Cuma, 24 Nisan 2009 03:28

TEMEL ÇIKMAZ: ÜST KİMLİK=ORTAK PAYDA NEDİR?

TEMEL ÇIKMAZ: ÜST KİMLİK=ORTAK PAYDA NEDİR?

                                                                        Emekli Askeri Hakim Yusuf ÇAĞLAYAN

 

Bugün yaşamakta olduğumuz bölücü terörün etnik mensubiyet duygusunun kışkırtılmasından beslendiği açıktır. Çünkü, alt kimlik dayanışması, gruplama, kutuplaşma, ayrışma ve  çatışma süreçlerine yol açan bir olgudur. Etnik kimlik değişkeni temelinde şekillenmiş bir birey de, gurup da, yukarıda sözünü ettiğimiz süreçlere yol açan kristalleşmiş davranışları üretecektir.

Sorun, sayın Genelkurmay Başkanının ifade ettiği gibi basit değildir. Bir topluma çarşıdan bir eşya alır gibi veya bir terziye elbise biçtirir gibi bir üst kimlik yakıştırılamaz. Çünkü, insanların içinden gelen, köklü duygular esastır. Yoksa, insanlara, şöyle duyalım, böyle hissedelim şeklinde bir mensubiyet duygusu empoze edilemez. O üst aidiyet duygusu, tarihin derinliklerinden beri gelen ve halen var olan fiili bir gerçekliktir.  19 ncu Yüzyıldaki dev şirketlerin geliştirdiği ve aslında sınırötesinde tüketim pazarı oluşturmayı hedefleyen tüketim modernleşmesi projesini, üretim modernleşmesi ve çağdaşlaşma olarak algılayıp hayata geçirmek için tahrip ve tasfiye ettiğimiz o üst kimlik değerlerimiz, en amansız darbelere rağmen yıllarca vicdanlarımızın kuytu bir köşesinde hayat mücadelesi vererek bu günlere ulaşmıştır. Türkiye’nin, etnik alt kimlik hassasiyetlerini nötralize edecek ve bu üst kimlik etrafında, şuurlu ve inançlı bir dayanışmayı inşa edecek jeokültürel dinamiklerine yönelmesi artık kaçınılmaz hale gelmiştir.

Gerek iç yapı ve gerekse bölgesel yapılar arasında gerçekleşecek bir entegrasyon, siyasal ve ideolojik değil kültürel zeminde inşa edilecek bir dayanışma üzerine temellendirilebilir.  Yerel, bölgesel ve küresel etkenlerin yol açtığı iç yapıdaki entegrasyon sorunları ve bölge ülkelerindeki ortak ekonomik ve güvenlik sorunlarının ihtiyaç haline getirdiği bölgesel işbirliği sorunları, bu iki entegrasyon için gerekli dayanışmayı inşa edecek jeokültürel olguyu önplana çıkarmıştır.

Hammadde ve tüketim pazarı açısından dünya coğrafyasının stratejik bir bölgesinde yer alan Türkiye, potansiyel bir jeopolitik güçtür. Türkiye’yi kendi iç bütünlüğünü sağlamada olduğu kadar, bölge coğrafyasında da fiilen jeopolitik bir güç konumuna getirecek “jeokültürel” olgu ne olabilir? Türkiye’de, etnik farklılıklara rağmen bütüncül, ortak bir toplumsal dayanışmayı ve milli farklılıklara rağmen bölgede fonksiyonel bir işbirliğini hangi kültür ve değerler sistemi sağlayabilir?

Tarihi tecrübe göstermiştir ki, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde çeşitli din, dil, soy ve kültür grupları, aynı bir millet halinde yaşadıkları uzun bir dönemden sonra, üst kimliğe mensubiyet duygusunu kaybederek farklı alt kimlikler etrafında dayanışmalar geliştirmişler, bu etnik dayanışmalara paralel olarak, aralarındaki ortak dayanışma çözülmüş, yerini,  ayrışma ve çatışmaya bırakmıştır. Bölge topraklarındaki ekonomik kaynakların ele geçirilmesi, yine bölge toplumlarının ortak dayanışmasını ortadan kaldırmaya dönük provokasyonlar ile mümkün olmuştur. Devletlerin yıkılması, o devletin toplumsal yapısını inşa eden dayanışma kültürünün etkisizleştirilmesi ile mümkün olmuştur. Bu sebeple farklı etnik gurupları, ortak bir üst  kimlik etrafında dayanıştıran jeokültürel sistemin saf dışı bırakılmasına hizmet edecek doğrultuda evrimleştirme, yani alt kimlik hassasiyetini baskın hale getirme, geçmişte olduğu gibi bugün de en fonksiyonel araç olarak kullanılmaktadır.

Toplumlarda, eğer “üst kimlik=ortak payda” parantezi kaldırılırsa, birlik ve bütünlüğün bozulacağı, bunun da yalnızlaşan fertleri kendi ait olduğu alt kimlik dayanışmasına iteceği bir gerçektir. Toplumumuzun parçalanmasını hedefleyenler, bu sosyolojik gerçeğin bilincindedirler. Gelinen noktada, işleyen sosyolojik süreçler olumsuzdur ve bölücü örgüt veya arkasında bulunan güçlerce daha bilimsel yöntemlerle bu süreç yönetilmektedir. Buna karşılık, yetkililerin bu olumsuz süreçlere bilimsel değil ideolojik ve askeri bir tavır ile karşı koymaya çalıştıkları, soruna süreç odaklı bakıştan çok uzak olduklarını görüyoruz. Bölücü sosyolojik sürecin temel argümanı olan etnik kimlik siyasetini etkisiz kılacak bir üst kimlik kültürünün etkinleştiği bir karşı sosyolojik süreç resmi planda, ideolojik koşullanmışlık sebebiyle devre dışıdır. Çaresizlik içinde ekonomik menfaate dayalı koruculuk sistemi, olayı bir geri kalmışlık sorununa indirgeyen anlayışa dayalı ekonomik yatırım projeleri, resmi ideolojinin Kürtçe aktarımından öteye geçemeyen TRT ŞEŞ gibi açılımlar çözüm değildir ve  aksine, işleyen olumsuz süreci besleyecek, daha da derinleştirecektir. Bu sebeple, etnik kimlik temelinde yapılacak açılımlar çözüm değil, aksine terör örgütünün taleplerine boyun eğmektir. Başarı için stratejik nokta, üst kimliği oluşturan kültür normları ile ilgili açılımlar yapmaktır. Bu açılımlar toplumun bütün kesimlerinde rahatlamaya yol açacak, giderek tüm toplumu kuşatarak ortak bir dayanışma alanı açacaktır.  Bu açılım siyasi ve ideolojik olmayacak, toplumda birlik, beraberlik, yardımlaşma, dayanışma ve mensubiyet şuuru uyandıran; bireyleri, doğruluk, dürüstlük ve ahlak ile mükellef  kılan ve inanç değeri, dolayısıyla da disiplin değeri bulunan ortak manevi değerlere ilişkin olmalıdır.

Uzun yıllar toplumsal entegrasyonu sağlayacak jeokültürel dinamiklerimize karşı önyargıların hakim kılındığı bünyevi oluşumlar, Ergenekoncu yapılanma olarak ortaya çıkan Türk ulusalcılığı ve PKK yapılanması olarak ortaya çıkan Kürt Ulusalcılığı şeklinde ayrışmıştır. Toplum bu iki ideolojik ve etnik ayrışmadan acı çekmektedir. Toplumun ortak inanç ve disiplin değerlerine karşı gardiyanlık görevi üstlenmiş olan resmi ideoloji ise, meydanı bu iki bölücü ve çatıştırıcı kutuplara bırakmakta, adeta ülkenin bölünmesinin yolunu açık tutmaktadır. Üzücü olan da, en büyük sıkıntımız da, resmi ideolojinin vatanseverlik anlayışı ile musallat olması ve kutsallaştırılmasıdır. Mevcut sosyolojik süreç, resmi ideoloji parantezinde gelişmiştir. Ortak payda değeri taşıyan kültürel dinamiklerimizin parantezini kaldıran resmi ideoloji, etnik kimliklerin açığa çıkmasına yol açmıştır.

Bireysel ruhi bunalımların temelinde, kalıplaşmış yanlış düşüncelerin belirleyici rolü bulunmaktadır. Psikolog ve psikiyatrların yaptığı, bu yanlış düşünce kalıplarının zihinden çıkarılıp, yerine doğru düşünce kalıplarının yerleştirilmesinden ibarettir.

Toplumsal buhranlarımızı ve özellikle de bölücü terör sorununu besleyen yanlış düşünce kalıplarının başında, resmi ideolojinin üst kimlik değerlerimize bakış açısı vardır. Bu yanlış düşünce kalıbı değişmedikçe, devlet ile toplum barışık olmayacağı gibi, etnik yapıları da istismar edilebilir halde tutmaya devam edecektir. Devlet ile toplum arasındaki sorunlar, sadece Güneydoğudaki dramatik boyutlar kazanmış ilişki ile sınırlı değildir. Anadolu’nun her yöresinde devlet-toplum ilişkisinde  sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunların ortak sebebi ise, devletin milletin değerler sistemi ile barışmasına engel olan resmi ideolojidir. Resmi ideoloji, toplumun üst kimliğinin, birlik ve dayanışmasının en fonksiyonel dayanağı, temel harcı, çimentosu olan değerler sistemini dışlamakta, yeryüzünde eşine az rastlanır bir biçimde, kendi toplumunun değerler sistemini iç tehdit olarak algılayan ender bir zihniyet biçimi geliştirmiş bulunmaktadır. Bu ideolojik zihniyet sayesinde sorunun yegane çözümü olan  üst kimlik ve ortak paydayı oluşturan değerler sistemine sağlıklı bir bakış açısı resmiyet kazanamamaktadır.  

Sorun, süreç odaklı bir anlayışla ele alınmalıdır. Çünkü, süreç odaklı çözüm, bu güne kadar yapıldığı gibi tezahürlere değil, “süreçlere” müdahale ile gerçekleştirilir. Problemin tezahürlerine yapılacak müdahale ve bu müdahalede kullanılacak araçlar ile problemi doğuran süreçlere yapılacak müdahale ve bu müdahalede kullanılacak araçlar çok farklıdır ve ideolojik olarak değil bilimsel olarak belirlenebilecektir. Böylece uygulanan askeri, politik ve ekonomik tedbirler de bu çerçeve içinde yerli yerinde kullanılabilecektir.

Bu genel tespitler ışığında konuya yaklaştığımızda, temel çözümde etnik mensubiyeti ve alt kimlik dayanışmasını besleyen sosyo-kültürel süreçlerin değiştirilerek, yerine etnik kimlikler üstü, ortak bir inanç ve kültürden beslenen mensubiyet duygusunu ikame edecek bir sosyo-kültürel sürecin devreye sokulması gerekmektedir. Bizi bütün unsurlarıyla tek bir millet şuuru ile asrımıza taşıyan ortak payda, kabul etmeliyiz ki tekrar devreye sokulmalıdır. Bu üst kimliğe mensubiyet duygusunun baskın hale getirilmesi ülkenin birliği ve bütünlüğü için giderek hayati bir önem kazanmış bulunmaktadır. Resmi ideolojiye atfedilecek, toplumun bütün kesimlerinin vicdanında makes bulmayacak yavan ve temelsiz üst kimlik tanımlamaları, zaman kaybetmek, ateşle oynamaktır.

Genelkurmay Başkanı Org. İlker BAŞBUĞ’un açıklamaları, olaya artık “ortak payda”, “üst kimlik” ve “ortak değerler” ‘e dayanılarak etnik kimlikler üstü bir dayanışma inşasının gerekliliği noktasına gelindiğini göstermektedir. Bu son derece doğru bir teşhis, önemli bir gelişmedir. Bu dayanışmanın temel harcının ne olduğu noktasında, zaten sorunun kökeninde yer alan resmi söylemlerin aşılamadığı görülmekle birlikte, zaman içinde, sorunun doğası ile daha uyumlu çözüm anlayışına ulaşılacağı, üst kimliğin ve onu inşa edecek sosyo-kültürel normların ne olacağını bulma yolunda ideolojinin değil, bilimsel hakikatlerin rehber edinileceğinin işaretlerini veren önemli bir adım atılmıştır.  

 

Kaynak gösterilmeden kısmen veya tamamen alıntılanamaz.

22 Nisan 2009  Tarihli ZAMAN  Gazetesi Yorum sayfasında yayınlanmıştır.

 

Yusuf Çağlayan

Emekli Askeri Hakim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...