Rousseau, göre Toplum sözleşmesiyle her birey, önce doğal özgürlüğünü, sonra da istediği ve elde edebileceği şeyler üzerindeki sınırsız hakkını devreder. Egemenlik HAKKINI ise, devletin kuruluşundaki amaca, yani herkesin iyiliğine uygun Kamu gücüne devreder. Toplumda içinde yasalara uyan halk, yasaları koyan halkın kendisi olmalıdır. Fakat Halkın kendisi her zaman doğrunun nerede olduğunu bilmez cahildir.
Bu gerekçe ile topluma yol gösteren ilerici aydın bilge kişilere ihtiyaç duyar. Bu bilge kişiler yasa yapandan başkası değildir. Yasa yapan hüküm koyan ve topluma yön veren sosyal ve içtimai hayatını şekillendiren bu kişiler, Rousseau'ya göre tanrısal bir varlık olarak tanımlamaktadır.
Yine Rousseau göre İnsanlara yasalar koymak için tanrılar gerek. Bir ulus boyun eğmeye zorlanır da boyun eğerse iyi eder, boyunduruğunu silkip atabilecek olur da atarsa daha iyi eder. Çünkü özgürlüğünü kendisinden hangi hakka dayanarak almışlarsa, yine o hakka dayanarak geri almasında, ya bu davranışı haklıdır ya da özgürlüğünün elinden alınması haksızdı.
Cumhuriyet kuran bu bilge elit kişiler J.J. Rousseau toplum sözleşmesi kitabından çok etkilendikleri belli olmuyor mu? Dayatılan yaşam tarzı, hayat nizamı bu değil mi?
İnanan bireyler İNANCINA göre sadece İBADETLERİNİ özgürce yapabilirler, ama toplum içinde muamelelerini ise tanrısal olarak adlandırılan bir takım bilge kişilerin yasal düzenlemesine uymak zorundadır. Bunlara örnek olarak Medeni Hukuk, Ticaret Hukukunda, Giyim kuşam, Eğitim vs. dayatılan yasalarda belirtilen muamelatta göre yaşamak gerek.
Bireye özgürlük olarak bu yeter. İslam inancı bir yaşam tarzı ve hayat nizamıdır, ibadet ve muamelatı ile yani bireyin sosyal ve içtimai hayatını kapsamaz mı?
Yeni ANAYASADA inancımıza göre ibadetime özgürlük verildiği gibi, sosyal ve içtimai hayatımızın da şekillenmesi gerekir, inancındayım.