Cuma, 16 Haziran 2023 16:10

Sabır Ve Öfkede Arafda Kalmak

Değerli dostlar; İnsan kendi hayat serüveni içinde mutluluk ve üzüntü halleri yaşarken davranışlarında da değişimler gözlenir.
Mesela; Bu davranışlar, farklılık gösterse de İnsan olarak bu evrede; büyürsün üzülürken. Yaşlanırsın. Olgunlaşırsın. Dengelenirsin.
Yorgunluğun konaklamayı öğretir 'şey'lerin kenarında. Yavaşladıkça, şeyler ve senler yanından geçtiğin nesnelerin detayları ortaya çıkar. Tefekküre yol açılır. Boşluklara düşülür. Haklarında düşünmediğin kadar uzun ve çok düşünürsün. Dalgınlaşırsın, Dalgınlaşırsın. 
Mantık bütüncül menfaate uygun olandır belki. Yani mevcut olan, Vücudî olan, tamam, fakat hayat mantıktan da ibaret değildir. Yağmurun getirdiği hüznü mantıkla açıklayamazsın. Sallanan ekinlerin düşürdüğü dalgınlığı formüle edemezsin. 
Sözlüklere bakarak yaşamıyoruz hayatı. Hiçbir 'an'ımız romanlarda anlatıldığı kadar uzun yaşanmıyor, Bunun farkına varmalı Gerçekle yüzleşmeliyiz.
Aslında Kendini yormak için girdiğin bir çabadır üzülmek, koşmaktan yorulup düşmeyi arzulamak.
Yani; hüzün neşenin yorgunluğudur, kanaatindeyim acı bir şey yaşadığında, kaldırmak zor geliyor. Yalnız kalbine değil aklına da zor geliyor. 
İşte, kalbini yorarak, üzerine üzerine giderek kendini taşıyamaz hale getirmenin yoludur üzülmek, Kederden sarhoş olmak bir nevi. Neşenin kollarını yormak. Odaklanacak derman bırakmamak artık, Bıktırmak...
O kadar yorulursun ki acı anlamsızlaşır, 
Gözyaşın kuruduğunda ağlamak anlamsızlaşır. İntikam duygusu değerlerimizde bulunmaz ama bazı zaman olur ki; acıyı çekmektense onu öfkeye dönüştürmeyi seçersin böylelikle, Kusar geçersin. Kırar geçersin, Döker geçersin. Saçar geçersin.
Öfke sakıncalıdır. Öfke kabına da zararlı bir sirkedir, Ne kadar çok yorulur san o kadar anlamsızlaşır, Yorgunluk iyi bir körelticidir. Köreltir seni en ince farkındalıklarına kadar, şahsen ben, acısını ilk günlerinde şiddetle yaşayanlardan çok, bastırmaya çalışanlardan korkuyorum. Ortaya dökülse geçiyor sanki. Dökmeyenden korkmalı. İçinde tuttukça daha çok yakı yor. Bir şeye dönüştürmezsen öyle kalıyor. Acı, saf acı, geçmeyen sancı. Üzülmek de değil O, Yormadan yakar için için yakar…
Yıllar önce bir kitapta okumuştum. "Ortaya çıkarılamamış duygular beklemekten bozulur” demişti... Bozulanlara ne olur peki? Öfke olur, İntikam olur, husumet olur. Demek her duygu sandığımız kadar halis değil. 
Bazıları başkalarının bozulmuş hali. Normal yollardan ifade edemeyince tepkimeye giriyor. Bir nevi fermantasyon, bir çürüme, bir başkalaşım geçiriyor.
İşitme kaybı yaşayanlardan bazılarının neden bu denli öfkeli olduğu da böylece anlaşılıyor: Anlaşılmamak da bir süre sonra öfkeye dönüşüyor demek ki. Zaten öfkenin bozuk bir mal olduğu ortaya çıktığında yaptığı etki den belli, fiile dökülen bir varoluşu var. Görünen müspet bir eylemi yok. Yapması yıkmaktan ibaret. Yıkmasında yapmak yok.
Gözleri yaşarmayan insanlar duygusuz değiller elbette. Ama belli ki 'Göz yaşarır. Kalp hüzünlenir' diyen bir Aleyhissalatuvesselam’ın yolunda da değiller. Neden bazı duygular böylesine zayıflık emaresi sayılıyor da kötüleniyor..? Neden onları yaşamak için tenha köşelere koşmak, saklanmak, yastığımıza yüzümüzü yapıştırmak zorundayız..? 
Bir Peygamber ashabına neden bu halini açıklamak zorunda kalıyor? Neden içimizin bir yanı hep yetim ki, yetim kalınca, en çok o yanlar ortaya çıkıyor?
Bastırıyorsun onları. Zindanların var. Mahpusların var. İçinde Yusuflar var ki kardeşleri kuyuya atıyorlar. Babalarına, yani sana, unutturmaya çalışıyorlar, Barışmadığın o kadar yanın, yönün, latifen var ki.
Belki de o yüzden imandan çok bahseden Üstadım yolunu böyle dörde bağlar: Acz, fakr, şefkat ve tefekkür.
Yani, önce acz ve fakr, sonra şefkat, sonra tefekkür. Bu sıralamada da bir sır var. Sanki diyor ki 'ben'e: Önce kendinle barış. Sonra âlemle. Kalbin âlemle şefkatinden barışır. Aklın âlemle tefekküründen barışır. 
Hem demiyor mu başka bir yerde de yine: “Evet, ifrat ve tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani, sahife-i âlemde yaratılan delail, uhud-u İlahi’ye hükmün dedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hak’la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur.”
Fıtrî ahdini bozdun. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda "Evet!" demiştin Kalu-bela gününde. Fıtratın bu programla yaratılmıştı. Dünyada "Hayır!" diyebilmek için önce fıtratının detaylarını inkâr ettin. Öyle olmadığın halde 'öyleymiş' gibi yaptın. Delillere isyan ettin. Kibirlendin, Kıskandın.
Elhasıl; biz kendimize gelmezsek mazaaallah bitme noktamız çok yakın bir gelecek gibi geliyor, dünyayı kasıp kavuran, ülkemizi kasıp kavuran külli musibetler (Deprem-Sel -yangın..gibi) şu halimize hüzünlü bir misal değilmi..?…aman dikkat…

Mehmet Kanmaz

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...