Cuma, 17 Ağustos 2012 11:09

28 Şubat Cuntacıların Kadrolaşma Süreci

28 Şubat, TSK'nın 'kadrolaşma süreci'dir. Kendi kadrolarını oluşturdular. Kendilerine, Baas Partisinin rejimi gibi bir rejim kurmayı hedeflediler.

28 Şubat sürecinde YAŞ kararlarıyla ordudan ihraç edilen Kurmay Binbaşı Kemal Şahin, konuştu. Şahin, “postmodern darbeyi “Cuntacıların kadrolaşma süreci” olarak değerlendirdi. Şahin, “Silahlı Kuvvetler o dönemde kendisi uydurduğu belgelerle masum pek çok kişiyi TSK' dan attı. Yaş kararlarıyla ihraç etti. Bir de baskı ve işkenceyle emeklilik süresini dolduranları emekliliğe zorladı. 28 Şubat TSK açısından tamamen ''kadrolaşma süreci''dir. Kendi kadrolarını oluşturdular. Kendilerine, Suriye'deki Baas Partisinin rejimi gibi bir rejim kurmayı hedeflediler” dedi.

İşte o röportaj:

-28 Şubat döneminde Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK)  sürdürülen ''cadı avı'' uygulamaları nelerdi?

Silahlı Kuvvetler o dönemde kendisi uydurduğu belgelerle masum pek çok kişiyi TSK' dan attı. Yaş kararlarıyla ihraç etti. Bir de baskı ve işkenceyle emeklilik süresini dolduranları emekliliğe zorladı. 28 Şubat TSK açısından tamamen ''kadrolaşma süreci''dir. Kendi kadrolarını oluşturdular. Kendilerine, Suriye'deki Baas Partisinin rejimi gibi bir rejim kurmayı hedeflediler.

İNANILMAZ ZULÜMLER

- Yani TSK kendisine Baasçıları örnek alarak tasfiye hareketi mi başlattı?

Evet. Maalesef öyle oldu. Bu rejimde TSK içinde onlara mani olabilecek ''bizleri'' tasfiye ettiler. Sorguya aldılar; oralarda günlerce tuttular. Askeri ceza kanunları ve adli disiplin evleri falan farklıydı. Bir hukuk rejimi var ama hakkınızı nereye kadar arayabiliyorsunuz... Evden alıyorlar, tutukluyorlar ve günlerce sizi orada tutuyorlar; eşinizin bile haberi olmuyor, nerede olduğunuzu bile bilmiyor! Bizi sorduklarında da ''görevde'' diyorlar. Ayrıca manevi işkencenin de haddi hesabı yok. İkamet ettiğiniz lojmanlardan sırf eşiniz ve/veya çocuklarınız baş örtülü olduğu için çıkarılma; çıkarmayla tehdit etme; toplantılara eşiniz baş örtülü geldiği için ona hakaretler, sözlü tacizler yapıldı. Yazılı tebligatlarla meydan okundu. Eşlerimiz modern kıyafet giymeye zorlandı. 1600'den fazla tasfiye edilen arkadaş var ve eminim ki hepsinin hikâyesinde farklı eziyet ve işkenceler vardır. 1990'lı yıllarda göz altına alınma, tutuklanma, sorguya çekme ve yanı sıra eski tip işkence metotları uygulandı; elektrik, dayak... Bir subayı, askere bile dövdürdüler. Bu kadar alçakça muamelelerde bulundular. Tasfiye etmenin birkaç yolu vardı; birincisi ayrılmaya zorlayarak, ikincisi de aslı astarı olmayan tutanaklar imzalatıp Yüksek Asker Şura (YAŞ)'da belgelediğini göstererek tasfiye nedeni yaratmaktı. Başka hiçbir şeye bakmadan Şura'daki asılsız dosyaya bakarak emekliliğe zorladılar.

SAHTE BELGELER İLE İŞLEM

-Uygulanan baskı ve dayatmaları asıl amacı ne idi?

TSK bu milletin çocuklarından oluşur ve her dinden, her yöreden insanları içinde barındırır. Yani TSK' da bir denge mevcuttu. Ama 28 Şubat sürecinde at başını ulusalcı Alevilerin çektiği bir kadrolaşma oldu. Hedef tamamen tasfiye; yıldırıp istifa ettirme ya da bir belge oluşturup ihraç etmekti. Benim dosyam biraz farklıydı. İlk zamanlar bir yerle ilişkilendirmek için belge edinmeye ve ifadede ikrar ettirmeye çalıştılar. 1997 - 98' den sonra bunlara bile ihtiyaç duymadılar. Herhangi bir A-4 kağıdının üzerine ' Belgedir, evine yaptığım ziyarette eşinin baş örtülü olduğu görülmüştür. Kurmay Albay Halil Helvacıoğlu!'' şeklinde oluşturulmuş bir belge benim ihraç edilmeme neden oldu. Hiçbir hukuki değeri olmayan bir belgedir. Dünya'da buna benzer başka belge oluşturma yöntemi yoktur. Daha sonralarda maddi delil elde etmeye de gerek kalmadı. MİT'ten şöyle bir uyarı geliyor, mesela ''Yusuf Değirmenci, menzil cemaatine mensuptur. Pursaklara -Pursaklar da bu cemaatin uygulamaları vardı- gidip gelir. Hatmelerine katılır'' gibi uydurma bilgi akışı yapıldı. Aslında bu arkadaş başka bir cemaate mensuptu. Böyle yanlış bilgilerle arkadaşlarımız TSK' dan atıldı. Yıllarca devam edildi... Açıkça İslam ile mücadele edildi.

OYUNLAR 2002’DEN SONRA BOZULDU

-28 Şubat'ta amaçlanan hedefe ulaşıldı mı?

2002 yılına kadar başarılı oldular. TSK' dan 1600 kişiden fazla kişi atıldı. Eğer Silahlı Kuvvetlerin bugün Doğu'da ve Güneydoğu'da başarı zafiyeti varsa, TSK' dan tasfiyelerden dolayıdır. Sadece tasfiye de yapılmadı; 10 bin kişi civarında da emekliliğe zorlandı. Bu vatanın subayı, astsubayıydı bu insanlar. Silahlı Kuvvetler bu kadrolardan şu an mahrum durumundalar. Onların açısından başarılı olundu mu? 2002'de Ak Partinin hükümete gelmesiyle her şey tersine döndü. Ergenekon ve diğer darbe planlarıyla dört nala giderken oyunları bozuldu. MHP'nin seçim kararı almasıyla hükümet dağıldı ve Ak Parti tek başına iktidar oldu. Eğer bir kaç sene daha onlar bu ''zulüm düzenini'' devam ettirselerdi, Türkiye iç savaşa sürüklenebilirdi, belki bugünkü Suriye gibi de olabilirdi. İddialı bir söz söylersek  ''Osmanlı'da Türk birliğini yeniden kuran Çelebi Mehmet gibi, Tayyip Erdoğan da Türkiye'nin milli birliğini yeniden kurmuştur.” Türkiye'deki darbe planlarını hatırlarsak, Hava Kuvvetlerini savaşa sokacaklardı; Türk uçağını düşürüp Yunan düşürdü süsü vereceklerdi; cami bombalayacaktı. Buna benzer olaylar zaten oldu. Hatırlarsanız Anafartalar çarşısı bombalanmıştı. Neden oldu? Kargaşa çıkarıp, Erdoğan'ı zorda bırakacaklardı. Yüzler binler ölmüş umurlarında değildi. Faaliyetlerini gerçekleştirebilmeleri için 'bulanık su' olmalıydı.

Allah'a şükür başarıya ulaşamadı. Ak Parti seçimle devreye girmeseydi durmadan yollarına devam edeceklerdi. Uzun vadeli ve sosyolojik bir analiz yaparsak eğer, 28 Şubat'ın başarılı olma olasılığı zaten yoktu. İç savaş çıkabilirdi. Türk insanı demokrasinin tadını almış, demokratik katılımı yaşamıştır. Hatta Atatürk'ten bu yana sandığa gidiyoruz. Ama Arap Halkında böyle bir tecrübe olmadığı için Mısır'ı, Tunus'u, Libya'yı vs baskı altında tutamadılar. Türk insanını asla tutamazlar. İranlılar der ki '' Çanak antenin olduğu bir ülke olan Rusya'yı neden bir arada tutamadılar?'' Globalleşen dünyada bir toplumun içinde kendi dilinden başka dil bilen pek çok insan vardır ve uydu gibi sistemlerle olup bitenden haberdar olmak daha da kolaylaştığı için insanları kandırmak o kadar kolay değildir. Onlar bundan vazgeçerler miydi? Ülkeyi paramparça edecek tarzda savaşa sokarlardı. Onlara göre bu vatanseverlikti. İsimleri bile ''Ergenekon''. İktidar, yanlış yolda ilerlese bile sandık milletin önüne konulduğunda sürece korkulmamalıdır. Ben 1983 yılından beri oy kullanıyorum, halkın hiç yanlış karar verdiğini görmedim. Seçimlerden sonra sonuçları düşünüp tarttığınız zaman yanlış sonuç olmadığını anlayabiliyorsunuz.

TASFİYE PLANINI BÇG YAPTI

-Batı Çalışma Grubu (BÇG)'nu bize biraz anlatabilir misiniz?

Çalışma grupları silahlı kuvvetlerde resmi kadrolaşmanın dışında oluşan görevleri yerine getir. Nedir bunlar? Diyelim ki istihbarat başkanlığı, lojistik başkanlığı, personel başkanlığı ve harekat başkanlığı var. Her başkanlığı şubesi var. Oralarda görev yapan subay ve astsubaylar var. Bu başkanlıklar kendi işlerini tek başlarına halledebilirler ancak bazı durumlarda birkaç başkanlık bir arada görev yapmak durumunda kalır. Bazı konular birden çok grubu ilgilendirdiği için bu gruplara ''çalışma grubu'' denir. Batı Çalışma Grubu'nu kurmak suç değildir aslında. Ama yaptığı iş yasak… Türkiye Cumhuriyetinin siyasi idaresini değiştirmek, yönlendirmek için öncelikle kendi içindeki bizleri tasfiye etmek için TSK' da ciddi çalışma yürüttü. Yukarıda bahsettiğim bütün tasfiye faaliyetlerini BÇG yaptı. Kimin eşi baş örtülü, kiminin babası - dedesi sakallı diye yapıldı bütün bunlar. Rahmetli Hami Dayı akademide okurken bizi ziyarete gelmişti. Nizamiye'de sırf sakallı olduğu için ona zorluk çıkardılar. Bunun dışında birinci dereceden akrabanın dışında da İslami bir simge görseler hemen delil olarak sunuyorlardı. Daha da şaşırtıcısı sokaktaki kokoreççiye de bu tarz muamele yaptılar. Askeriye'nin dışındaki halka da bu tarz uygulamalar yapılması toplumsal kökenli de bir baskının olduğunu gösterir. Ayrıca kamu görevlilerini de fişlemelere maruz kaldı. Her kurumda ulusalcı Alevi yapılanması var ve dolayısıyla uzantıları vardı. Aleviliği kullanarak onu idealize ettiler. Maddi çıkarları uğruna dinlerini bile kullandılar.

EŞİ DE İHRAÇ EDİLMİŞ

-Türk- İslam geleneğini yaşatmaya çalışan herkesi fişlediler gibi bir argüman üretebilir miyiz?

Aslında evet. Onları ekarte ederek hatta '' Balyoz'' planında yayınlanmıştı; onları toplayıp büyük statlarda imha etmeye çalıştılar. Onların anlayışında Türkiye'de 20 milyon insan ölmüş umurlarında değildi. BÇG' nin ikinci yüzü millete dönüktü. Kamu görevlilerini ki özellikle o dönemde baş örtülü öğretmenleri ihya ettiler. İmam Hatip Liselerinde başörtülü öğretmenler vardı. Özal döneminde böyle bir kolaylık sağlanmıştı. Benim eşim de onlardan biriydi.

PARANOYA ÜRETTİLER

-Kurumsal değişiklik de yapıldı mı?

Ona gerek yok. Yani bir Genel Müdürünü değiştirdiğiniz de o da yardımcılarını değiştirir ve bu hiyerarşik düzen bu şekilde devam eder. Bu durum çok yaşandı. Mesela bir Bakan'ı atadınız; o da Müsteşarını atadı ve kadro tepeden aşağı komple değişti. Hattı zatında onların yıllardır kadroları mevcuttu. Özal ve Erbakan zamanında kadroların bir kısmı el değiştirmişti. TSK' da bunu fark etmediler. Bizim silahlı kuvvetlere girme nedenimiz özel yetiştirilerek ajan olarak sızma şeklinde olamazdı. Ben köy çocuğuyum ve Subay olmam da tevafuk oldu. Bana da ne bir tarikat ne bir cemaat ne de bir kişi asker ol ve silahlı kuvvetlere sız demedi. Kafalarında bizim onlara komplo kurduğumuzu tasavvur ettiler. Bütün dünya da insanlar dine yöneliyor. Türkiye'nin de dindarlaşması Dünya konjonktüründen farklı değildi. O dönemde Harp Okullarına veya herhangi bir okula hiçbir ayrım gözetilmeksizin fiziki ve ilmi yeterliliklerine bakılarak öğrenci alımı yapılırdı. Bizler silahlı kuvvetlere birer ajan veya provokatör olarak girmedik. Ergenekon, 28 Şubat ve BÇG zihniyeti bu doğallığı göremediler.

İSLAM’I TEHLİKE OLARAK GÖRDÜLER

Halkın dine yönelmesini her kademede konumlarına tehdit olarak algıladılar. Sokaktaki seyyar satıcıdan Askeriye'deki subaya kadar, herhangi bir devlet memurundan öğretmenine kadar her kesimden insanı tasfiye ettiler. Öğretmeni neden tasfiye ettiler? Çünkü baş örtülü bir öğretmen herhangi bir söz etmeden kıyafetiyle ya da erkek öğretmen de İslam dinin terbiyesiyle bezenmişse bile lisan-ı haliyle, duruşuyla, giyimiyle, fedakarlığıyla örnek olacaktı. Bunu istemediler. İmam Hatip Liselerine o dönemde Anadolu Liseleri gibi sınavla giriliyordu. En yüksek puanlar İmam Hatiplerindi. Hiç unutmuyorum Kadıköy İmam Hatip Lisesi Türkiye birincisi çıkarmaya başladı. Türkiye'nin en başarılı öğrencilerinin dindar yetişti ve bunlar üniversitelerde katsayı problemi olmadığı için istedikleri yerlere yerleştiler. Doktor, savcı, hakim, asker, polis, mühendis ve kaymakam oldular. Esnaf ve sanatkar oldular. İlk zamanlarda ''bırakın bunlar İmam Hatiplerde okusunlar ve hademe olsunlar'' mantığıyla izin verdiler. Ama tehdit bu öğrencilerle oluştu; karşınızdaki halk top yekun dindarlaştı. Bunun önü kesilmek istendi.

SANAL KORKULAR

-Korkunun ana kaynağı neydi?

Bakın BÇG' nin yargı ve basın mensuplarına verdiği brifing vardı. O metinde diyelim 2000 yılında İmam Hatip'ten şu kadar mezun olacak, 2005 yılında şu kadar mezun olacak; 2005'te 2000 yılında mezun olanlar evlenecek ve çocukları şu kadar olacak bunlardan 2010 yılında şu kadar seçmen olacak gibi sosyal projeksiyonlar yaptılar. 2005 yılında yüzde 60 seçmen İmam Hatip mezunu ve orta okul mezunu veya Kur’an Kursu mezunu olacak. 2010 yılında Refah Partisinin yüzde 60 seçmeninin olma ihtimali vardı. Onların şapkasını giydiğin zaman sen de korkarsın bu gelişmelerden. Bu vatan için onların gözünden baksanız siz de böyle şeyler yapabilirsiniz. Hatta ben onlardan muhatap olduklarıma şöyle diyordum: '' Ben olsam daha dehşetini yapardım.''  Bizim pratiğimizde, bu topraklarda tolerans, hoşgörü, kim olursa olsun bir arada yaşama kültürü vardı. Bunu Cumhuriyet rejimi ile halk unuttu. Şimdi halk korkuyor ve aynı korku Aleviler üzerinde uygulanıyor. Kürtlere yıllardan beri bu korku veriliyor. Bu ve benzeri korkularla fitne fesat çıkarılıyor. O korku onlarda haksız yere oluşmadı. Cumhuriyet ilk 50 yılında milli devlet olmak için, tek millet olmak için baskı, asimilasyon almış başını gitmişti. Bu korkunun kaynağı da budur.

Röportaj: Sema Bayram/Milat

Son Düzenlenme Cuma, 17 Ağustos 2012 11:25
ASDER Genel Merkezi

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...