Çarşamba, 09 Ocak 2008 13:46

İSİMSİZ KAHRAMANLAR

İSİMSİZ KAHRAMANLAR
 
1989 Yılında askeri gemilerle henüz dağılmamış olan Sovyetler Birliğine gitmiştik. I. Dünya Savaşına girmemize neden olan Sivastopol Bombardımanından 75 yıl sonra iki savaş gemisi bu sefer dostluk ziyareti için aynı limana gelmişti.
Gemilerden topladığımız askerlerle bir tören takımı çıkardık, Panorama denilen bir yerde merasim ve tören geçişi yaptık. Ben silah bölümü subayı olduğum için (hani atış yaptırıyoruz tüfek taşıyoruz ya, merasimi de bizim yapmamız gerekiyormuş) merasim takımı komutanı olmuştum.
Ülkemizdeki merasimlerden farklıydı zira“meçhul asker” anıtı denilen bir yerde tören yapmıştık. Hâlbuki ülkemizde törenler ilk cumhurbaşkanının heykeli önünde yapılır. Burada bir sütun vardı ve altında da ateş yakmışlardı. Konuşmalarda törenin ülkeleri adına savaşmış ve adı şanı bilinmeyen askerler adına yapıldığı ifade edilmişti.
Gerçi dünyanın neredeyse birçok ülkesinde törenler meçhul asker anıtları çevresinde ve onlara atfen yapılır. Fakat dediğim gibi Sovyetler hala yıkılmamış, komünizm ise devletin rejimi olarak devam ediyordu. Buna rağmen isimsiz kahramanları anmayı ihmal etmiyorlardı.
Benim anlatacağım isimsiz kahramanlar ise son yıllarda yaşamış olan bir kısım Türk askerleri. Herhangi bir savaş olmadığı ve silahlı çatışmada şehit düşmedikleri halde onlar birer kahramandırlar.    
Zira onlar askerlik mesleğini en başarılı şekilde icra ediyorlardı. PKK’lılarla girilen çatışmalarda onları en ön saflarda görüyorduk. Başarıları nedeniyle sık sık madalya ve ödül almışlardı. Sicilleri de yüksekti. Bir çoğu üst üste tam sicil notu aldığı için erken terfi etme hakkı dahi kazanmıştı.
Fakat bir konuda devletin yöneticileri ve komutanları ile anlaşamamışlardı. Onlardan eşlerinin başlarını açmaları isteniyordu. Hiçbir onurlu Türk evladının yapamayacağı bu davranışı yapmadıkları takdirde rütbesi ve başarılarına bakılmaksızın ordudan atılacakları söyleniyordu.
Fakat eşlerine hakaret olarak gördükleri böyle bir davranışı nasıl yapacaklardı. Ölür de böyle bir şeyi söyleyemezdiler. Nitekim öyle de oldu bu değerli askerler başarılarına bakılmaksızın sadece eşleri başörtülü oldukları için YAŞ kararları ile resen emekli edildiler.
Çetin bir durumla karşılaşmışlardı zira askerlikten başka bir şey düşünmedikleri için ellerinde geçerli bir akçe olacak olan bir işleri yoktu. Onlar asker olarak yani ülke savunması için yetişmişlerdi. Tüccarlıktan, çiftçilikten anlamazlardı ki!
Ülke insanları Sünni-İslam geleneğinden geldiği için yapılan haksızlıklara karşı gelemiyordu. Çünkü geleneklerinde “ulul emre itaat farzdı” Komutanlar devlet yöneticileri ne yaparsa yapsınlar, uymayı zorunluluk olarak görüyorlardı. Bütün siyasal partiler aynı yöntemi benimsemişti. İçleri yansa da madem devlet böyle istemiş kadere boyun eğmek gerektiğini söylüyorlardı.
İşte isimsiz kahramanlar böyle trajik bir durumda dahi kendilerine yakışan davranışı yaptılar. Bazılarının beklediği gibi şiddete yol açmadan müspet hareket ederek haksızlıklara karşı çıkmaya çalıştılar.
Bir araya gelerek önce açıkta kalan binlerce askere iş ve aş bulmaya çalıştılar. İş ve aştan daha önemli olan kardeşliğin ve dostluğun güzel yönünü göstermeye çalıştılar. Bizlere, isyan etmeden haklarımızı meşru dairede aramamız gerektiğini anlattılar.
Bir dernek kurma fikrini ortaya atarak daha iyi bir dayanışma içinde olunabileceğini belki bu sayede dindar olduğu için şanlı ordumuzdan ayrılma olayının önüne geçilebileceğinden bahsettiler.
Nitekim birçok ilde benzer çalışmalar toplantılar yapıldı. Bu arada bazı dostlar iyi niyetle de olsa “devletle başa çıkılamayacağını, devletin her yerde adamları olduğunu, böyle bir hareketin başa bela olacağını ve hatta bulunduğumuz durumdan daha kötü durumlara düşeceğimizi” söylüyorlardı.
İsimsiz kahramanlar yapılan işin meşru dairede hak arama ve yanlışlıkları önlemeye çalışma gayreti olduğunu ifade ettiler. Elbette devlet binlerce subayın ordudan ayrıldıktan sonra başıboş bırakmayacak, elinden geldiği kadar takip ve kontrol etmek isteyecekti. Bundan doğal ne olabilirdi ki?
Asıl önemli olan şeyin kararlı olmak olduğunu ve küçük zorluklardan yılmamak gerektiğini anlattılar. Bizim en güçlü tarafımız haklı olmamızdı. Hatta ordudan ayırmak için mahkeme yolu çok basit olduğu halde devletin en yüksek kademedeki kişilerinin yer aldığı Askeri Şura ile karar alınıyordu. Silahlı kuvvetlerde “emre karşı geldin” diyerek disiplinsizlik ile ayırmak çok kolay olduğu halde ta Cumhurbaşkanı’nın imzasını alacak kadar zor bir yönteme başvuruluyordu. Demek ki iş öyle basit değildi. Zaten dindar olmayan birçok subay da yapılan davranışı onaylamıyor hatta ordudan ilişiği kesilecek subaylara “ne olur ya emekli olun ya da eşinizin başını açın” diye ricada bulunuyorlardı.
Hak kuvvette değildi, bilakis haklı olan kuvvetliydi. O halde bıkmadan usanmadan haksızlığı önlemek için mücadele etmek gerekiyordu.
Elbette devletle mücadele etmek kolay değildi. Askeri mahkemelerin yapamadığını sivil mahkemeler yapmaya başlamış zorunlu olarak emekli edilen subayların kamu kurumlarında çalışmasına engel olunmaya çalışılmıştı. Daha da ileri gidilerek 28 Şubat’ın militarist etkisi ile özel sektöre baskı yapılarak bu askerleri işe almamaları için baskı dahi yapılıyordu.
Halkımız tam bir şok içindeydi. Başörtüsü yüzünden subay ve astsubayların zorunlu emekli edilebileceğine asla inanmak istemiyorlardı. Yok, efendim işin içinde başka bir neden olmalıydı. Zira kendileri askerde iken şöyle namaz kılmış böyle oruç tutmuştu. Kimse dininden inancından dolayı aşağılanmamış bilakis takdir görmüştü.
Zaman geçtikçe halkımız da olayları fark etmeye başladı. Gerçektende “YAŞ kararı ile ordudan atılan subaylar doğru söylüyormuş” demeye başladılar. Orduevlerine lojmanlara ziyarete gittiklerinde, başörtülü diye geri gönderiliyorlardı. İş çığırından çıkmaya başlamıştı, bu sefer üniversitelere başörtülüleri almamaya başlamışlardı. Bazı siviller askerlerden de hızlı çıkmıştı. Kamu alanı diyerek her tarafa yasak koymaya kalktılar. Bir tanesi “camilerde kamu alanıdır buraya dahi yasak konmalıdır” dahi dedi.
İsimsiz kahramanlar hala müspet mücadelelerine devam ediyorlar. Yakmadan, yıkmadan sadece doğruların peşinden giderek millete faydalı olmaya çalışıyorlar. Milletimiz onların kim olduğunu bilmiyor. Bilmelerinin de önemi yok zaten “balık bilmezse Halık bilir” nasılsa. Vatanları için şehit düşmüş binlerce meçhul asker gibi onlarda isimleri ile anılmak yerine “Allah’ın rızasını kazanmanın daha önemli olduğunu” biliyorlar.
Evet, tahrip kolaydır, bir bina belki bir senede yapılıştır ama bir kibrit bir anda küle çevirir. Müspet (olumlu) iş yapmakta böylesine zordur. Yıllarca sebat ederek uğraşmak gerekir. Hatta dostlar iyi niyetle bile engel olmaya çalışırlar. Onları dahi incitmeden doğruları söylemek gerekir. Dernek faaliyetlerine sırf işinden dolayı zarar gelebilir endişesi ile katılamayan o kadar çok arkadaşımız var ki. Her ne olursa olsun onarma ve tamircilik mesleğine devam etmek zor da olsa gereklidir vesselam… 
Son Düzenlenme Çarşamba, 09 Ocak 2008 13:48
Vehbi Horasanlı

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...