Uyarı

JUser: :_load: 989 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.
Cuma, 05 Mart 2021 10:49

Osmanlı’dan Bugüne Derin Devlet Tecrübeleri ve Siyasî Körlükler -2-

 

Birinci bölümde Kurtarıcı beklentisinin kültürel köklerinden söz etmiştim bu bölümde, gerçek yaşama etkisi, siyasi körlüğe neden olması konularına girmeye çalışacağım.

 

Bazı tarihi olgular ve zamanın ruhu

Osmanlının son dönemi tam bir politik sosyopsikoloji laboratuvarı gibidir.

Sultan Abdülhamid’in 30 yılı aşan çok zor döneminde çok başarılı bir hakimiyet dönemi, ama zamanın ruhunun baskılaması ile oluşan, Fransız devrimi sloganları ile ifade edilen genç kuşakların sesinin yükselmesi ve “Hürriyet, Uhuvvet, Müsavat, Adalet” söylemleri ile gelen değişim ihtiyacı ve talebi. Bu ihtiyacı gören akıllı lider Sultan Abdülhamid’in Meşrutiyetin ilan etmesi.

 

İstenen Şeriat mı Saltanat mı?

Bir yıl geçmeden toplumunda karşıt seslerin yükselmesi, saltanat taleplerin “Şeriat isteriz” adıyla dillendirilmesi. Geleneği geleceğe direnmesi ve bundan istifade eden derin yapıların devreye girmesi. 13 gün süren 31 Mart ayaklanmasının olması, Selimiye’de büyük bir güç olduğu halde bastırma çabasının olmaması hatta İngiliz Kemal diye bilen bugünkü İngiltere Başbakanı Boris Johnson’un dedesinin Sadrazam olması. İstanbul Medeniyet Üniversitesinden Tarihçi Prof. Ali Aslan’ın tespitine göre İngilizlerin Mısır ve Hindistan’ında meclis kurulmasına referans olacağı kaygısı ve hakimiyetlerini zorlaştıracağı endişesi ile İngilizlerin meşrutiyeti istememeleri ve Osmanlı Derin Devletinin karışıklığı desteklemesi.

 

Dini gerekçelerle Meşrutiyeti destekleyen Özgürlükçü fikirleri savunan ve zehirlenerek 1914 de öldürülen Filibeli Ahmet Hilmi, Fikirleri nedeniyle akıl hastanesine sevk edilen ve Cumhuriyet döneminde de sürgünlerde yaşayan Said Nursi ve fikirleri nedeniyle gördüğü baskıdan Mısır’a göç eden Mehmet Akif gibi sınırlı kişilerin seslerinin zayıf kalması ve tesirinin olmaması nihayetinde anlaşılmamaları gerçeklerini bilmeden yakın tarihimizi anlayamayız.

 

Sonuçta zamanın ruhunu yakalayan Meşrutiyeti savunan güçlerin Selanik tarafından toplama bir ordu ile İstanbul’a gelip Sultan Abdülhamid’i sorumlu tutarak Meşruti monarşiye geçiş yapmaları.  Ordunun siyasileşmesi ve Balkan yenilgileri, Mahmut Şevket paşanın başarısızlığı ve öldürülmesi ile 3-4 sene sonra devlet tecrübesi olmayan İttihatçı kuşağın liderliği ele geçirerek Cihan Devletinin hazin sonunu hazırlamaları.

Gerçek liderlik tahmin edilebilirliktedir

Karar vericilerin sosyolojik eğilimleri dikkate almaması, zamanın getirdiklerini görmemesi ve halk üzerinde istihbarî operasyonlardan başka yöntemi görmemesi o dönemin kırılmalarında büyük rol oynadı.

 

Darbe ve karşı darbe imkân kabiliyetlerinin hesaplanmaması bütün hesabı bozdu. Devlet-i Aliye iyi niyet ve çok çalışma ile korunamadı. Gerçek liderlik tahmin edilebilirlik becerisindedir. Bu yetenek yoksa olaylar sizi yönetir, varsa siz olayları yönetirsiniz. 31 Mart olaylarını planlayan Osmanlı liderlerinin niyetleri iyi idi ama sonuç cihan devletinin yıkılışı oldu. Şimdi olsa belki böyle bir işe girmezlerdi.

 

Psikohistorik bakış, geçmişten ders alıp geleceğe doğru bakmayı gerektirir. Sosyolojik eğilimlerin ve Hürriyet taleplerinin güç odaklı yaklaşımlar, otokrat yöntemler, otorite, baskı ve manipülasyonlar ile kontrol edileceğinin zannedilmesi karşıt tepkilerin artması sosyal kırılmalara neden oldu ve koca imparatorluğun dönüşmesi değil yıkılması gibi bir sonuca götürdü.

 

Tarihin tekerrür etmemesi için ders çıkaralım

Büyük Sultan’ın yetiştirdiği gençler önce onu, sonra Osmanlıyı tarihe gömdü. Bunlardan dersler çıkarırsak tarih tekerrür etmez.  Aslında tarih tekerrür etmiyor olaylar tekerrür ediyor.

 

Bugün büyük gizli servisler “Küresel Eğilimler” anketleri yaparak politikalarını belirliyorlar. Arap baharının manüple edilmesinde bu anketlerin gizli rolü dikkate alınmalı.

 

ABD Başkanı Trump’ın yüksek egosu nedeni ile toplumsal eğilimleri okuyamaması ile tarihi hata yapıp ABD nin yüz karası olan Kongre baskınına sebebiyet vermesi ve şimdi yargılanması önemlidir.

 

Bugüne ve Türkiye’ye gelirsek, bu coğrafyada darbe her zaman yakın ve makul tehdittir. Rahmetli Menderes  1960 kışında darbe hazırlığı var diyen  bütün uyarılara rağmen nizamiyedeki askeri göstererek “Bu Mehmetcik mi bana darbe yapacak?” demişti. Bir siyasi körlük örneği olarak not düşülmeli.

 

15 Temmuz 2016 öncesi darbe olması ile ilgili bütün imkân ve kabiliyetler vardı. Küresel güçler Türkiye derin devletini FETÖ üzerinden ele geçirmişlerdi. Türkiye’nin küreselci güçlerin kontrolü dışına çıkması içimizdeki eli harekete geçirdi, başarısız girişim oldu. Derin devlet davası olan Ergenekon davası ile zihinler uğraşırken derin devletin el değiştirdiği görülemedi ancak sosyolojik zemin uygun değildi halkın karşı darbe eğilimlerini okuyamayanlar kaybetti.

 

 ‘RAND Corporation’ son raporuna göre Türkiye ile ilgili olarak dört senaryo ileri sürülüyor;

1.      Ankara, NATO'ya bağlı ama ABD için zorlayıcı bir müttefik olarak bıçak sırtı siyasetle devam edebilir.

2.      Ankara, Atlantik ile Avrasya arasında bıçak sırtı bir denge siyaseti izlerken her an Avrasya’ya kayabilir

3.      Muhalefet ve/veya askerler iktidara gelebilir.

4.      Türkiye NATO'dan çıkabilir.

 

15 Temmuz’dan sonra darbeci kadrolaşmayı önleyen pek çok önlem alındı. RAND CORP. Raporunda söylenenler bazı önyargıları tahrik için söylenmiş olma ihtimali yüksek ancak burada kurmayca tutum en kötü senaryo için dahi plan yapabilmeyi gerektirir. Finansal darbe de dahil.

 

 

 

Derin devlet el değiştirdi mi?

Artık hem halkta hem de askeri bürokraside kuzey Atlantik ittifakına güven kalmadı. Dünyanın da sıklet noktası doğuya kaymaya başladı. Bu duruma paralel olarak 15 Temmuz ile derin devlet kuzey Atlantik ekseninden Avrasya eksenine kaymaya başladı görüşü makul bir şüphe olarak dikkati çekiyor. Özellikle Ergenekon davasında gördüğümüz gibi derin yapılar FETÖ örgütü eline geçmişti şimdi tekrar Avrasya’cı kadroların hakimiyeti mümkündür. Darbe yapma imkan ve kabiliyeti ancak bu kadrolarda vardır, bunu görmek gerekir.

 

Kaos olduğu zaman yahut 1909 da, 31 Mart gibi yapay veya şişirilmiş bir kaos oluşturulduğu zaman yeni derin devlet eğer Avrasya ekseninde kadrolaşıyorsa, yeni darbe artık Avrasya’cı bir darbe olma ihtimalini düşündürtüyor. 28 Şubat 1997 dönemi MGK genel sekreterinin açıkça Avrasyacılığı savunduğunu unutmayalım. Avrasyacı Genelkurmayın 2003 de başa çuval geçirme olayı ile uyarıldığını hatırlayalım.

 

Ordumuzda darbeci kadrolaşmaya en yakın kişilere darbe yapma imkân ve kabiliyeti vermek tarihi hata olacaktır. Şimdi içimizdeki diğer el Kuzey ve Uzak doğu elleri, hırsı olanları etkiyecek mi? Sahte vaatlere inanan kadrolar hata yapacak mı? Zaten bu millet demokrasi için riske girmeyi de başarabiliyor ama neden siviller tanka çıksın? Bugün ordumuzdaki darbeci kadrolaşmayı görmemek ve önlememek ‘cellatlarını’ görememekten farksızdır. 28 Şubat bin yıl sürecek diyen general haklı idi, darbecilik ölmez sadece uykuya yatar.

 

Eğitim sistemimiz ırkçı yetiştiriyor

Eğitim müfredatın ırkçı yetiştirdiği görüşü doğru, Osmanlı’nın yıkılışı ve Cumhuriyetin kuruluşu yıllarında  Ulusculuk yaygın ve kabul gören ideoloji iki. Mussolini, Hitler gibi örnekler ikinci dünya savaşı ile sorgulandı. 1948 de insan hakları evrensel beyannamesi imzalanarak ırkçılık şekilde de olsa savaş ve kavga sebebi olarak görüldü ve vazgeçildi. Bugün gelişmiş ülkelerin anayasasında ırkçılık ideolojisi yoktur. Biz savaşa girmedik ancak eğitim sistemimiz ırk üstünlüğünü çok sık vurguluyor, Güney Doğuda ilk orta okulda çocuklar resmi ideoloji ezberliyorlar ama lisede Kürt ırkçısı oluyorlar, bunu görmek gerekir. Aslında İttihat terakki geçiş döneminde Türk ırkçılığı yaptı, coğrafi bir Milliyetçilik yani Osmanlıcılık yapamadı, Irka dayalı milliyetçilik yaptı, bunun için farklı ırklar isyan etti. Çünkü o yıllarda bulaşıcı sosyal hastalık olarak ırk üstünlüğü kabul görüyordu. Darbelerde zaten halkı küçük gören psikoloji dikkat çekicidir.

 

 

31 Mart olayları bir darbe girişimi miydi?

Osmanlının geçiş döneminde   Abdülhamit sonrası ‘meşrutiyet-i meşrua’ görüşü kabul görmedi. Osmanlı derin devletinin Saltanatı geri getirmek için 31 Mart’ı düzenlediğini bilmek gerekir.  İngiliz Kemal olarak bilinen bu günkü İngiliz Başbakanı Boris Johnson’ın dedesinin Sadrazam olmasının rolünü tarihçiler aktarıyorlar. 10 gün süren ayaklanma, Selimiye de koskoca ordu var sessiz duruyor, Selanik’ten gelen toplama hareket ordusu 3 günde isyanı bastırıyor. Daha sonra kaos başladı ve 3 yıl sonra İttihad Terakki yönetime el koydu ama artık ok yaydan çıkmıştı.  Büyük Sultanın iyi niyetle yetiştirdiği gençler Osmanlıyı dağıttı. Türkiye için bugün benzer senaryoyu düşünenlerin varlığına dikkat çekmek istiyorum. Osmanlı derin devleti çok güçlü olduğu halde Meşrutiyeti askıya almayı neden başaramadı, çünkü zamanın ruhuna uygun değildi, toplumun beklenti ve ihtiyaçlarına uygun değildi. Zamanın ruhu “uhuvvet, müsavat, hürriyet ve adalet “ diyordu, sertleşme değil. Soğuk savaş sonrası dünya değişimi de bu yönde değil mi? İnsanlar özgürlükten vazgeçmemek için Pandemiye bile meydan okuyor

 

 

İslam uleması İslam dininin faşizme müsait olmadığını ilan etmeliler

Şu anda İran ve Suud yönetimleri dini faşizmin uygulama alanları ancak halklarını mutlu ettikleri söylenemez. İslam uleması İslam dininin faşizme müsait olmadığını ilan etmeliler. Yoksa bu ideolojiye inanan saltanat meraklılarının hevesi iç savaşa Türkiye’yi götürebilir. Şu anda da Türkiye de oyun oynuyorlar bir dini faşizm isteyenler yok diyemeyiz. Sosyal medyada  kışkırtıcı yayınlar çok dikkat çekiyor. Türkiye’yi Mısır gibi yapma telkinleri eski bir oyun. Dinî faşizm olarak tanımlanacak yönetimler şu anda İran ve Suud yönetimleridir. Bizde de halen çarşafı zorla giydirme korkusunu Türkiye’de bu yönetimler artırıyor.

 

 

Zaten faşizm yaklaşımı da Nebevi bir tarz değil, Allah Resulu Mekke den hicret etmiş ancak silaha sarılmamıştır. Cihadı maddi cihad olarak değil manevi cihat yani nefisle cihat büyük cihat olarak tanımlandığını hepimiz biliyoruz.  Silahla mücadele, fikrine güvenmeyenlerin yöntemidir ve Kur’an Hakikatlarının buna ihtiyacı da yoktur ve dahi Nebevi bir tarz da değildir. Özetle İslam faşizme müsait bir din değildir.  Cihadı silahlı cihad olarak savunanların ajan olma ihtimalleri çok yüksektir dikkat etmeliyiz. 28 Şubat’ta başarılamayan tahrik şimdi de başarılamamalı. Darbecilerin bu yeni oyununa gelmemeli Türkiye.

 

 

Siyasal körlük darbecileri görmemeye neden olur

Emevilerin islama verdiği zararı unutmayalım. İslam da faşizme müsait bir din değil  yani Zorla İslamlaştırma demek olan siyasal İslamcılık da Nebevi bir tarz değil. İslam’da  Barış esas savaş istisnadır ve savaşlar hep Medine civarında savunma savaşları şeklinde olmuştur. Silah dış düşmana karşı kullanılır, iç müdahalede devletin yanında olmak İslam hukukunun da gereğidir. Suriye’de bazı siyasal islamcı gruplar silaha sarıldı şimdiki durumu görüyoruz. Türkiye’yi Suriye gibi yapmak isteyen küresel güçlerin oyununa 15 Temmuz’da gelmedik şimdi de gelmemeliyiz. Müslümanlar için Hürriyet ortamı yeterli olmalıdır. Devletin yapacağı göreve talip olmak fitne sebebidir. Şu andaki ‘dinciler silahlı gizli ordu kuruyor’ dedikodularını ciddiye almamız gerekiyor. Bu evhamı gidermek toplumsal barış için gereklidir. Diğer taraftan Lideri kutsallaştıran doğu kültüründeki Batınî yorumlarının Mehdi beklentisinin liderlere hata yaptırttığını bilmekte bunu besleyen davranışlardan kaçınmakta fayda vardır.

Shakespeare’in bir replik; Birisine kral rolünde oyna diyorlar, o hiç oynamadım ki cevabını verince yönetmen “sen oyna, herkes sana gerçek kral gibi davranınca sen role kolayca girersin’ diyor. Hiçbir lider bu rolü satın almamalı.

 

Son söz olarak tarihten aldığımız derslerle geleceğe, doğru adımlarla ilerlemek başarı hırsı, hamaset veya cengaverlik duygusu ile değil akılla ve istişare ile olursa böylece siyasi körlük oluşmaz ve darbeci provokasyonlar görülebilir.

 

Son Düzenlenme Cuma, 05 Mart 2021 12:19
Prof.Dr. Nevzat Tarhan

Yönetim Kurulu Başkanı

www.nevzattarhan.com | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...