Çarşamba, 10 Şubat 2021 12:43

28 Şubat neden postmodern bir darbedir?

28 Şubat döneminde televizyon ekranları, gazete manşetleri adeta irtica (!) kusuyordu. Bir takım kişiler ellerinde sopalarla televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında boy boy pozlar veriyorlar ve İslâm adına şiddetten bahsediyorlardı. TV kanallarinda adeta ülkeyi bunlar sarmış gibi gösteriliyordu. Akşam haberlerinde bu görüntülerle kamuoyu algısı bombardıman ediliyordu. Ertesi gün kolordu komutanının yaptığı ilk iş, beni çağırtmak ve bunların hesabını bana sormak olurdu. Sanki bu adamların ve ülkedeki diğer irtica olarak nitelendirilen her olayın kolorduda hesabını soracakları kişi ben idim.

28 Şubat’ın en hareketli günlerinden biriydi. Yine komutanın çağırdığını bildirdiler. Gittim, “Gel otur, akşam haberleri izledin mi?” diye söze girdi. İzlediğimi söyledim. “Ülke ne hale geldi, irtica aldı başını gidiyor” diye devam etti. Ben de dayanamayıp; “Komutanım, bu bahsettiğiniz eli sopalı gurup toplasak sayısı beş yüzü geçmez, ama ekranlardan düşürülmediği için sanki ülkenin genel gidişinin ölçüsü bu üç-beş yüz kişiymiş gibi bir algı oluşturuluyor. Dışarıya, şehre çıkıp dolaşalım, bütün vilayetlere gidelim dolaşalım, bunlardan bir kişiye dahi rastlamayız. Bunlar küçük bir gurup. Bu millet bu üç-beş yüz kişiden ibaret değil. Altmış beş milyon” dedim. Aslında ne demek istediğimi çok iyi anlamıştı. Bu şahısların yapılacak darbenin alt yapısının oluşturulmasında bir vazifeli veya malzeme olduklarını kastetmiştim. Bu sözlerime hiçbir karşılık vermedi. Vücut dilinden bana hak verdiği belliydi. Ama bunu belli etmeyerek konuyu değiştiriyordu. Konuyu inanca getirdi. İnancın halka mahsus bir şey olduğunu, Orduda ise erlere mahsus olduğunu, bu seviyede kaldığı takdirde inancın yararlı olabileceğini ifade etti.

“Örneğin; savaşta inanç, eri, avcı boy çukurunda tutan bir kuvvet verir” dedi. Sözü döndürüp dolaştırıp darbeye getirdi ve “Darbe neden açıktan yapılmadı biliyor musun? Er faktörü yüzünden... Bu erler, bu milletin çocukları. Açıktan yapsaydık bu erleri nasıl itaat ettirecektik?” dedi.

Artık söyleyecek bir söz bulamamıştım. Ben kritik bir hududun savunulması için konuşlandırılmış bir kolordunun savcısı olarak, sık sık gece gündüz hudut olaylarının soruşturmasına gidiyordum. Geç saatlere kadar soruşturma yapıp, sabaha karşı dönerken ve yolda uykuya dalmış köylerden geçerken, köy minarelerinin silüetini gördüğümde hissettiğim duyguları anlatamam. “Arkamda yedi yüz seksen bin kilometre kare vatan toprağı ve içinde milyonlarca insan huzur içinde uyuyorlar! Onlar rahat içinde uyuyorsa ve bu minarelerden ezan okunuyorsa, bu Mehmetçik, bu ordu sayesinde! Şu anda, ben de bu ordunun bir ferdiyim ve huzur ve güvene bir birimlik katkı yapıyorum.”

Ben böyle düşünürken ve kendimi inancıyla, örf ve âdetiyle, değerleriyle bu milletin ortalama bir ferdi olarak hissederken, bu duygu ve inanç ile şevkle vazife yaparken, vazife yaptığım askerî kurumun en üst makamında oturan kişiden neler duyuyordum! Aramızda bir zihniyet uçurumu vardı. Milletin temel değerleri iç tehdit olduğuna göre, bu milletin çocukları olan erlerin açık bir darbede itaat etmeyeceği hesabı ile darbe postmodern olarak gerçekleştiriliyordu. Gerçekten de, TSK’nın ana unsuru milletin ta kendisi olan er faktörü idi. Yemek duâlarında “Tanrımıza Hamdolsun” değil “Rabbimize Hamdolsun” diyordu. Bir tugaydaki mescitte bulunan dinî eserler, cüppe, sarık imha edilirken, ekip başında bulunan üsteğmen, Kur’ân’ı öpmüş ve iki ere vererek götürüp araziye gömmelerini emretmişti. İki er bir naylona sarıp Kur’ân’ı araziye gömdüler. Bu erlerden birisi, yatağına yattığında uyuyamadı. Kalktı, gidip gömdükleri yerden çıkararak firar etti ve götürüp Bursa’ya ailesine teslim edip geri döndü. Sevk edildiği Kolordu Disiplin mahkemesinde, “cezama razıyım” demiş, kısa süreli firar suçundan on beş gün oda hapsi cezası almıştı. Bir üsteğmen, vakit namazlarını makam odasının kapısını kilitleyip, kimse fark etmeden farzdan kılıyordu. Bir gün kapıyı kilitlemeyi unutmuş. Posta eri, tam namazda kapıyı tıklatıp içeri girdiğinde ne görsün? Komutanı namaz kılıyor. Öylece ayakta kalakalmış. Komutanı selâm verince, gidip eline yapışarak, “Komutanım öl de öleyim” diye ağlamıştı. İşte Ordumuz gerçekte bu idi. Yani milletin ta kendisi idi. İrtica yaftası ile bu millete karşı bu ordu nasıl kullanılacaktı? Darbeciler bunu çok iyi hesaplamışlar ve darbeyi açıktan değil, postmodern bir darbe olarak gerçekleştirmişlerdi.

Komutan, bana Allah’a, Peygambere ve Kur’ân’a inanıp inanmadığımı sordu. İnandığımı söylediğimde, beni suçüstü yakalamıştı. “Bitti kardeşim, sen Atatürkçü ve cumhuriyetçi olamazsın. Sen şeriatçısın” dedi.

“Komutanım, milletimizin yüzde doksan dokuzu Allah’a, Peygambere ve Kur’ân’a inanır. Böyle bir tasnif yapmak doğru değil. Böyle bir anlayış toplumun temel değerleri ile cumhuriyeti bağdaşmaz göstermektir. Cumhuriyetin geleceğini asıl bu anlayış tehdit ediyor. Çünkü siz, milletin önüne ‘inançların mı, rejim mi?’ şeklinde iki seçenek koyuyorsunuz. Siz böyle iki seçenek koyarsanız, millet mutlaka ‘İnançlarım!’ diyecektir. Milletin inançları ile barışık olmayan hiçbir rejim bu ülkede uzun ömürlü olamaz” dedim. Komutan bana, “Siz laikliği anlamıyorsunuz, inançların güvencesine karşı çıkıyorsunuz” diye karşılık verdi. Ben de: “Komutanım, eğer bu ülkede laiklik, inançların güvencesi olarak uygulansaydı, şu anda ben inançlarımdan dolayı size hesap veriyor olmazdım” dedim.

Komutanın esas amacı, yaşanan olaylar hakkındaki görüşlerimi öğrenerek, hakkımda kanaat oluşturmaktı. Sonuç ne mi oldu? 

 

Komutan şöyle bir (laik)fetva verdi:

 

“Islahı gayrikabil bir personeldir. TSK’da kalması caiz değildir”

 

Ve 14 Aralık 1983 Tarihinde teğmen olarak nasbedildiğim Türk Silahlı Kuvvetlerinden yine 14 Aralık 1998 tarihinde ilişiğim kesildi.

 

Vatan sağolsun...

Yusuf Çağlayan

Emekli Askeri Hakim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

1 yorum

  • Yorum Linki M. Ali ÇOBAN Cumartesi, 13 Şubat 2021 23:56 yazan M. Ali ÇOBAN

    Mübarek Olsun Yusuf Ağabeyim.
    Mahşerde takdim edecek berat belgemiz var Elhamdulillah...
    Selam ve Muhabbetlerimle...
    Allah"a Emanet Olunuz...
    Osmaniye...

    Raporla

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...