. Sahihliğinden bugüne kadar şüphe edilmemiş bu eserleri gözden düşürmekle elimize bir şey geçmez. Bilakis nifak tohumlarının geleceğe dönük tahrifat lehinde ekilmesi anlamına gelecektir.
1500 yıl sonra internet ve bilgi çağı ile biz bu konuları daha iyi yorumlar ve izah ederiz, şeklinde yorumlarsak hata yapmış olmaz mıyız?
Ben ısrarla ve dostça derim ki farklı olmak ve yeni çığırlar açmak yerine var olan değerlerimizi canlandırmak, kaybolan sünnetleri ihya ya çalışmak, Kuran-ı ve Sünneti öğretmek, evlerimizi yeniden kıblegah evler haline getirmek için gayret göstermeliyiz. Çünkü her farklı oluşum bir tehlike demektir. Nifak tohumları demektir. Bilinmelidir ki şeytan asla boş durmamakta ve İslam’ı sulandırmak için bütün benliği ile çalışmaktadır.
İslam tüm mensuplarını kucaklayacak genişlikte ve sadeliktedir. Herkese niyetine ve gücüne göre amel etme imkânı sunmaktadır. Yeni çığır açmak bence Belamlara fırsat doğurmaktır.