“Orgeneral Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı Karargahı’nda Kazım Karabekir için düzenlenen özel anma töreninde konuştu.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Balyoz darbe planı iddialarıyla ilgili olarak, “Yanlış bilgi felakettir, hakikat aranmalı” dedi. “Allah Allah diye taarruz eden ordu camiye bomba koyar mı?” diye soran Orgeneral Başbuğ, “Türk ordusunun da bir sabrı var” şeklinde konuştu.” (Basından)
Allah Allah diye taarruz eden ordu camiye bomba koyar mı? Bu sorunu cevabını ben bilemem.
Ama Allah Allah diye taarruz eden orduda subay eşi olarak yaşadıklarını kendi bloğunda(1) yazan Nurgül Aylin hanımefendinin yazısını aynen aşağıya aldım.05.03.2010
Nurettin YAVUZ
'Ya atılırsınız ya da ezilirsiniz' yıldırma politikası ile bizleri bezdirdiler. YAŞ kararı ile ordudan atılan birçok meslektaşımızı biliyor ve son birkaç gündür basında çıkan yazıları ile de tekrar yaşananları hatırlıyoruz.
''Hatırlıyoruz'' kelimesini kullanıyorum çünkü üzerini örttük. Sıkıntılı ve baskılı bir yaşamdan sivil hayata geçip hem istediğimizi yapabilme özgürlüğüne kavuşabilme hem de adaptasyon sürecini atlatabilmek için yaşadıklarımızın üstünü örtmemiz gerekiyordu.
Ben de bir subay eşi olarak orduda görev yaptığımız süreç boyunca verdiğimiz mücadeleyi sizlerle paylaşmak istedim.
''MÜCADELE AMA NİYE, MÜCADELE AMA NEYE''
Bunun tam adını koyamadık. Müslüman bir ülke olan Türkiye'de hayata gözlerimizi açtık. Dinimizin temel düsturlarını yerine getirmeye gayret sarf ettik.
Nüfus cüzdanlarımıza "Dini İslam" yazdırıp uygulamada engellendik.
Önümüze koyulan bu engelleri en yakınlarımıza, akrabalarımıza bile anlatamadık. Çünkü hariçteki gözler için ordu Peygamber Ocağı idi. Ordu namusumuzun bekçisi, Ordu toprağımızın bütünlüğünü sağlayan, Ordu bayrağımızı dalgalandıran idi. Bunların olabilmesi içinde İman Gücü en önemli unsur idi. Lakin dar görüşler, dar düşünceler, biz subay eşlerini çok üzdü, çok ağlattı.
Eşimle evliliğimizin ilk yıllarında beni yanında bulundurduğu her etkinlikte "ihtar" aldı. İkinci çocuğuma 6 aylık hamile iken sürgün olarak Sarıkamış'a gönderildik. Eşimin mesaideki ast ve üstleri ile olan, sürgün gönderilen bir subay olarak münasebetleri eve ister istemez yansıyordu.
Çok gençtik. Bu psikolojik baskıların üstesinden gelemiyorduk. Üçüncü çocuğumu kucağıma aldığım 1996 yılında ise üzerimizdeki baskılar daha da arttırıldı. İki çocuğumu evde bırakıp kardeşlerini sağlık ocağına aşıya götürüp eve geldiğimde, kapıdaki nöbetçi asker tarafından lojmana alınmadım. "Evde çocuklarım yalnız, kucağımdaki bebeğime aşı yapıldı. Ateşli, ağlıyor. Bırakın evime gideyim" dediğimde ''Emir aldık, başörtülü kimseyi içeriye almayacağız'' dendi.
'YA ATTILAR, YA EZDİLER YA DA YILDIRIP BIKTIRIP BAŞÖRTÜLERİMİZİ ELİMİZDEN ALDILAR
Her zaman örtülü subay eşlerini zora koşturdular. Hertürlü etkinlikte bizler daha çok çalıştırıldık. Buna rağmen üstlerimizden takdir görmediğimiz gibi astlarımızdan da saygı ve hürmet görmedik. Çünkü biz ''başı örtülü subay eşleri" idik.
Ruhen sarsıldığımız bu yıllarda İmanımızı kaybetme yada elimizden bırakmama mücadelesi içerisinde iken çocuklarımıza dini ve ahlaki düsturları tam veremedik. Ben şahsen çocuklarıma her zaman ''evde annem babam namaz kılıyor diye kimseye birşey söylemeyin'' der tembihte bulunurdum. Elimdeki Kur'an-ı kapı çalınınca hemen kaldırıp, kapıyı öyle açardım. Bunları gören çocuklarımız kötü birşey mi yapıyoruz, iyi birşey mi yapıyoruz algılayamadan büyüdüler. Bu kadar ezilip bu kadar üzülmemize rağmen eşimin üniformasını hiç kaldırmadım. Gardropu her açtığımızda görebileceğimiz gibi astık. Babamızın "hiçe sayılan" başarılarıyla biz gururlandık.
Ordumuz sonsuza kadar var olsun. Yapılan yanlışlar bu kadarla kalsın.05-03-2010
Nurgül Aylin İÇLİARDIÇ
(1) http://firaktanvuslata.blogspot.com/2010/03/ben-de-bunlar-yasadm.html