Salı, 11 Aralık 2012 15:08

Suriye Ne Yapmak İstiyor!

Suriye ile vizeler kalktığında, TC Nüfus cüzdanı ile seyahat imkânı doğduğunda hepimizde şöyle bir his ve sevinç uyanmıştı; “Artık buradan Mekke’ye kadar eskiden olduğu gibi TC Nüfus cüzdanı ile gidebileceğiz. İnşallah!

                Elbette bunu biz nasıl hissettiysek, bu coğrafyada egemenliğimizi istemeyenlerde hissetti. Mısırla başlayan halk hareketi zaten baskı altındaki bazı diğer ülkelerle Suriye’yi de etkiledi. Bu durum tarihte anlatılan Firavniyet hareketi misali davranan Esed Rejimini halkın üzerine daha acımasız itti. Silahlı bir baskı rejimi devreye girdi.

                Eskiden Firavun Musa (A.S.) varlığını engellemek için nasıl bir yöntem izlemişse bakıyoruz Esed Rejimi de aynı yöntemleri uyguluyor. Bunu yaparken de Rusya ve Çin’den destek görüyor. Bu davranış şekli bana Yecüc ve Mecüc hadisesini hatırlattı. Bir setle durdurulduğu bildirilen o küfür ehli sanki bir anda harekete geçti. Belki de bir numunesi bu.

                Bütün bu olayların tek sebebi Kâinatın yaradılışından beri var olan İman ve Küfür mücadelesidir. İslam’ın yeniden bu coğrafyada ve Dünyada hâkimiyetini, önleme çabasıdır. Firavunda kendi sözde ulûhiyetine halel gelmesin diye girişmişti o kıyıma.

Şimdi bu düşünce Suriye’yi kullanarak bu hâkimiyete engel olmak istiyor. Tabii birde İran var.  Şia varlık sebebini İslami oluşumun farkındalığına bağlıyor ve bu düşünce yapısını tüm İslam âlemine yaymak istiyor. Karışıklık içerisinde ki Suriye’den faydalanarak yayılma çabasında.

                İktidarı bırakmak istemeyen Esed Rejimi de bunu değerlendiriliyor. Bu sayede iktidarını güçlendirmek ve kurtarmak istiyor. Hal bu ki gerçek manada ülkesinin ve halkının refahını isteyen bir iktidar tıpkı Sultan Vahdettin misali davranırdı. Ülkesinin ve halkının refahı için kendi iktidarından feragat ederdi. [1] 

                Yıllarca halkını sömüren. Ona asgari yaşama hakkı tanıyan. Eleştirilemeyen ve her yaptığı doğru kabul edilen bir dikta rejimine artık halk dur demek istiyor.

                Barajlarda biriken su istiap haddinden sonra taşar ve taşmanın etkisi ile suyu tutan bendi yıkar atar. Artık o suyun önünde durmak mümkün değildir. Önüne çıkan ne varsa alır götürür. Bağ, bahçe, yerleşim yeri demeden tarumar eder. Bunu önlemenin yegâne yolu taşmasını önlemekten geçer. Su dolduğunda hızla boşaltılabilmelidir.

                İşte Suriye’de olan bundan farklı değildir. Halk artık su misali taşarak akmaktadır. Halkın önünde durulması mümkün değildir. Tarih boyunca halkı yanına almayı başarmış liderler ayakta kalabilmişlerdir. Halkın desteği olmadan ordularınız bir yere kadardır. Bütün halkı nereye kadar öldürebilirsiniz ki?

Şimdi Suriye de her iki tarafta amaçları uğrunda birbirini acımasızca öldürüyor. Birde bakıyorsunuz ki düşen bir helikoptere bakarken “Allahu Ekber” nidaları yükselmekte. Zaman zaman esir düşenler silahsız ve savunmasız öldürülüyor. Artık yılların baskıcı rejimi karşısında gerek İslami açıdan gerekse pozitif ilimler açısından dar bir çerçevede tutulan halk yaptığının İnsanlık dışı olduğunu idrak edemiyor. Ona göre kurtuluş için gerekli olan sadece karşısındakini öldürmek.

                Hal bu ki Kâinatın Efendisi (SAV) öyle yapmadı. Müşrik olanları bile savunmasız öldürmedi. Onları bir nevi topluma faydalı bireyler haline getirme gayreti içerisinde oldu.

                Evet, yapılan bu işlerin her iki tarafındaki zulmün tek sorumlusu baştaki Esed ve yandaşlarıdır. Ülkelerini gittikçe batağa ve emperyalist güçlerin esareti altına sürüklüyorlar. Kendi iktidarları için on binlerce masum insana zulmediyorlar.

Gözlerini o kadar hırs bürümüş ki gelişen bu durumu pervane sinekleri gibi sezemiyorlar. Bilirsiniz; “Pervane sinekleri ışığın etrafında döner döner ve sonunda dayanamaz kendini o ışığın içine atar; ışığın kaynağında ateş olduğu için de kavrulur gider.” İşte bugün Suriye’de olan budur. Ülkede yaşayacak olanlar yine kendileri oldukları halde tahrip ederek mücadele ediyorlar. Artık bu çatışmalar bir mezhep çatışmasına dönüştürülmek üzere. Henüz daha hiçbir şey için geç kalınmış değil. Peki, bu durum kimlerin işine yarar. Neden buna meydan veriliyor. Aslında çok basit.

Rusya varoluşundan beri ılıman denizlere açılma hedefinde. Türkiye bölgede hatırı sayılır bir güç konumuna geldi ve geliyor. Iraksa Amerika’nın kontrolünde. İran malum. Geriye sadece Suriye kalıyor. Gerek enerji kaynaklarının ve gerekse deniz ulaşımının kritik bir geçiş güzergâhında olan bu müttefikini kaybetmeyi asla göze alamamakta. Bu nedenle var gücü ile Esed rejimini destekliyor. Libya’da olduğu gibi Birleşmiş Milletlerin askeri operasyonuna razı olmuyor.

Bunu bizlerin değil Esed rejiminin görmesi gerekmektedir. Yenidünya düzeninde ki konumunu güçlendirmek için farklı adımlar atması gerektiğini hissetmelidir. Türkiye’nin de içindi bulunduğu Ortadoğu birlikteliğini amaçlamalıdır. Siyonizm’in değil, İslam’ın bir parçası olmayı tercih etmelidir.

Artık bu olaylardan sonra Esed lehinde bir durulma olamaz. Diyelim ki oldu. Bugün annesi, babası, çocukları ölen gözü kararmış biri bir gün muhakkak onun canına kast edecektir. Ülkede asla eskisi kadar rahat ve güven içerisinde gezemeyecektir. Öyleyse her iki durumda da yapması gerek en iyi hareket ülkeyi terk etmeli kendisine ve halkına yeni bir hayat sunmalıdır.



[1] Murad Bardakçı, Şahbaba, Osmanoğulları’nın Son Hükümdarı VI. Mehmed Vahidüddin Han’ın Hayatı, Hatıraları ve Özel Mektupları, İstanbul 1998, sayfa 413, 416.

Son Düzenlenme Salı, 11 Aralık 2012 16:04
Hamza Eroğlu

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...