Çarşamba, 06 Şubat 2013 13:12

ASDER Genel Başkanı ve üyelerinin TBMM.Darbeleri Araştırma Komisyonuna verdiği beyanlar… Tutanaklar …

T B M M Tutanak Hizmetleri Başkanlığı

Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45 Tarih : 19.10.2012 Grup : Lale

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekillerim, değerli Hocam hoş geldiniz.

Kısaca Komisyonumuzun görev alanıyla ilgili sizi bilgilendireyim daha sonra da hem kendinizi tanıtıp hem de sunumunuzu yaparsınız.

Ülkemizde, demokrasiye müdahale eden tüm darbe ve muhtıralar ile demokrasiyi işlevsiz kılan diğer bütün girişim ve süreçlerin tüm boyutlarıyla araştırılarak alınması gereken tedbirlerin neler olduğu, bunlarla ilgili bir daha Türkiye’nin darbe sözcüğüyle karşılaşmaması ve milletin ve devletin bu tür şeylerle muhatap olmaması için alınması gereken tedbirler nelerse bunlar üzerinde o dönemin şahitlerini ve mağdurlarını fiilen yaşayanlar ve tüm toplumun ileri gelenlerini tek tek dinliyoruz. Gazeteciler, basın mensupları, sizin gibi STK’lar ve temsilciler ve bu işin sıkıntısını çeken arkadaşlar kimlerse, o döneme ait tüm tanıklarımızla burada bilgilerine başvuruyoruz.

Bugün, daha çok bu işten zarar gören, mağdur olan ve o döneme ait şahitliklerini önemsediğimiz kurum ve şahısları davet ettik. Sizden sonra da Önder’i dinleyeceğiz. Bu münasebetle, bizim Komisyonumuz bir yargısal görev yapmıyor daha çok bilgilendirerek, Meclise sunacağımız raporun öneriler kısmında Türkiye’de ne tip tedbirler alınması gerekir, bu tedbirlerle yaşanan olaylarla bağlantılı olarak örnekleştirerek Meclise aktaracağız. Onun için sizlerin söyleyeceklerini önemsiyoruz.

Ben, buradaki arkadaşlarımı sizlere tanıtayım, Feyzullah Kıyıklık İstanbul milletvekili,AK PARTİ. İdris Şahin Bey, Çankırı milletvekili, Komisyonumuzun Sözcüsü. Burada CHP ve MHP’den de arkadaşlarımız vardı, onlar gelirse onları da sizlere tanıtırım. Şimdilik benim sizlere aktaracağım genel konu bu. Sizlere, özellikle kayıtlara geçmesi bakımından bir özgeçmişinizle başlarsanız, sunumunuzu da yapasınız, daha sonra sorularımızı da sizlerle paylaşırız.

Buyurun Hocam.

NEVZAT TARHAN  – Benim ismim Nevzat Tarhan, psikiyatri profesörüyüm. 1952 Merzifon doğumluyum. 14 yaşında Kuleli Askerî Lisesine girdim, 96 yılında  -30 yıllık görevden sonra- emekli oldum, daha doğrusu emekli olmak zorunda kaldım. Kıdemli Albay rütbesiyle, doçenttim o zaman. Şu anda da Üsküdar Üniversitesi Rektörlüğünü yapıyorum.

Şu anda ben Adaleti Savunanlar Derneği olarak 2000 yılında kurulmuş olan STK olarak, sivil toplum örgütü olarak o dönemde haksızlığa uğramış, mağdur olmuş kişilerin kurduğu, çoğunluğu asker kökenli, subay, astsubayların kurduğu bir dernek. Bu dernek 2000 yılında kuruldu, 2000 yılında kurulduktan sonra ilk 2004 yılında, sizlere sunduğumuz “Ben Disiplinsiz Değilim” isimli kitabi yayınladı. Bu kitap da yirminin üzerinde subay, astsubay o dönemde uğradığı haksızlıkla ilgili, mağduriyetle ilgili özgeçmişlerini yazdı. O kitap, ilk yayınlarımızdan birisi yani toplumda zihinsel dönüşüm yapılması gerekiyordu.

Bizim gördüğümüz yani darbe ideolojisine karşı içselleştirilmiş, doğal kabul eden yani darbeyi bir problem olarak görmeyen bir anlayış vardı toplumda, bu anlayışın değiştirilmesi gerekir. ASDER olarak, bizim Adaleti Savunanlar Derneği olarak birinci hedefimiz buydu yani zihinsel dönüşüm olmadan toplumsal dönüşüm olmaz, toplumsal dönüşüm olmadan da siyasal dönüşüm olmaz, bu nedenle de bu teorik temelden başlamak gerek diye düşündük. Dernek olarak, bununla ilgili kitaplar yayınladık hatta “Mahzun Madalya” diye 98’de çıkan ilk kitap var. O kitap da silahlı kuvvetlerde yapılan çeşitli sıra dışı uygulamalarla ilgili belki Türkiye’de ilk temas eden yayınlardan birisidir. Daha sonra, 2004’de “Ben Disiplinsiz Değilim” kitabı çıktı ve Adaleti Savunanlar Derneği o tarihten beri, yıllık 4 sayı olmak üzere dergi çıkarıyor. Bine yakın üyesi var, Türkiye’de dört yerde şubesi var, genel merkez İstanbul’da.

Şu an size ekte sunduğumuz Anayasa kitapçığı var. Geçen sene yılbaşında bu sene özellikle genelkurmay tasavvuru nasıl olmalı? Anayasa değişikliğinde askerî yapı nasıl olmalı? Onunla ilgili tekliflerimiz var. Ben bu arada sizin şahsınızda Meclise teşekkür etmek istiyorum. 6191 sayılı yasayı çıkardı, Yüksek Askerî Şura’dan mağdur olan 1550 civarında subay, astsubayın haklarının önemli bir kısmı iade edildi. Mağduriyeti devam eden harp okulu mezunları var, üçlü kararnameyle ilgili, mezun harp okulu öğrencileri vardı, silahlı kuvvetlerden uzaklaştırılan. Yine üçlü kararnameyle emekli edilenler var, onların haklarının iadesiyle ilgili yasa teklifi de yine elinizdeki eklerde var.

Bu derneğimiz bizim sivil toplum örgütü olarak… Danimarka’da 10 milyon nüfus var ama 30 milyon kişi dernek üyesi yani burada her kişi birkaç derneğe üye yani sivil toplum faaliyetinin, Türkiye’de de bütün dünyada da siyasetin sağlıklı işlemesinde yani Türkiye’yi yönetenlerin hata yapmaması için önemli yapılar olduğu, bunların bir yönetimin katılımcısı değil ortağı gibi hareket etmesi gerektiği bilinci içerisinde hareket ediyoruz ve bu nedenle yeni projeler üretiyoruz.

2005 yılında Türkiye’de biliyorsunuz o Balyoz planlarının yapıldığı dönemde, biz Ankara’da “Darbelerle yıkılan değerlerimiz” diye panel yaptık. 2009 yılında bu açılım, siyasi bölücülükle ilgili açılım olmadan önce biz Kürt ırkçılığıyla ilgili çalışmalar yaptık, bunları sunduk. Dinî değerler ve silahlı kuvvetlerle ilgili bir sempozyumumuz oldu 2010 yılında, bütün bunlar kitapçık olarak raporlar size sunuldu yani Adaleti Savunan Derneği olarak toplumda zihinsel dönüşüm yapılması için, insanların haksızlık karşısında susmaması için bir şeyler yapmamız gerektiğini düşündük ve 27 Mayıs’ta, biliyorsunuz Menderes bir gün sonra idam edildi. Bir gün sonra idam edilmesinin sebebi toplumda bir tepki olursa idamdan vazgeçeceklerdi. 100 kişi yürüse idamdan vazgeçeceklerdi hiç sivil bir tepki olmadığı için rahatlıkla Menderesin idamı konusunda o dönemki darbeciler cesaretle hareket ettiler.

Türkiye o dönemleri yaşamamalı ve bu durumda siyasetin desteklenmesi gerekir sivil toplum tarafından, bunun için sivil toplum örgütü olarak biz bunu sorumluluk olarak ele aldık. Darbe konusunda, darbeci ideolojiyle mücadele konusunda, silahlı kuvvetlerin içerisinde 12 Eylül döneminde üzerinde durulan işte “antikomünist” diyerek insanlar silahlı kuvvetlerden “komünist” diye tasfiye edildi. Komünist, antikomünist bloklaşması yapıldı. 28 Şubatta laik, antilaik bloklaşması yapıldı. Aslında bunun arkasında gözüken, eğer darbe yapılırsa bize karşı çıkabilecek kimler var diye düşünerek muhtemel potansiyel darbeye direnebilecek kişiler silahlı kuvvetler içerisinde ilk tasfiye edilen kişiler oldu. 27 Mayısta, ordunun üçte ikisine yakını emekliye sevk edildi, bu aynı durum 28 Şubatta da yaşandı biliyorsunuz.

Biz, bu nedenle bunu besleyen darbeci bir yapı var, darbeci bir damar var ve biz silahlı kuvvetlerin içerisinden geldiğimiz için şöyle bir yapılanma var, kontrolsüz unsurlar var silahlı kuvvetlerin içerisinde, bu kontrolsüz unsurlar emir komuta zinciri dışında çalışıyor ve bu Batı Çalışma Grubu olarak önümüze çıktı, kontrolsüz unsur. Hatta 28 Şubatta, 4 Şubatı 5 Şubata bağlayan gece tanklar Sincan’da yürüdü biliyorsunuz. O yürüme emrinin Genelkurmay Başkanına rağmen verildiği tarzında 21 Haziran 2004 tarihli Hürriyet gazetesinde Yener Süsoy’un röportajı var. Orada İzzettin İyigün Paşa bu Doğu Aktulga o zaman Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı Hikmet Köksal ve daha sonra Doğu Aktulga Paşa, İzzettin İyigün Paşa’yla telefon ediyor: “Sabah Sincan’da tankları yürütmeni istiyor.” diyor. Buz olduğu için 20 tank yürütebilmiş o ve sebep olarak da “Bunun yasalara uygun olmadığını biliyorsun, bir problem olursa sorumluluk sana ait.” diyor. O da tabii riski seven bir yapısı var hiç sormuyor, neden yürüteceğiz, ne yapacağız tarzında. 3-4 defa kendisine gazetedeki röportajdan, yalanlanmayan röportajdan öğrendiğimiz 3-4 defa “Sorumluluk sende.” diyor ve Hikmet Köksal Paşa katarakt ameliyatı oluyor, hastaneden telefon ediyor. Tankları, İzzettin Paşa Etimesgut’tan Sincan’a yürütmesini söylüyor ve biliyorsunuz bazı gazetelere haber veriliyor, “Sincan’da hareketlilik var, muhabirleri gönderin oraya.” tarzında, muhabirlerin oraya gittiği söyleniyor. Hatta sonradan bazı muhabirler haberi kaçırmış, tekrar tankların yürütüldüğü tarzında –eğer doğruysa- basına yansıyan haberler var. Bunların hepsinin planlı olduğunu fakat emir komuta zinciri dışında bir yapının bunu yaptığı ve bu emrin Hikmet Köksal tarafından verildiği basına yansıdı. Bu nedenle Hikmet Köksal, Doğu Aktulga ve o dönemdeki görevde olan Zırhlı Tugay Komutanı o dönemde İzzettin İyigün paşa Kara Kuvvetleri Eğitim Dairesi Başkanıydı, Etimesgut oraya bağlıydı eğitim birliği olduğu için. Bu kişiler hakkında savcıların muhakkak harekete geçmesi gerekir yani burada yorum üzerinden gitmek yerine, somut olaylar üzerinden gitmek gerekir. Yani plansız bir şekilde bir telefonla tankların şehir içerisinde hareket etmesi dünyanın hiçbir yerinde kabul edilebilir bir durum değil bu millet iradesinin yerine kendini koymaktır.

Milleten egemenliğine teslim olmayan bir zihniyet olduğu ve bunda kontrolsüz bir unsur olduğunu düşünmek gerekir. Bazıları şöyle söylüyor:” Artık darbe tehlikesi geçti yani niye darbe darbe diye söylüyorsunuz.” diye söyleniyor. Bu Osmanlı döneminde, düşünün Osmanlı padişahları, monarşi var, güçlü padişahlar yani kendine isyan edenleri hemen idam edebiliyorlar. O dönemde bile Osmanlı padişahlarının üçte biri isyan ve darbeye maruz kalmış yani Osmanlı gibi güçlü bir sistemde bile darbe olabildiğine göre yani Türkiye’de böyle bir şeyin olmamasını düşünmek komiklik olur, saflık olur. Bu nedenle darbe her an olabilecek gibi tedbirini almak gerekiyor. Kışa hazırlıklı olmak ama kışı beklememek tabii. Bu nedenle darbe konusunda duyarsızlaşmak, darbe yapmak isteyenlerin bir taktiğidir. Darbe olmaz, o tehlike geçti, hangi günde yaşıyoruz, tarzında…

Bu nedenle Meclisin bu araştırma  komisyonunu kurması, bu konuda bilinç oluşturulmasında, duyarlılık oluşturulmasında çok önemli. Biz, Adaleti Savunanlar Derneği olarak bu konuda çeşitli yayınlarımız, çalışmalarımız var.

Benim kendi şahsi, size sunduğum yazıda da belirttim, kendi şahsi hikayem var ondan bahsetmek istiyorum. GATA’da ben 6 Kasım 1996 yılında emekli olmak zorunda kaldım ama emekli olmadan önce 95 yılının Mayıs ayında Çorlu’da Sağlık Veteriner Şubeye doçentim, klinikte GATA Haydarpaşa’da benden başka öğretim üyesi yok yani yardımcı doçent var, uzmanlar var ama doçent yok. Tek doçent olduğum hâlde beni Çorlu Sağlık Veteriner Şubesine tayin ettiler. Ben Askerî Yüksek İdare Mahkemesine başvurdum. Göreve iade edildim, iade edildikten 3 ay sonra tekrar Çorlu’ya 5. Kolorduya tekrar tayinim çıktı. Tekrar mahkemeye başvurdum, mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi. Yürütmeyi durdurma kararı verdi ben bu arada GATA Haydarpaşa komutanı Tuğgeneral Çetin Harmankaya’ya konuştum:” Komutanım, tekrar tayinim çıktı ne diyorsunuz?” dedim. Bana dedi: “Nevzat, emir komuta zinciri dışında bir odak var. Bu odak sizi istemiyor” dedi.

“Kusurumuz neymiş?” deyince. “Sizin yaşam tarzınızı beğenmiyor.” dedi. Bunun üzerine artık benim, silahlı kuvvetlerin içerisinde böyle kontrolsüz bir unsur var, emir komuta zinciri dışında çalışıyor ve bu yaşam tarzımızı beğenmiyor, buna karşı benim tek başıma mücadele etmem imkânsız diye emekliliğim dolmuştu, emekliliğimi istedim.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Sizin yaşam tarzınızdan kasıtları ne?

NEVZAT TARHAN – Eşim tesettürlüydü yani o dönemde burada 6. ekte sunduğum bir madde var. Orada Kara Kuvvetleri Komutanının emriyle “Silahlı kuvvetlerdeki irticai unsurların temizlenmesi.” diye bir iç emir yayınlanmış, onu sundum size. Basına ilk defa yansıyor bu, elle yazılmış sadece sınırlı bir kopyayı daktilo edilip getirildi, burada çok güçlü bir belge, burada bütün yapılan fişlemeler, kimleri tehlike olarak görme, bir silahlı kuvvetler düşün, dostunu düşmanını karıştırmış.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri)  – Bunları anlatın Hocam kayıtlara  girdiği için,.bize vermiş olduğunuz evraklar kayıtlarda kalacak ama tutanaklara geçmesi açısından lütfen onları anlatırsanız.

Buyurun.

NEVZAT TARHAN – 6 numaralı belgede ek 6’da şöyle bilgi var. 9’uncu Kolordu Komutanı Erzurum, 19 Haziran 1995 tarihli kişiye özel bir yazı, irticai faaliyetlere katılan personel, 109’uncu Topçu Alay Komutanlığı, Susuzharman’a yazılmış bir yazı, bu yazı da Kara Kuvvetleri Komutanlığınca çeşitli kaynaklardan elde edilen bilgilerden tutun ve davranışlarıyla irticai görüşleri benimsemiş olabilecekleri konusunda teyide muhtaç duyumlar alınan personelin kimliği ilgi A ile birlikte gönderilmiş –o ilgi A, 3. Ordu Komutanlığının yazısı- bunları takip ve kontrol altında bulundurulması emredilmiştir.

Bu emre istinaden, birlik komutanlarınca gönderilen, bu gibi personellerin durumlarını belirten kanaat raporları ordu karargahında değerlendirilerek ilgi B ile Kara Kuvvetleri Komutanına arz edilmiştir. İrticai görüşleri benimseyen, bu maksatla faaliyette bulunan veya karışan personel konusunda kara kuvvetleri komutanlığından alınan son emir muvacehesinde söz konusu personelin değerlendirilmesi ve haklarında yapılacak işlemlerin esaslar dâhilinde yürütüleceği ilgi C ile birlikte bildirilmiştir. Bu kişilerin ortak özellikleri ek A’dadır. Ek A’da, burada, ek A- “İrticai faaliyette bulunan kişilerin ortak özellikleri” diye gözüküyor. Ek B’de “İrticai faaliyette bulunan kişilerin kategorilendirilmesi” deniyor. İrticai faaliyette bulanan ve aşırı dinci çevrelerle ilişkisi olan personel kategori grupları ek B’de, kategorilendirmeye alınacak kriterler ek C’de, A kategorisi için göz önüne alınacak kriterler ek D’dir. Bu gibi personelin takip ve kontrolünde görevlendirilmesine ve diğer işlemlerdeki birlik komutanınca alınacak tedbirler: “Birlikte güvenilir subay ve astsubaydan oluşan istihbarat şubeleri tesis edilecektir.”

Yani bu, Silahlı Kuvvetlerin içerisinde istihbarat yapısı var, farklı bir istihbarat yapısı oluşturuluyor.

“Kışlaların mescit, cami ve diğer hassas noktaları devamlı kontrol edilecektir.

Mesai çizelgesi takip, tatbik edilecektir.

Personelin eğitim dışı ve kontrolsüz kalmaları önlenecektir.

Ziyaret yerleri ve ziyaretçiler sıkı kontrol altında bulundurulacaktır.

Çağdaş olmayan kıyafetle personelin lojman, orduevleri, askerî gazinolar, misafirhanelere girmelerine, servis araçlarından istifade etmelerine müsaade edilmeyecektir.

Mesai saatleri içerisinde lojmanlı mıntıkaların faaliyetleri kontrol edilecektir.

Lojmanlar bölgesinde teamül ve geleneklerin dışındaki dinî toplantı, ayin gibi faaliyetlere müsaade edilmeyecektir.

Çağdaş olmayan kıyafet taşıyan ve/ile sahibinin yeterince tanınmasını önleyecek şekilde giyinmiş kıyafetle çekilmiş fotoğraflarla kimlik kartı ve sağlık fişi verilmeyecektir.

Görevlendirme, istihbarat kadroların sicil tanzimiyle görevler komutandan sonraki personel olarak görevlendirilecektir.

Kıtalara gönderilen öğretmen sınıfı subaylardan bu durumda olanlar eğitimde istihdam edilerek ikiz görev dahi olsa emir subaylığı, gazino subaylığı, inzibat subaylığı gibi görevlere verilmeyecektir.

Ayırma işlemleri Yüksek Askerî Şura’nın gündemini meşgul etmemek, spekülasyonlara sebep olmamak için ayrılmalarda, durulmalarda, belgelerde tevsik edilmemesi hâlinde Subay Sicil Yönetmeliği’nin ilgili maddeleri ayırma işleminde esas alınacaktır, 53 (e) maddesi kullanılmayacaktır.

Mümkün olanların TSK, Türk Silahlı Kuvvetlerine kazandırılmasına çalışılacaktır.

Ayırma işlemlerindeki belge ve bilgiler ayırma işlemini yeterince destekleyecektir.

Ayırma işlemi Subay, Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin sırasıyla 100, 154’üncü maddelerinin usulüne uygun yapılacaktır.

Disiplinsizlik, son rütbeye ait bilgiler belgelere tevsik edilecektir.

Belge tanzimi, belge ve bilgi temini tanziminde personelin ikaz ve cezalara rağmen ıslah olmaması, hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerin düzenleme de gösterilecektir.

Giderek ağırlaşan cezalar verilecektir.

Ceza yetkileri birkaç kere tam olarak kullanılacaktır.

Islah edici özelliği bulunmayan tevbe, iki gün göz hapsi gibi cezalardan kaçınılacaktır.

Cezaların art arda verilmesinin personel üzerine hissî nedenlerle veya kasıtlı olarak gidildiği izlenimi verebileceği unutulmamalıdır ve ‘Silahlı Kuvvetlerde kalması uygun değildir.’ kanaati yazılacaktır.” tarzında yani Silahlı Kuvvetlerdeki tasfiyenin bir bakıma gerek belgesi burada sunuluyor ve o dönemde 1550 Yüksek Askerî Şura kararıyla, binin üstünde üçlü kararname ve askerî öğrencilerle Silahlı Kuvvetlerden uzaklaştırılan oldu. Onun dışında, ben kendi isteğimle emekli oldum ama emekli edilmek zorunda bırakıldım. Benim gibi toplam 10.000’e yakın subay, astsubayın o dönemde Silahlı Kuvvetlerden uzaklaştırıldığını görüyoruz.

BAŞKAN – 10.000

NEVZAT TURHAN – 10.000 evet.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – 95.

NEVZAT TARHAN  – 94’ten 2002’ye kadar. Hatta 2002’den sonra da 2004’e kadar da sürdü çünkü kendi isteğiyle emekli olan çok kimse var, onlar kendi isteğiyle emekli olduğu için herhangi bir yarbay, albay olmayı beklemeden binbaşı, yarbay emekli oldu, çok var. Sivil memurdan bir çok… Bunların araştırılması gerekir. Yani Silahlı Kuvvetlerde böyle bir kadro tasviyesi hareketi yapıldı ve şu anda Silahlı Kuvvetlerin içerisindeki bu kontrolsüz unsurların hâlen, maalesef uykuda olduğunu ve uykuda bir şekilde varlıklarını sürdürdüklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ben, o dönemde emir komuta zinciri dışındaki bu “odak” sözünden sonra emekli olmak zorunda oldum ve o tarihte Adaleti Savunanlar Derneğini kurduktan sonra 2000 yılının yaz aylarında Gerçek Hayat dergisi bir röportaj yaptı benimle. O röportajda “Silahlı Kuvvetler de korkunun etkisindedir.” gibi bir cümle kullandım, bu cümle dolayısıyla o zaman Hüseyin Kıvrıkoğlu Genelkurmay Başkanıydı, benim hakkımda Adalet Bakanlığına suç duyurusunda bulunuyor, Hikmet Sami Türk de soruşturma kararı veriyor ve 2001 yılından başlayarak 2004 yılına kadar, 159’uncu madde vardır Türk Ceza Kanunu’nun Silahlı Kuvvetlerini tahkir ve tezyiften, dava açıldı, 2004 yılında beraat ettim o davadan. Yani ben mesleki olarak, mesleki ilgi alanım, Silahlı Kuvvetlerde psikiyatri uzmanıyım.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Hocam, pardon.

Hikmet Sami Türk niye soruşturma izni veriyor size? Adalet Bakanı o, sizinle ne alakası var?

NEVZAT TARHAN – İşte o 159’uncu madde… Gazetedeki röportaj olduğu için, devlet memuru statüsünde…

BAŞKAN – Devlet memuru görevinin dışında basınla herhangi bir bilgi veremez, mülakat yapamaz, o maddede.

Hükûmet…

NEVZAT TARHAN – Ben emekliydim ama gene de burada ifade suçuna girdiği için şey oluyor, ifade suçu olduğu için veriyor.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Zapta geçmesini isteriz çünkü soruşturmada muhatabınız aslında orası değil.

NEVZAT TARHAN – Tabii.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – İfade özgürlüğünden dolayı belki değerlendirilebilir… Efendim?

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – İfade özgürlüğü bakımından böyle bir şey var. Yani yazılı basında…

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – İfade özgürlüğü açısından, tamam.

NEVZAT TARHAN – İfade özgürlüğü dolayısıyla, gazete röportajı olduğu için.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Yani o anda sanki asker gibi değerlendirdi de, emekli olduğunuzu ve yazınızdan dolayı, peki, tamam.

NEVZAT TARHAN – Tabii, yazımdan dolayı. Bunun üzerine ilginç bir şey yaşandı. Şişli’deki Asliye Ceza Mahkemesiydi yanılmıyorsam, yargılanırken, röportajı yapan Halime Kökçe isimli bir genç kızdı, tesettürlü, başörtülü bir kız röportajı yapan, duruşmaya hâkim almadı onu başörtülü diye, hâkim duruşmaya almadı ve o başka bir gün talimatla ifadesini verdi.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Siz tanık olarak mı…

NEVZAT TARHAN – Yok, ben orada sanık olarak yargılanıyorum.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hayır, hayır. O bayan…

NEVZAT TARHAN – O bayan, o da sanık durumunda, röportajı o yapmıştı benimle.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Tanık da olsa, sanık da olsa başörtülüyü almama gibi bir durum söz konusu değil.

NEVZAT TARHAN – Almadı işte.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Hangi mahkemede oldu bu?

NEVZAT TARHAN – Şişli’deydi.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Kaçıncı asliye ceza olduğunu biliyor musunuz?

NEVZAT TARHAN  – Şeye bakmak gerekir, Halime Hanım’a da sorulabilir. Yani hatta o zaman mübaşir ezile büzüle söyledi: “Sizi başörtülü istemiyor.” diye. Duruşmaya almadı. Yani böyle bir mahkemede yargılandım, ben onun üzerine baktım, adil yargılanamayacağımı düşündüm. Bu iş bilimsel ilgi alanım benim, “Silahlı Kuvvetlerin içerisinde emir komuta zinciri dışında çalışan bir yapı var ve bu özel taktikler kullanıyor, psikolojik savaş yöntemleri kullanıyor, bunları kitap hâline getirmem gerekir.” dedim. “Psikolojik Savaş” kitabımı öyle yazdım.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Çok affedersiniz, avukatınızın ismini söyler misiniz? Benim, çünkü alıp onu araştırmamız gerekiyor da, o hâkimi de bilmemiz lazım.

NEVZAT TARHAN – Avukat, Nuran isimli bir avukattı ama dosya duruyor bende, ben onu şey yapabilirim.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Siz avukatınızın adını soyadını bilmiyorsunuz.

NEVZAT TARHAN – Çok…

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hocam, siz çok zeki insansınız.

BAŞKAN – Dosya eğer sizde varsa bize ulaştırırsanız, bizim…

NEVZAT TARHAN – Yok, soyadını bilmiyorum, Nuran ismi.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı)  – Avukatınızın adını bilmezseniz böyle, o zaman tanığı da, sanığı da başörtülü diye mahkemeye almazlar.

NEVZAT TARHAN – Avukat tabii, şey yapmadı. Benim avukatım farklıydı, onun avukatı farklıydı.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hayır, biz sizin avukatınızı soruyoruz.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Vermiş olduğunuz çok uç bir örnek de. Mahkemelerde böyle bir şey olmaz.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Sizin avukatınızı soruyoruz.

NEVZAT TARHAN – Yani sonra iletebilirim yani avukatın ismi…

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Tamam, peki.

BAŞKAN – Tamam Hocam, buyurun.

NEVZAT TARHAN – Ondan sonra bir daha şey olmadı çünkü o dönemde avukat bulmakta da zorlandım yani ilginçti, zorlandım. Evet, şimdi o dönem…

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hocam, gelseydiniz çok avukat bulurduk.

NEVZAT TARHAN – Evet, yani o dönemde, işte 2001 dönemi, insanlar gölgesinden korkuyordu.

BAŞKAN – Evet, Hocam, buyurun.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – O korkaklar her zaman korkarlar.

NEVZAT TARHAN – O dönemde, 2004’te beraat ettim o davadan. Daha sonra işte, bu “Asimetrik Savaş” kitabı da var, yine bu silahlı kuvvetlerdeki psikolojik savaş yöntemlerinin kullanılarak kendi dostunu düşmanını karıştıran, bu, Hitler’in “Kontrollü gerilim stratejisi” var “İç düşman konsepti” var yani toplumun bir kesimini, Yahudileri iç düşman görüyor, daha sonra “Bunlar yok edilmelidir.” tarzında bir doktrin geliştiriyor ve insanlarda onları yok etmeye karşı, kabullenmek gibi bir durum ortaya çıkıyor. Şuna benziyor: Bir köpeği öldürmek istiyorsanız “kuduz” dersiniz, herkes onu öldürmek ister. Bu tarzda, toplumda “irtica” diye  bir suç icat edildi o dönemde. Daha sonra bir tanımlamalar yapıldı, semboller tanımlandı, mesela, başörtüsü bir sembol, bu semboller tanımlandı ve bunun üzerine, bunlar “Suç unsurudur.” diyerek toplumda tehdit algısı değiştirildi, psikolojik savaş yöntemi  olarak. Dost düşmanı karıştırdıktan sonra bloklaşmalar ortaya çıkıyor ve psikolojik savaşta kullanılan “Stratejik hedef belirle, daha sonra, stratejik hedefe yönelik ortam hazırla, propaganda geliştir ve hedefe ulaş.” tarzında yöntem var. Bu yöntemin çok güzel uygulandığını ve o dönemde bunu özellikle, psikolojik savaş kitaplarında Silahlı Kuvvetlerdeki özel harp teknikleri içerisinde dış, işgal altında, devlet işgal altında, millet işgal altında olduğu zaman kullanılacak yöntemleri gösteren kitaplar “Türkiye işgal edilmiştir.” diyerek halka karşı kullanıldı. Hatta o dönemde en çok duyduğumuz sözlerden birisi, Silahlı Kuvvetlerdeki özel toplantılarda “Türkiye işgal altındadır, Anadolu üniversiteleri işgal altındadır, Meclis işgal altındadır, hükûmet işgal altındadır. Bu işgal altında legal olsun olmasın, insancıl olup olmadığına bakılmaksızın işgal altında olan yapılarla mücadele edilecektir.” diyerek…

BAŞKAN – İşgal edenler kim Hocam?

NEVZAT TARHAN – İşte o irticai olarak tanımladığı siyasi kadrolar, üniversitelerdeki öğretim üyeleri ve fişlenen öğretim üyeleri kadrolar. Yani bunlar bir tehdit olarak, işgal eden, işgal gücü olarak, düşman… Yani 19 Mayıs 1919’da Anadolu nasıl işgal edildi, Yunanlılar nasıl düşman, bunlar da aynı şekilde “düşman” algısı oluşturulmaya çalışıldı. Yani bu nedenle, Silahlı Kuvvetlerin içerisinde böyle bir yapı ve komitelerin olduğunu bilmek gerekir. Yani Silahlı Kuvvetlerin içerisinde olarak bunların varlığının ortaya çıkarılmasını istedik ve bu nedenle birçok arkadaşımız çalıştı. Burada arkadaşlarımız da bilgi verecekler size kendi yaşadıklarıyla ilgili.

Benim üzerinde durulmasına önem verdiğim diğer konu: Emekli olduktan sonra tazminat davası açtım Millî Savunma Bakanlığıyla ilgili, o tazminat davasında o tarihte, 17 Haziran 1997 tarihinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesini 195 milyon 692 bin maddi, 30 milyon manevi tazminata mahkum ettim. Onun belgesi de ekte var ve bu Bakanlık bu ödemeyi yaptı. Daha sonra, benim ikinci atamamı yapan da kasıt unsuru olduğunu araştırdım. Kasıt unsuru üzerine atamamda rolü olan Hikmet Köksal, Çevik Bir ve Fahrettin Alparslan hakkında Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesine dava açtım, 12/8/1997 tarihinde dava açtım. O dava da 13 Haziran 2000 tarihinde “Hikmet Köksal’la ilgili husumet oluşmadığından…” dedi. Fahrettin Alparslan da o dönemde intihar etmişti. Çevik Bir hakkında, 2 milyar tazminata mahkum etti mahkeme. Dava Yargıtay safhasına gittiğinde Yargıtay bozdu, Yargıtaydan döndüğünde Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi Yazı İşlerine 1. Ordudan bir kurmay albay geliyor, Mahkeme Başkanı İsmet Sungur ona “Biz bu davayla ilgileniyoruz.” diyor kurmay albay “İlgileniyoruz.” diyor. Ondan sonra İsmet Sungur Hâkim emekli oluyor, yerine gelen de Yargıtayın kararına uyarak, ben o 2 milyar manevi tazminatı alamadım ve burada mahkemeye baskı yapılıyor kurmay albay tarafından. Ben savcıların harekete geçmesini, İsmet Sungur Hâkim’e, emekli Hâkim’e sorulmasını istiyorum bunun. Yani o dönemde… Bu çünkü basit bir yani benim mağduriyetim değil, Türkiye’deki bu tarz, benzer olayların olmaması için…

BAŞKAN – Yargıya müdahale olduğu için.

NEVZAT TARHAN  – Yargıya müdahaledir yani bunun muhakkak bir bedelinin ödenmesi gerekiyor. Silahlı Kuvvetlerin içerisinde ilginç bir şey var, burada Adnan Tanrıverdi Paşa’nın emekli olduğunda yazdığı on beş sayfalık Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’ya yazdığı çok gizli bir dilekçe var, çok özel, o dilekçede Silahlı Kuvvetlerin içerisinde İslam karşıtı bir kadrolaşma olduğunu madde madde yazıyor. Yani o dilekçenin göz önüne alınmasını ben savcılar tarafından değerlendirilmesini istiyorum. Yani silah karşıtında, silahlı kuvvetlerde din karşıtı, İslam karşıtı bir kadrolaşma ve tasfiye yaşandı ve bu şu anda bu kadrolaşma Silahlı Kuvvetlerde islamafobi tarzında devam ediyor, yani şu an Silahlı Kuvvetlerin en büyük problemi İslamafobi var. yani dini unsurları gördüğü zaman 220 volt elektriğe tutulmuş gibi reaksiyon gösteren bir askerî kadro var şu anda. Bu kadro, milletin değerleriyle barışmamış, milletin değerlerine yabancı bir yapı var. Bu yapının muhakkak halkla barışması, toplumla barışması gerekiyor. Burada, daha güçlü orduya… “Ben yargılanmak istiyorum” diyen Kemal Bey’in yazdığı, darbeci kuşatma diyen emekli Binbaşı Hâkim, darbeci diye yazdığı kitaplarda, bu konularla ilgili çok ayrıntılı bilgiler var ve bu milletin değerlerine savaş açmış, dostunu düşmanına karıştırmış bir askerî yapı muhakkak sorgulanması gerekir. Egemenliğin millete geçtiğinin farkında olmayan bir askerî eğitim sistemimiz var. Demokratik değerlerin, askerî eğitim sisteminde çok fazla vurgulanmadığını görüyoruz, bunların muhakkak vurgulanması gerekir ve Silahlı Kuvvetlerin 1960’dan başlayarak genetik yapısının, genetik dokusunun bozulduğunu düşünüyorum ben. Bu 1960’lardan başlayan bu genetik dokudaki bozulmanın onarılması gerekiyor diye düşünüyorum.

BAŞKAN – Hocam, açıklamanız için soruyorum, bu genetik yapının bozulması ne demek, nasıl bozuldu?

PROF DR NEVZAT TARHAN – Tabii.

Silahlı Kuvvetlerin darbeciliği, “Eğer şartlar hazırsa ihtilal meşrudur.” anlayışı, şartlar hazırsa darbe yapılabilir tarzında ki bir anlayış.

BAŞKAN  – Bu kayıtlara geçsin açısından. Sizin yaşadığınız dönemlerle ilgili, bu askerî eğitim tarzımız, okullardaki eğitim, diyelim ki askerî liseler de ve Harp okullarında… yani bu tip bir eğitim mi var bunların mı düzeltilmesini öneriyorsunuz, yani söylediğiniz bu mu?

PROF DR NEVZAT TARHAN  – Tabii. Şimdi Harp okullarında, askerî okullarda, ben Kuleli Askerî Lisesi mezunuyum, Harp Okulunda kaldım, ondan sonra askerî öğrenci olarak Cerrahpaşa’da okudum. Bütün öğrencilik yıllarımda –aşağı yukarı dokuz senelik öğrencilik var- belki yüzlerce laiklik konferansı dinlemişizdir ama bir defa demokrasi konferansı dinlemedik, bir tane yok, bu hâlen de Harp okullarında, her tarafta hep laiklik konferansı var, demokrasi konferansı yok, demokrasi içinde zaten laiklik var. Yani, bu nedenle bu Silahlı kuvvetlerin askerlik mesleğini yaşam tarzı olarak görüyor. Askerlik yaşam tarzı dediğiniz zaman herkes bizim gibi yaşamalı tarzında bir anlayış var.

BAŞKAN  – Hocam, biraz önce anlattığınız psikolojik harp kuralları içerisinde eğitimin bir parçası olarak mı veriliyor bunlar?

PROF DR NEVZAT TARHAN  – Evet, yani bir şekilde beyin yıkama eğitimidir bu ve bu beyin yıkama eğitimi içerisinde tek tip insan yetiştirme, yani Silahlı kuvvetler Amerikaların “Melting pot” dedikleri, böyle erime kabı gibi yani bütün kültürlerin bir arada olduğu, Türkün, Kürdün, laik, anti laik, dindar, dindar olmayan herkesin bir arada olduğu bir pota olması gerekir. Millet nasılsa silahlı kuvvetlerin dokusu onun gibi olmalı, böyle bir doku yerine tek tip insan yetiştiriliyor ve belli ideoloji içerisinde insan yetiştiriliyor. Bu çağdaş değil, gelişmiş ülkelerde olmayan bir anlayış, yani insanların inanç sistemi tek tip olacak, yaşayış sistemi tek tip olacak, “Herkes fasulyeden hoşlanacak.” der gibi bir insan tipi, totaliter bir insan tipi yetiştiriliyor, yani silahlı kuvvetlerdeki bu anlayışın değişmesi gerekir. Bunun için, bu totaliter bir sistem, eğitim sistemi, Harp okullarında bunun eğitimi veriliyor, yani çoğulculuk yok Harp okullarında. Şimdi, askerî kışlada savaş esnasındaki rol ile evdeki rol farklıdır, yani ben emekli olmuş asker arkadaşları biliyorum Emekli Albay bir arkadaşımız var, çocuğunu getirmişti bir defa, çocuğu 15 yaşında dinlemiyor babasını “Ya benim kıtada bin tane subay, astsubay, er var, ne dersem yapıyor, benim oğlan beni dinlemiyor.” dedi. Yani şeyi hâlen, çocuklarına karşı komutan oluyor, hatta emekli olmuş, Amerika’ya gidip, kaçmış, yerleşmiş bir yüzbaşı arkadaş var “Niye gittin?” diye sorduğumda şöyle dedi: “Kışlada, komutan benim komutanım, lojmanda, komutanın hanımı bizim hanımın komutanı, okulda, komutanın çocuğu bizim çocuğun komutanı, ben böyle bir hayat istemiyorum.” dedi. Yani böyle bir anlayış, totaliter bir anlayış var. Bu, silahlı kuvvetlerine zarar veriyor bu anlayış. Bu anlayış Amerika’daki subaylarda vardır, görev esnasında esas duruşta bulunur, saygılıdırlar ama mesai bittikten sonra ayaklarını uzatıp çayını kahvesini emir komuta zinciri dışında içerler. Yani silahlı kuvvetlerde bu anlayış, eğitimle değiştirilmesi gerekir. Yani Silahlı Kuvvetlerin disiplinine zarar vermez bu. Silahlı Kuvvetleri çağdaşlıktan uzaklaşıyor, yani militarizm var, yani militarizm, Silahlı Kuvvetlerin hastalığıdır, yani asker olmak ayrı militarist olmak ayrıdır. Yani militarist askerî alt kültürün bütün toplumda genel kültür olarak kabul edilmesini istemek demektir. Yani askerî alt kültürü devlette istiyorlar, sokakta istiyorlar, üniversitede istiyorlar, her tarafta istiyorlar, her taraf kışla olsun diye istemek askerî alt kültürün genel kültür olmasını istemek demektir, bu militarizmdir. Bu nedenle militarist eğitim, Silahlı Kuvvetlerden değiştirilmesi gerekir, bu değiştirilmedikçe komutanlar demokrat olabilir, olmayabilir ama meşruiyetçi komutan olup olmamasını ayrıca değerlendirmek gerekir. mesela, ben, Hilmi Özkök Paşa için darbeyi önledi olarak söyleniyor, demokrat olarak söyleniyor ben, demokrat olup olmadığını bilmiyorum ama meşruiyetçiydi, şu andaki Genelkurmay Başkanı da demokrat olup olmadığı şüpheli ama meşruiyetçi, yasal hukuk içerisinde kalmaya çalışıyor, ama demokrat olması gerekir, yani sivil siyaset, 28 Şubatın en büyük özelliği. Bu nedenle siyasetin kışlaya girmesinin hikayesidir, 28 Şubatı göz önüne aldığımız zaman siyasal bilimciler 28 Şubatı kışla asker sivil ilişkilerinde örnek olgu olarak işlemeleri gerekir ve bunu hakları olarak görüyorlar “nizamiyeden döndük” diyebiliyor Genelkurmay Başkanı. Bir Genelkurmay Başkanının nizamiyeden döndük demesi demek, bir sonbahar tatbikatında bile dokuz ay hazırlık yapılır. Yani bir Genelkurmay Başkanı nizamiyeden dönüyor, darbe yapmaktan döndük demesi, her şeyimiz hazırdı, son anda vazgeçtik diyor, yani burada bir darbe niyetinin ifade edilmesidir bu, balans ayarı yapılması, darbe niyetinin ifadesi demektir.

BAŞKAN  – Hocam, bu arada, askerlik bir meslektir, milletin kendisine verdiği bir görevdir, askerin demokrat olması ne demek? Vazifeli bir adamın, görev adamının, meslek sahibinin, kendi bulunduğu kışlasının içerisinde demokrat olması ne demek?

PROF. DR. NEVZAT TARHAN – Tabii, demokrasi, psikoloji eğitiminde insan yetiştirirken demokrasinin aileden başladığını biz söylüyoruz, demokrasi aileden başlıyor, anne baba eğer demokratik işleyiş varsa, demokrasinin dört unsuru var: Eleştiriye açık olmak, özgürlükçü olmak, çoğulcu olmak, katılımcı olmak. Yani bu özellikler bir kimsede eleştiriye açık değilse bir kimse otoriter oluyor, kendi fikrini zorla kabul ettirmeye çalışıyor, ya da totaliter oluyor, herkes benim gibi düşünsün istiyor, çoğulcu olamıyor yahut da kararları birlikte alamıyor, katılımcı olamıyor. Bütün bu unsurlar, askerde nasıl olacak diye düşündüğümüzde, asker, kışlada görevini yaparken askerî usullere göre yapar. Mesela, kışlada, yemekhane burada, yatakhane karşı tarafta, yatakhaneden kalkar askerler elini kolunu sallayarak yemekhaneye gitmez, tek sıra dizilirler, u dönüşü yaparlar, öyle giderler, çok saçma gözükür, mantıksız gözükür ama orada bir disiplin eğitimi açısından bir yöntemdir o faydalı bir yöntemdir. Yani askerî eğitim esnasında, görev esnasında demokrasi olmaz, orada askerî aklın gereği yapılır ama sivile o gözle baktığınız zaman, evinde onu uygulamaya kalktığınız zaman, yani evinde, çocuğuna göz hapsi cezası veren, oda hapsi cezası veren baba biliyorum odadaki şeyler üzerine “lüzumsuzsa söndür” diye yapıştıran subay arkadaşlar vardı, lojmanda, prizlerin üzerine lüzumsuzsa söndür diye, böyle yaşam tarzı diye eğitim verildiği için bunlar oluşuyor ve daha sonra sivilde de bu şekilde ve sivilleri şöyle görüyor askerî eğitimde, yavaş yavaş  değişmeye başladı gerçi ama, bu siviller, bunların başı bozuktur, Osmanlıdan gelen bir tabirdi, sivilleri başı bozuk görür, bunlar bir şey beceremezler, en iyi biz biliriz, biz yaparız tarzında yüksek sorumluluk duygusuyla ilgili. bunun etkisiyle…

BAŞKAN – Hocam, aynı nesiliz, bizim ilkokulda ve ortaokulda zaten burada ay yıldızlı şapkalarımız vardı ve her giriş çıkışta selam verirdik, ordu millet el ele, yani bunun sosyolojik tahlili önemli.

PROF. DR. NEVZAT TARHAN – Tabii, yani bunların hepsi, toplumun şu anda da millî eğitim sistemimizde de çok fazla değişmiş değil, yani burada millî güvenlik derslerinin varlığının sebebi de bir bakıma toplumun askere karşı korku duygusunun oluşması çok önemli, yani asker gördüğü zaman esas duruşa geçen insanlar istiyorlar, yani burada rahatlıkla, mesela, Harp Okulu Türkiye Büyük Millet Meclisinin karşısında olmasını hiç sorguladınız mı bilmiyorum, Kara Harp Okulu Meclisin karşısında.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sadece Kara Harp Okulu olsa, etrafımızın hepsi askeriye.

PROF. DR. NEVZAT TARHAN  – Bu tesadüfen olmuş bir şey değil bu. Şimdi bakın, izin verirseniz,Sultan Abdülaziz’e karşı isyan yapıldığında, o dönem Harbiye, İstanbul Harbiye’sinde Harp Okulu öğrencileri var, Harp Okulu öğrencileri, Çırağan’a yürüyorlar, Dolmabahçe’ye yürüyorlar ve Harp Okulu örencileri, Harbiyeli olduğu için silah çekmiyor Muhafız Alayı o zaman, yani genç subay adaylarına silah çekilmez diye çekmiyor diye darbeyi böyle yapıyorlar. Yani şu anda da 27 Mayısta Harp Okulu öğrencileriyle biliyorsunuz, 21 Şubat olayları hep Harp Okulları oldu ve bu Merve Kavakçı’nın başörtüsü konusunda yaşanan o krizde de gri propagandayla, fısıltı şeklinde eğer Merve Kavakçı Meclise gidip yemin ederse, Harp Okulu öğrencileri yürüyecek diye propaganda yapıldı. O zaman belki Meclis…

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul)  – Bunu biraz sonra soracağım Hocam. Biz burada daha enteresanlarını dinledik, yalnız size şunu söyleyeyim: Korkaklık biraz bizim DNA denen, o ne demekse, onlarımızda da var mı acaba?

PROF. DR. NEVZAT TARHAN – Yani şimdi, korku, jandarma korkusuyla ciddi bir dönemden geçmişiz.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hayır, DNA’larımızda diyorum.

PROF. DR. NEVZAT TARHAN  – DNA’larımızda yok, biz Osmanlıdan gelen bir imparatorluk terbiyesi almışız, müminlerin emrine itaat duygusuyla bir itaat kültürümüz var, bu bir korku değil, yani bu, insanlar içine atıyor, ama artık zamanın ruhu değişti, biliyorsunuz yani nasıl bahar geldiği zaman çiçekler açılır, baharı istemiyorum deseniz bile baharı önleyemezsiniz, zamanın ruhu değişti, böyle durumlarda sen hakkını aramazsan “buyur bu senin hakkın” demiyor kimse. Yani bu korku kilidi, her şeyi devletten beklemek, her şeyi başkasından bekleyen bir zihinsel tembellik var, düşünce tembelliği var, bu korku gibi gözüküyor, aslında bizim milletimiz Ortaasya’dan kalkmış Avrupa’nın ta Atlas Okyanusu’na kadar gitmiş bir millet, korku değil, riski seven bir toplumuz biz yani bu nedenle genlerimizde yok bu bizim, sadece bastırıldığımız için öyle hissediyoruz ve biliyorsunuz, Osmanlı döneminde sultanlara itaat yüceltilmiş, Osmanlıdan sonra da komutanlara itaat tarzında korku objesi olarak, korku unsuru olarak asker kullanılmış, yani Silahlı Kuvvetler halkı sindirmek için sopa gibi kullanılmış, birçok siyasi yapılar tarafından, bu nedenle toplumda bir içine kapanmaya sebep olmuş bu, korku olarak bunu yorumlamak da mümkün ama bir bakıma ben, daha çok zihinsel tembellik olarak, düşünce tembelliği olarak hüsnü zan etmek istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı)  – Siz öyle düşünüyorsunuz ama bana kalırsa gelirken yolda birazını kaybetmişiz cesaretimizin, Anadolu’ya da gelince hemen hemen tamamı kaybolmuş gibi.

BAŞKAN – Hocam sunumunu bitirsin sonra da sorulara.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – “Ben bitirdim” dedi diye.

PROF. DR. NEVZAT TARHAN  – Tabii ben, hatta burada, Anayasa Komisyonunun toplantısı olmuş galiba gazeteden okudum, yani ben burada bir sivil toplum örgütü temsilcisi: “Anayasa teklifi için konuşacağım, başıma bir şey gelir mi?” diye Komisyon üyelerine sormuş burada, Meclis Anayasa Komisyonunda. Şimdi, bu korkunun… Bak, STK olarak faaliyet gösteriyorsun, anayasa değişikliğini talep ediyorsun, “farklı görüş söylemek nedeniyle başıma bir şey gelir mi?” çünkü daha önce çok şeyler gelmiş.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul)  – Ben çok şeyler geldiği konusunda değilim. Bu milletin başına bir İngiltere’deki, bir Almanya’daki, bir Amerika’daki insanların başına gelenin yüzde 1’i bile gelmedi Hocam, bir Almanya’daki gelenlerin de.

NEVZAT TARHAN – Silahlı Kuvvetlerdeki… Bosna’da Sırplar ne yaptıysa 28 Şubatta bizim asker arkadaşlarımız da aynı şeyleri yaşadı yani kelleleri kesilmedi ama sürüm sürüm sürünmesi için de her şey yapıldı. Bunları hep kitaplarda da yazdık.

BAŞKAN –  Hocam, bu sözünüze katkı olsun diye ben sorulara da başlamış olayım. Mesela, benim elimde bir belge var, burada GATA Komutanlığından Yüksek Askeri Şura kararı ile ilişkisi kesilen tabip subaylar var, belki içinden bazılarını tanırsınız.

NEVZAT TARHAN – Tabii, tanırım.

BAŞKAN –  Profesör tabip Aziz Hacıbektaşoğlu.

NEVZAT TARHAN – Evet, tanıyorum.

BAŞKAN –  Profesör Ahmet Alper, Profesör Mustafa Kahramanyol, Doçent Ergun Uçmaklı, Yusuf Çekiç, Onur Hamzaoğlu gibi 3’ü profesör, 7’si doçent, 13 tanesi yardımcı doçent, 2 tanesi de tabip üsteğmen bunlar ve bunlar sizler gibi veya siz emekli olmuşsunuz, bunlar gibi bir sürü arkadaşlarımız da belki mağdur olanların içerisinde. Bunlara bir de üstelik üst yazıyla hiçbir kurum ve kuruluşta… Bunların hepsi profesör ve tıp dalında, sağlıkla ilgili, insanlara yani şifa kaynağı olabilecek, elinden geleni  yapacak insanlar. Bunların diğer kurumlarda işe alınmamasıyla ilgili de talimatlar yazılmış devletin diğer kurumları ve Genelkurmay tarafından. Bunlar hep yaşanmış. Bu belgeler, sizin getirdikleriniz gibi bizde de kurumlardan aldıklarımız…

NEVZAT TARHAN – Hatta 28 Şubat Milli Güvenlik Kurulunda on sekiz maddelik bir şey var, Başbakana verilmiş, biliyorsunuz o MGK’nın… On sekiz maddenin yarıdan fazlasının Silahlı Kuvvetlerin içerisindeki askeri kadroların, mutlaka alınacak tedbirlerden bahsediyor yani bu. O derece önem verilmiş ki yani Silahlı Kuvvetlerin içerisindeki irtica unsurlarının tasfiye edilmesi adı altında kadrolaşma yapılmış. Aslında darbeye engel olacak unsurların tasfiye edilmesi hareketiydi bu yani bütün “Darbe yaparsak bize sorun çıkarabilecek kimler varsa onları uzaklaştıralım.” hareketiydi. Bu nedenle doktorların tasfiye edilmesi, normalde bu sağlık hizmeti veren kimse bir mantığı yok ama mantık “Legal olsun olmasın, insancıl olsun olmasın hiç önemli değil, bunlar bir şekilde GATA’da bize sorun çıkarır, kendi yapımız içinde bulunmasın.” tarzında bir kadrolaşma yapıldı yani tek yönlü kadrolaşma şu anda maalesef devam ediyor.

BAŞKAN  –   Sizden önce dinlediklerimizin içerisinde Sayın Hasan Hüseyin Ceylan da vardı. O, o dönemde Özal’ın talimatlarıyla Bosna’ya giden bir albay, o dönemdeki birliğe komuta eden albaydan bahsederek, o albayın daha sonra GATA’da bir profesör onunla ilgili böyle andıçlama notu, birisinin talimatıyla yapılmış. Emekli olduktan sonra da bu albayı yanına çağırarak demiş ki: ”Senden özür diliyorum. Bana –isimlerini de söyledi, şu anda aklımda değil- filan bunları dikte ettirdi dört madde olarak, komutan olarak. Senden özür diliyorum, benim yaptığım bir şey değildi. Vicdan azabı çekiyorum, bundan dolayı da senden özür diliyorum.” demiş ve iki üç gün sonra da intihar etmiş o profesör. Şimdi tabii, bu tip çok dramatik, bu toplumumuzda hepimizin, hep birlikte toplumun yaşadığı şeyler maalesef oldu. Bunların olmaması için zaten bu tip çalışmaları yapıyoruz, siz de buna katkı sağlıyorsunuz.

Herhâlde şimdi Feyzullah Bey’in soruları olacak.

Feyzullah Bey, buyurun efendim.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul)  – Şimdi, benim bazı soracağım sorular var, bunlar hem darbelerin… Tabii darbelerde en büyük görünen etken TSK olarak görülüyor çünkü izinde veya zinde güç veya işte, bir de silahlı tek güç, kuvvet olduğu için belki öyle görülüyor ama arka cepheleri mutlaka araştırılıyor, neler çıkacak bilmiyoruz.

Benim sormak istediğim şu: Sizden önceki burada konuşan insanlardan birisi şunu söyledi: “Türkiye’de subaylar iki kısma ayrılır. Birisi NATO’nun subayları, ikincisi de diğer subaylar ve bütün bu tip şeyleri NATO subayları yaparlar ve NATO subayları da NATO’nun içinde çeşitli şekillerde eğitim görmüş insanlardır.” NATO’yu da kimlerin eğittiğini biliyoruz yani Türkiye Cumhuriyeti eğitmiyor bunları. NATO subayları daha çok, yüzde 99 ihtimalle –siz daha iyi bilirsiniz herhâldeAmerika’da eğitiliyor. Bunu devam ettiriyorum şimdi.

Bir de yine bir subayın konuşmasında ben şunu duymuştum: Asker içerisinde büyük bir mezhep çatışması olduğunu ve bunların da birbirlerine devamlı güç gösterisinde bulunduğunu ve daha çok Atatürkçü geçinmek için de birbirlerinin önüne geçip darbe yapma hevesinde olduklarını söyledi. Doğru veya yanlış, bilmiyorum, siz içinde yaşadığınız için daha şey edebilirsiniz. Böyle bir durum var mı? Bir de etnik bir kavganın olduğunu, böyle bir subaylar takımının da olduğunu, bunların da kendilerini göstermek için bu tip yollara girdiğini… Üç tane şık saydım burada.

İkinci bir sorum: Siz askerin içinde bulunduğunuz için belki buna daha net cevap verebilirsiniz. Burada dinlediğimiz birkaç kişi şunu söylediler: “Eğer Türkiye’de bir darbe olacaksa ve oluyorsa veya hazırlığı varsa bunu Genelkurmay ve Savunma Bakanının bilmemesine imkân ve ihtimal yok.” dediler. Bunu soru olarak soracağım, hakikaten böyle bir şey mi?

Üçüncüsü, çok enteresan bir laf ettiniz, geçen günlerde de bir şey duyduk. Dediniz ki –herkes bunu söylüyor zaten-: “Menderes sivil bir tepki olmadığı için idam edildi.” Hakikaten de hiçbir tepkinin olmadığını babam çok söyler –ben çok küçüktüm çünkü babam çok ağlıyordu oradan biliyorum- ama ben avukattım 12 Eylülde, 12 Martta öğrenciydim.

Mesela, 12 Eylülde ihtilal olduktan birkaç gün sonra köyüme gittim. Benim köyüm küçük ama biraz herhâlde entelektüel bir köy olsa gerek ki çok fazla fraksiyonlar vardı. Babam şunu söyledi: “Evladım, bütün yakın akrabalarımız da dâhil, ihtilalin olduğu gün geldiler ve bize ‘Oh oldu, iyi oldu, bak sizin yüzünüzden bu oldu”… diye çünkü biz değişik bir partidendik, o da hep biliniyordu ve bayağı böyle hakaretamiz laflar söylendi ve o dönemde alınan her şey de alkışlandı. Bu da bunu gösteriyor.

Burada yine dinlediğimiz adamlardan birisi dedi ki: “Vallahi çağırıyorlardı bizi –sizin demin söylediğiniz demokrasi dersi değil de- irtica dersi veriyorlardı. Laikliğin girdiği tehlikeyi anlatan derslerde iki üç dakikada bir hem de ayağa kalkarak –böyle benim gibi sıradan bir okuma yazma bilen insan değil, üniversite mezunu, hatta üniversitede hoca, yargının en yüksek düzeyinde, Anayasa Mahkemesi veya HSYK’da veya Yagıtay’da veya ağır cezada üye insanlar- ayakta alkışlıyorlardı her söyleneni. Çoğu da ne söylendiğini de bilmiyordu.” diyordu. Bunun da bir örnek olarak geçmesini istiyorum.

En son, burada bir olayda ben sağ cenahta olan bir gazeteciye, iki kişiye sordum aslında, ikisi de aynı şeyi söyledi. Birisi 28 Şubat darbesiyle ilgili, birisi de 1999 seçimlerinden sonra Merve Kavakçı’nın yemin töreni esnasında Bülent Ecevit Bey’in “Şu kadına haddini bildirin, susturun, atın dışarı!” sözlerinde –tabii bu da aynen yapıldı zaten, muti bir toplumuz- böyle bir şey söylemesini, çok demokratik bir insan olduğundan bahsedince bu olayı anlatmaya… Dedi ki o:

“Türkiye’de darbe olacaktı o anda, o darbeyi önlemek için, bu ülkenin iyiliği için, bu ülkenin geleceği için, bu ülkenin dahahuzur ve refah içinde yaşaması için böyle yaptı.” Ben açıkçası bunları nedir anlayamıyorum ama çok basit gelecek belki, ben banker Bilo’yu dinledim, orada Maho’yla Bilo var ve Maho Bilo’yu devamlı kandırıyor, başına birçok işler geliyor. “Bir sor ya, niye yaptım?” diyor. Hapse giriyor Bilo, Maho’dan dolayı. Dışarı çıktı, “Bir sor ki niye seni içeri attırdılar, ben dışarıda kaldım?” Sormuyor da ikna ediyor ama ben bu söylenenden ikna olmadığım için siz de bu şeye katılıyor musunuz bu düşüncelere?

Teşekkür ederim.

NEVZAT TARHAN – Tabii estağfurullah.

Şimdi o NATO konusu, Silahlı Kuvvetlerin içerisinde NATO eğitimi alan subaylarla almayan subaylar ayrımı, bu pratikte uyguladığımız bir ayırım. Zaten NATO kadrosundan geçenler kurmay oluyor, önü açılıyor yani onlar bir ayrıcalıklı.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hayır yani bu ihtilal, darbe konusunda bunların daha söz sahibi olduğu…

NEVZAT TARHAN  – İşte bu, şimdi oran olarak belki vardır ama NATO biliyorsunuz… 1993’te Belçika’da o zamanın Genelkurmay Başkanı olan İsmail Karadayı NATO toplantısına katılıyor, o zaman 93’te NATO düşman konseptini değiştiriyor. Soğuk savaş bitmiş…

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Mavi yeşil evet…

NEVZAT TARHAN  – Mavi yeşil değiştiriyor yani yeşil kuşak tarzında, kökten dinciliği düşman olarak ve bunu da…

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Zaten zannediyorum bizim Genelkurmayın ve millî güvenliğin de ön sıraya bunu almasının sebebi 93’teki NATO’nun verdiği karardır.

NEVZAT TARHAN – Tabii, sebebi o. NATO’nun düşman konseptini soğuk savaş bitip Rusya tehlike olmaktan çıkınca… Şimdi, askeri aklın düşmana ihtiyacı var. Bakıyor askeri akıl diyor ki: “Şu anda bana düşmanlık yapabilme kapasitesinde olan ne vardır?” diyor, bakıyor “Ancak radikal dinciler vardır.” diyor düşman olma kapasitesinde. “Ben ancak onunla bir savaş içerisinde olursam silah sanayimi geliştiririm, bununla ilgili gücümü, askerimi ayakta tutarım.” yoksa orduya ihtiyacı kalmayacak. Bu nedenle o 93’de düşman konsepti değiştiriliyor, düşman kapasitesinde olan “Köktendincilik vardır.” diyerek bütün İran… O dönemde de tabii İran’da bir radikal, din odaklı bir ayaklanma olduğu için 79’da…

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – 79’da evet.

NEVZAT TARHAN  – Ona dayanarak ve Türkiye’de de o zaman İsmail Hakkı Karadayı buraya gidiyor, bunun üzerine gelip Türkiye’de bu değişimi başlatıyordu. O da NATO subayı.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – İsmail Hakkı Karadayı’nın söylediğine göre Türkiye’de hiç darbe olmamış ve o şeyleri de hiç yapmamışlar.

NEVZAT TARHAN – Tabii yani o kendi arzusunu söylüyor, gerçekleri değil. Genelkurmay’ın arşivleri açılmalı bu nedenle. Genelkurmay’ın arşivleri açılırsa gerçekler ortaya çıkar yani bütün bu darbe planlarının, her şeyin…

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Mezhep ve etnik ayrımlar…

NEVZAT TARHAN – Yani bu nedenle NATO’nun izni olmadan zaten böyle sivile, siyasete müdahale yapması çok zor. Şimdi, Silahlı Kuvvetlerin içerisinde etnik ayrımcılık var mı diye, mezhep ayrımcılığı tarzındaki yaklaşım… Şimdi, Silahlı Kuvvetler tabii tek tip insanı yücelten bir sistem var yani askeri aklın resmî ideoloji tarzında kabul edilmesi nedeniyle Kürt kökenli olan bir kimse ancak tıptan olursa, sağlıkçı olursa terfi edebiliyor, general oluyor. Yani Kürt kökenli birisinin general olduğunun örneğini göremezsiniz, dindar bir general örneğini göremezsiniz silahlı kuvvetlerde yok yani silahlı kuvvetlerde bu yazı… Hatta şöyle söyledi: Silahlı kuvvette bir yazılı kurallar vardır, bir de yazılı olmayan kurallar vardır.

Yazılı olmayan kurallara göre bir kimsenin, hani nasıl Amerikalılarda vask vardı, beyaz Anglosakson olacak, Protestan olacak diye, bizde de o kültür var. Bu silahlı kuvvetlerde maalesef o anlayış devam ediyor yani bu işte Müslüman olacak, Sünni olacak ve çeşitli resmî ideoloji benimseyecek tarzında. Bu özellik nedeniyle, ona uymayanları sicil sistemi içerisinde ilerletmeme tarzında bir yaklaşım var. Bu, daha önceleri, 1994’ten önce bu konuda resmî bir duruşu yoktu silahlı kuvvetlerin yani dindar bir kimsenin rahatlıkla daha önü açıktı, çok ön yargı yoktu.

BAŞKAN – Ne zamana kadar?

NEVZAT TURHAN  – 93’ten sonra başladı bu, 94’te. Ondan önce rahatsız olanlar vardı ama Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ne yazılmamıştı. Millî Güvenlik Siyaset Belgesi değiştirildi. Orada, birinci sıra tehlike olarak “irtica” dedi ve irticanın tanımı yapılmadı yani esnek bir tabir irtica. Namaz kılan bir insana bile mürteci diyebiliyorsun, başörtülü insana mürteci diyebiliyorsun yani bir kimse Allah’ın emri olduğu için, inançlarının gereği olduğu için başını örtüyor, onu mürteci diye rahatlıkla… Eşi başörtülü diye tasfiye yaşandı, biliyorsunuz. Yani bu dönemde tanımlaması yapılmadı irticanın ve Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ne girdi. Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ne göre iç tehdit oluşturuluyor, işte “Yaşam tarzı böyle olan insanlar düşmandır, tehdittir.” tarzında ve bununla ilgili istihbarat faaliyetleri başlıyor, fişlemeler başlıyor ve bu kadroların tasfiye edilmesi gerekiyor. Bunlar yapıldı ve aynı şekilde yani silahlı kuvvetlerin içerisinde 12 Eylülde şu vardı: “Ülkücü gençlik o dönemde komünizme karşı rejimin garantisidir.” tarzında ülkücü gençliğe komünizme karşı sahip çıkıldı, teşvik edildi. 28 Şubatta da “Alevilik laikliğin teminatıdır.” diye yaklaşarak Alevi kadrolara sahip çıkıldı o dönemde.

BAŞKAN – O zaman söylediğiniz gibi normal bir Sünni ayrımı yok yani.

NEVZAT TURHAN – Yok, orada tersine döndü, değişti. Hatta, o zaman rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu onu açıkça söyledi. “Bu, Suriye ordusu gibi yapılmak istiyor, Nusayri yapılmak istiyor.” tarzında çünkü harp okulu –biliyorsunuz- belli bir kadrolaşma içerisinde. Böyle bir askerî yapıyı Suriye’deki Esad’ın kadroları gibi bir kadro yapmak istediler. Bu kadro, bu oyun şeyde bozuldu. Yani bunları tabii, muhakkak yargının ispatlaması lazım, ben hani biz… Silahlı kuvvetlerin içerisinden Kıvrıkoğlu’na Kıbrıs’ta yapılan suikast. Biliyorsunuz, oradaki bir mezhepçi kadrolaşmanın farkına varıyor ve onun üzerine Hüseyin Kıvrıkoğlu mezhebi kadrolaşmayı tasfiye etti, hatta…

BAŞKAN – O konuda sizin bildiğiniz bir şey var, o suikastla ilgili?

NEVZAT TURHAN – O konu benim sadece, hani…

BAŞKAN – Olayı biliyorsunuz.

NEVZAT TURHAN – …ispat edebileceğim bir bilgi yok yani belge olarak değil, sadece söylenti olarak ve silahlı kuvvetlerde bu şekilde bilenen kişiler gerçekten emekli edildi o dönemde. O dönemde, Kıvrıkoğlu mason localarına üye olmayı yasakladı, bunlar basına yansıdı yani bu dönemde, çünkü ulusalcılığı temsil ediyordu.

BAŞKAN – Askerler…

NEVZAT TURHAN – Askerler içerisinde.

BAŞKAN – …bu tarihten sonra normal bu tip cemiyetlere üye olamadılar mı?

NEVZAT TURHAN  – Üye oluyorlardı, o dönemde. Onun, Genelkurmay Başkanının döneminde bir emir yayımlanıp üye olmayla ilgili müdahale ettiğini biliyoruz. Tabii, emri görmedim ama görevdeki arkadaşlar söylediler.

ŞAHİN AKDOĞAN – Generallerle ilgili bir ilave yapabilir miyim?

NEVZAT TURHAN – Tabii.

BAŞKAN – Kendinizi tanıtın, isminizi söyleyin.

ŞAHİN AKDOĞAN – Şimdi, Şahin Akdoğan, Orduluyum. Aslen Ankara şube başkanıyım, binbaşı rütbesinden YAŞ kararıyla ihraç edildim. Bizim Süloğlu’nda, ilk görev yaptığımız yerde şartlar çok ağır olduğu için komutanla da daha yakın irtibat içinde oluyorduk. O zaman Alay Komutanımız terfi sırasındaydı, Necdet Öztorun Genelkurmay Başkanı olursa birinci sıradan general oluyordu, bizim Alay Komutanımız. O olmayınca, on sekizinci sıradan General oldu. O, bize şöyle demişti: “Ben kendi bileğimin gücüyle tuğgeneral, tümgeneral olurum ama bundan sonrası siyasi ve başka şeylere dayanıyor.” Dolayısıyla, son dönemin generali, medyaya yansıyan general kökenlerine baktığımız zaman Aytaç Yalman, Yaşar Büyükanıt, İlker Başbuğ, Işık Koşaner, bunların hepsi “…” kökenli, “…” kökenli.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Ne, pardon?

ŞAHİN AKDOĞAN – “…” kökenli.

BAŞKAN – Bu saydığınız isimler.

ŞAHİN AKDOĞAN – Evet. Bunların hepsi tesadüf olabilir mi?

BAŞKAN – Siz bunları neye dayanarak böyle söylüyorsunuz?

ŞAHİN AKDOĞAN – Medyaya yansıyan bilgilere dayanarak ve özel kuvvetlerin…

BAŞKAN – Şimdi, bakınız, burada bunları söylerken bu memlekette öyle veya böyle ülkede görev almış -siz de dâhil olmak üzere- insanlara bir suçlamada bulunurken kayıtlara düzgün geçmesi lazım. Deliliniz varsa söyleyeceksiniz, yoksa bunlar doğru şeyler değil, burada da konuşulmasını arzu etmeyiz.

ŞAHİN AKDOĞAN – Bu medya bilgileri olarak bunu söylüyorum, siz demin sorduğunuz için söylüyorum bunu.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Tutanaklardan bu çıkartılsın çünkü medya bilgisi olamaz.

BAŞKAN – Şimdi şöyle, siz… Yani bunların tutanaklardan çıkartılması lazım. Yani bir suçlamadır, bunların delili yoksa tutanaklardan çıkartalım bunları lütfen. Tutanakları geçmiyoruz bunları, söylenenleri.

ŞAHİN AKDOĞAN  – Dolayısıyla, son dönem NATO’da görev alanlar, birinci derecede NATO’dan gelen talimatları bu ülkede yerine getirdiler. Dolayısıyla, NATO’dan belirli güzergâhlardan geçenlerin de önü açılmış oluyor terfi durumunda, silahlı kuvvetlerin iç yapısında.

BAŞKAN – Peki, sizin de eğer söyleyeceğiniz bir şey varsa isminizi…

KEMAL ŞAHİN – Efendim, ben de birkaç tane katkıda bulunmak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

KEMAL ŞAHİN – Adım Kemal Şahin. Jandarma Kurmay Binbaşıyken 98 Yüksek Askerî Şûra kararıyla emekli edildim. Görev yaptığım en son yer Jandarma Genel Komutanlığı Cari Harekât Şube Müdürlüğü idi. Hocamın vermiş olduğu çok güzel genel bilgilere sorularınızla aslında değindiniz, sordunuz. Açıklık olur diye somut olayları, yaşadığım olayları arz etmek istiyorum ben. Mesela, Cari Harekât Şube Müdürü olarak 97-98 yıllarında Türkiye’de irtica olaylarıyla ilgili her gün, her olayı Genel Komutana kadar arz eden görevliydim. “Sivil tepki” dedi Beyefendi, sivil tepkinin ne kadar önemli olduğunu o dönemin Jandarma Genel Komutanı… Ben arz ediyorum bir olayı, imam-hatip liseleri kapatılmış, Kur’an kursları kapatılmış, halkımız  -biliyorsunuz- camilerde cuma namazları sonralarında cılız cılız tepkiler gösteriyor. Bizim jandarma gidip o tepkileri rakam olarak sayıyor, diyor ki mesela, rapor geliyor bana ben de komutana arz ediyorum, çok güzel bir örnektir o. İşte “Bayezid Camii’de öğle namazını müteakip 20 kişi kapının önünde ‘Kahrolsun şu, bilmem şu.’ sloganlarıyla işte bağırdılar,  çağırdılar, dağıldılar.” Orgeneral Fikret Özden Boztepe -o dönemin Jandarma Genel Komutanı- hopluyor, zıplıyor. Ben anlam veremiyorum yani 10 adam çıkmış “Kur’an kursları kapatılamaz, imam-hatip liselerine başörtüsü yasaklanamaz.” diye 10-20 adam slogan atıyor. Bu Jandarma Genel Komutanı kalkıyor, oturduğu yerden zıplıyor “Başka ne dedi? Nereye gittiler?” Bu çok önemli sivil tepki çok cılız kaldı. Bunun da, sivil tepkinin kimleri, nasıl korkuttuğunu izah için arz ettim bunu, bir.

BAŞKAN – Peki.

KEMAL ŞAHİN  – İki, ben Batı Çalışma Grubu toplantısına  –katılan, belki Komisyonunuza hiç katılıp da bilgi veren oldu mu bilmiyorum- katıldım. Jandarma Genel Komutanlığı adına Kurmay Albay Halil Helvacıoğlu -şimdi tümgeneral hapiste ceza aldı- onun adına  -onun bir görevi vardı- ben GenelKurmay’daki toplantısına katıldım. Birkaç cümleyle müsaade ederseniz oradaki manzarayı arz edeyim.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Kimin adına katıldınız bir daha söyler misiniz?

KEMAL ŞAHİN – Kurmay Albay Halil Helvacıoğlu adına görevi olduğu için, ben de onun Şube Müdürü olduğum için beni gönderdi.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sizin rütbeniz neydi?

KEMAL ŞAHİN – Kurmay Binbaşıydım o zaman.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – O zaman.

KEMAL ŞAHİN – Evet.

BAŞKAN  – Ben size tanıtayım.  Ahmet Toptaş Bey, Afyon Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili, bizim

Komisyondaki üyemiz.

Buyurun.

KEMAL ŞAHİN  – Şimdi, o toplantının gündemi çok ağırdı. Başkanı Çetin Doğan, Korgeneraldi, Harekât Başkanıydı o dönemde. Toplantının gündeminin ağırlığı Millî Güvenlik Kuruluna o dönemde -hâlâ belki o yapılar değişti yani Millî Güvenlik Kurulunun yasası vesaire değişti- âdeta Türkiye’nin irtica resmi çektirilmiş idi. Bütün mahallî taşralardan toplanmıştı.

BAŞKAN – Burada hem arkadaşlarımız bilsinler hem de kayıtlara… Katılan üyelerin hepsi asker kökenliler mi, siviller de var mı?

KEMAL ŞAHİN – Tabii, ben onu da arz edeyim, arz etmeyi unuttum. Orada her kuvvetten birer temsilci vardı, hepsi generaldi, bir tek ben gariban bir binbaşıydım, bir de Millî Güvenlik Kurulunu temsilen bir jandarma kurmay, yarbay o gün oradaydı, diğerlerinin hepsi kuvvette general ve amiraldiler. Şimdi, önce burayı arz edeyim, ondan sonra geçeyim daha iyi olur. Herkes kendi kuvvetinde hafta bir toplanıyordu, yanılmıyorsam on beş günde bir de olabilir ama haftada birdi.

NEVZAT TURHAN – Hangi sene?

KEMAL ŞAHİN – Sene 97 veya 98 başı. Efendim, her kuvvet bir haftalık veyahut da on beş günlük kuvvetiyle topladığı Türkiye’yle ilgili olan olayları, irticayla ilgili bilgileri arz ediyorlardı, ondan sonra da gündeme geçiliyordu, bunları arz ediyorum.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Bir hafta mı sürdü bu?

NEVZAT TURHAN – Haftada bir gün.

KEMAL ŞAHİN  – Hayır, o birkaç saat toplandı. Haftada bir gün toplanıyor, rutin toplanıyor. Ona, bu arzlar yapıldıktan sonra da Millî Güvenlik Kurulundaki arkadaşa  -demek ki- evvelki haftalardan görev verilmiş, o gün takdim yapılacak idi. O başladı takdimine, bu raporu arz etmeye başladı. Nerede? İşte, Trabzon’un Sürmene ilçesinde  -ben oralıyım- şöyle şöyle şöyle yapılanmalar var, cemaat okulları var, Kur’an kursları var, şu kadar öğrencileri var vesaire diye başladı bu takdimi yapmaya, birkaç yere takdim etti ki Çetin Paşa’ya bir telefon geldi, toplantıyı kesti ve dağıldık, gittik.

Batı Çalışma Grubu’nda, o gün birkaç şey daha arz edeyim. Duyduklarımdan ürktüm yani bu ülkenin Genelkurmay Başkanlığında Batı Çalışma Grubu denen bir grup kurmuş, böyle gruplar kurulabilir, bunun yasal olmadığını düşünmüyorum, yaptıkları görevler yasal değil, verilen görevler yasal değil. Burada sizin, toplumumuzun, halkımızın inançları, kurumları, Kur’an kursları, camileri, mektepleri, ondan sonra efendim, kamu kurumlarında görevli personelin başörtüsü, efendim, namaz kılanı kılmayanı, işte, içki içeni içmeyeni, Atatürkçüsü olmayanı, mezhep ayrımları filan hep analiz edilmiş. Yani orada “Biz şunları kapattıracağız.” İşte, onunla ilgili o dönemin Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı aracılığıyla yapılan görüşmelerle ilgili de bilgiler verildi. Yani ben özetle, o gün masanın altına kendimin bir ara böyle kaykılarak girdiğimi hissettim, gördüm ve doğrulduğumu hatırlıyorum, dehşet bir toplantıdır yani. Batı Çalışma Grubu’yla ilgili arz edeceklerim bunlar.

Bir başka olayı arz etmek istiyorum. Jandarma Genel Komutanlığında -biraz önce bahsettiğim- Halil Helvacıoğlu benim daire başkanım. Bir gün odasına çağırdı beni. Eşim, irtica ve Türkiye’deki bu genel gidişattan -bir kurmay albay daha vardı, Davut Günaydın olsa gerek Genelkurmay Albay, o da orada- Türkiye’deki irticayla ilgili sohbet başladı, oturuyoruz karşısında, ben binbaşı, o albay. Ondan sonra söz döndü dolandı bana geldi, bir kurmay subayın eşinin başörtülü olamayacağını, eşimin başını açtırmam gerektiğini, işte çok çalışkan, zeki vesaire vesaire olduğumu, yoksa silahlı kuvvetlerden atılmakla karşı karşıya kalacağımı ve bu arada, ben tabii, bu tip meslek hayatım boyunca da hiçbir komutanla, üstlerimle, astlarımla dinî konularda hiç tartışmaya girmediğim için orada da katılmadım bu tartışmalara, dinleyici oldum sadece. Yalnız, benim bu tepkisizliğim onları herhâlde biraz tahrik etti. “Niye inat ediyorsun?” Yani orada benden bekliyorlar. Biraz önce Hocam söyledi, ikna odaları asıl silahlı kuvvetlerde vardır, üniversitelerde değil yani. İkna eden komutanları da ödül, terfi ediyorlardı, kaç kişinin işte bu durumda ikna edildiği, eşinin başını açtırdığı falan filan. İşte benim tepkisizliğim herhâlde onları biraz daha tahrik etti, dedi ki “Ya kardeşim niye inat ediyorsun?” Bu çok önemlidir, hakikaten tahriki netice verdi. “Sokaktaki kadınlar bile başlarını açacak, niye inat ediyorsun? Gel, eşin başın açsın, al eşini, güzel modern bir kıyafetle gel kurmay başkanına, harekât başkanına ‘Bak, benim eşim modern bir kıyafetli hanımdır’ diye de tekmil verelim ve bu işten kurtulalım” deyiverdi.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Bunları söylerken hukuki bir gerekçeleri, altlığı nedir, yani hukuksal altlığı nedir? Yani burada önemli olan şey, neye dayandırarak size böyle ikna odaları kuruyorlar?

KEMAL ŞAHİN  – Böyle bir hukuki alt yapı yok, yasak yok, yönetmeliklerde, talimatlarda, kıyafet yönetmeliklerinde böyle bir şey yok. İşte, Hocamın bahsetmiş olduğu kadrolaşma bunlara bu gücü veriyor ve sizi karşılarına alıp bunu söylüyorlar. Tabii ben, o ana kadar hiç tepki göstermeyen ben “Hocam, komutanım siz Türkiye’den mibahsediyorsunuz? Sokaktaki insanlar, kadınlarda başlarını açacaklar, açtırılacak…”, “Evet” dedi, ben kalktım, tabii bir askeri terbiye çerçevesinde selam verdim, odasından çıktım dışarıya, yani bu kadar, bu “odak” dediği, “darbeci damar” dediği Hocamın, Silahlı Kuvvetlerde kendilerini aşmışlar, bu kadar pervasızlaşmışlar diye düşünüyorum. Bir de, bir olay daya kaldı, onu da arz etmek istiyorum. Benim ki biraz kronolojik olmadı ama geriye dönüyorum şimdi.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Buyurun, buyurun.

KEMAL ŞAHİN  – 94’lü yıllarda, silahlı kuvvetlerde bu tasfiye ve kadrolaşma hareketleri başladığında, Genelkurmay Başkanlığı tarafından bin emir yayınlanmış. Mesela 9’ıncı Kolordu, 8’inci Mekanize Piyade Tugay Komutanlığından –ben size arz edeceğim onu, şu an da sizde yok efendim o- ast birliklerine yayınlanan bir emir var. Bu emirlerin hiçbirisi kafadan yazılmaz, yukarıya doğru hep ilgi ilgi silsileyi takip eder. Çok kısa arz edeyim müsaade ederseniz, bu dehşet bir şeydir.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Buyurun.

KEMAL ŞAHİN – Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Silahlı Kuvvetleri iç ve dış tehditlere karşı koruma ve kollama, her Türk vatandaşının olduğu kadar TSK personeli ve onların eş ve çocuklarının da en büyük millî görevidir, bir.İki, bu bakımdan Kara Kuvvetlerinin tüm personeli ve aileler birer haber toplama vasıtasıdır.

Üç, tüm Kara Kuvvetleri personeli ve ailelerinin elde edeceği her türlü belge, bilgi ve haberi, bu konunun üst komutanlığı tarafından bilinip bilinmediği yorumu yapılmadan silsileler yoluyla üst komutanlıklara ulaştırılması ve personelin bu hususta bilgilendirilmesi ilgiyle emredilmiştir, rica ederim. Bir kurmay başkanının imzasıyla…

Şimdi, bu neye sebep oldu biliyor musunuz? Son, bitiriyorum. Silahlı Kuvvetler personeli lojmanlarda, kışlalarda, karargahlarda, kurumlarda; çocukları, aileleri; çocuklar kavga etmiş, eşler birbiriyle kavga etmiş,kıskanmış, biri, birinin terfisini kıskanmış önünü kesmek istiyor, aklınıza gelebilecek her türlü ispiyon yukarıya doğru hücum etti. Çevik Bir ne dedibiliyor musunuz? Bunu da Halil Helvacıoğlu anlattı oradan aktarıyım.“Midemiz bulandı artık.” dedi.

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – Yani ispiyonlardan midem bulandı.

KEMAL ŞAHİN – Evet.

Bir emir yayınladılar bundan sonra, o emir bende yok, belki düşmüştür sizin şeyinize “İmzasız ve isimsiz dilekçelere, mektuplara işlem yapılmayacaktır.” diye bu emri tasfiye ettiler, düzelttiler. Ben de onlardan birisiyim, o mağdurlardan. Halil Helvacıoğlu, o dönemde, o BÇG toplantısına –uzun olduğu için hikaye anlatmıyorum- beni bilmeden oraya gönderdi ama gönderdikten sonra da birisi ispiyon etti benim eşimin başörtülü olduğunu, yanlış adamı seçtiğini.

Ondan birkaç hafta içerisinde benim çocuklarım rahatsızlık geçirmişlerdi, altı aydan beri bey efendinin geçmiş olsun diye aklına bir şey gelmemişti evime ziyarete gelmek için. Birden “Binbaşım size geçmiş olsuna geleceğiz.” dedi “Buyurun komutanım.” dedim bende “Bir gün, yarın geleceğiz.” dedi, evimize geldi. Hoş sefa etti, eşim başörtülü. “Hoş geldin.” Oturttuk. Beş-on dakika içerisinde “Biz kalkalım.” dediler, ikisi eşiyle beraber gelmişlerdi. Tabii şimdi, yoldan geçen birisi evinize gelse habersiz…

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – Çok affedersiniz, sizin misafirliklerinizde de komutanlık aynen işliyor değil mi?

KEMAL ŞAHİN  – Tabii, aynen Hocamın söyledikleri gibi, tabii, eşte eşin komutanı, çoluk, çocuğun komutanı. Şimdi…

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hepsi için aynı şey. Yani  komutanın altları da…

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – Hayır, öyle dedi zaten. Onlar da alttakilerden…

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Tabii, bunlar da alttakilerden…

KEMAL ŞAHİN  – Affedersiniz, ben tabii gayriihtiyari “Komutanım, hanım bir şeyler hazırlamış. Lütfen, niye kalkıyorsunuz?” yani çayı bile içmemişler, çayı bile hanımın getirme fırsatı olmamış ama bunu biraz herhâlde asabi söyledim. “Neyse, peki oturalım, bir çay içelim bari.” Hanım çayları getirdi, bir ikram getirdi onlara, ikisi de çaylara ve şeylere dokunmadılar, beş-on dakika sonra “Eh biz kalkalım.” dediler, kalktılar, gittiler. Benim sicil belgeme eklenen belge, bir A4 kağıdının… Bu, hukuk tarihimize geçsin. Böyle bir belge var mıdır?

Bu, hukuk anlayışları açısından da çok önemli belgedir. ”Filan tarihte, Jandarma Kurmay Binbaşı Kemal Şahin’in evine yaptığım ziyarette eşinin başörtülü olduğu görülmüştür. Kurmay Albay Halil Helvacıoğlu imza, belge…” Ben bundan atıldım.

Şimdi, ne kadar sorduğunuz, sayın vekillerin sorduğu soruların ne kadar ileri gittiklerini arz etmek için bunları arz ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – Biz de bunların daha çok, tabii bu kayıtlara düşsün diye sorduk.

Biz de teşekkür ediyoruz.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Hocam ilave edeceğiniz bir şeyler var mı?

NEVZAT TURHAN – Tabii.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Buyurun.

NEVZAT TURHAN – O sorunun birisi yarım kaldı.

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – Yarım kaldı değil mi efendim?

NEVZAT TURHAN  – Şimdi, orada şey sordunuz siz, yani Silahı Kuvvetlerin içerisinde emir komuta, Genelkurmay Başkanlığının izni olmadan bir darbe olmaz tarzındaki bir şey…

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul)  – Yok, Genelkurmay Başkanlığının mutlaka haberi olur ve Millî Savunma Bakanı da bundan haberdardır.

NEVZAT TURHAN  – Haberdardır tarzındaki bu şey, Silahlı Kuvvetlerin olağan işleyişi içerisinde böyle olması lazım ama şimdi, daha önce de 21 Şubat var, 21 Mayıs var, 27 Mayıs var, bunların hepsi emir-komuta zinciri dışında oldu, hatta ben Necdet Öztorun’u, “Üç Necdet Vakası” vardır biliyorsunuz 1987’de, ben o zaman Erzincan’da Tabip Binbaşıydım, Ordu Komutanı da Sabri Yirmibeşoğlu. O dönemde Necdet Öztorun, Necdet Ürüğ erken emekliliğini istedi, Necdet Öztorun onun yerine kuvvet komutanı olacak, Sabri Yirmibeşoğlu da ikinci başkan olacaktı ve son on senenin genelkurmay başkanlarını belirlemişlerdi. O dönemde şeyin…

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – Özal’ın evet.

NEVZAT TURHAN – Bir üçüncü komutanı, Sabri Yirmibeşoğlu, ben de üçüncü ordudayım, Erzincandayım. Sabri Yirmibeşoğlu’na Ankara İkinci Başkanı’na filan gidecek, davetiyeler filan hazırdı. Onun emir subayı da bizim alt komşumuzdu, eşimle onun eşi samimi, bütün şeyleri biliyorum. Hazırlamıştı, bu durum olduğu zaman Recep Ergun’a müthiş öfke duydular. Yani o sebep oldu, o sebep oldu. Özal’a kızmıyorlar, Recep Ergun’a kızıyorlardı. O dönemde Recep Ergun, Kenan Evren ve Özal’a uymuş. Eğer, ordu komutanlarından hepsi aynı fikirde olsaydı Özal ve Kenan Evren bir şey yapamayacaktı böyle bir durumda.

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – Benim bir sorum kalmıştı, Sayın Merve Kavakçı’yla ilgili, burada söylenen bir söz… Ecevit, demokrasiden yana olduğu için, orada Merve Kavakçı’nın yemininin darbeye sebep olacağının… Darbeyi önlemek için bunu yaptı diye...

NEVZAT TURHAN – Tabii, bu şey zaten genellikle darbedeki en çok savunma bu. Bir sel var, o selden ancak bunu kurtarabiliyorum, ancak seli önleyebilirim tarzındaki bu tarz vesayetçi sistemi, askeri vesayeti besleyen bir sistem…

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – Darbeyi kolaylaştırıyor mu?

NEVZAT TURHAN  – Tabii, darbeyi son derece… Darbe öyle bir şey ki dişi dökülmüş aslandan korkulmaz. Darbeci yapı, dişi dökülmüş aslan. Korkutarak sonuç alıyor. 28 Şubatta bütün senaryo korkuya göre kuruldu. Eğer o dönemde 2007’deki gibi, millî iradeye işi havale edebilecek gibi bir duruş gösterilmiş olsaydı kesinlikle darbe olmaz, mümkün değil. Yani darbe yapabilecek cesaret yok o darbeci kadroda, korkutarak sonuç alıyor. Bu nedenle, o dönemde on sene Türkiye’yi geriye götürürdü o. Yani o dönemde yapılabilse…

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – Peki o zaman, oradaki o karşı çıkış, o korkuya yardımcı olmak için miydi?

NEVZAT TURHAN  – Şimdi, bu, korkutarak sonuç alan bir sistem olduğu için Silahlı Kuvvetlerdeki bu darbe ideolojisi burada üç aşama var:

Birincisi sözlü uyarı; ikincisi yazılı uyarı; üçüncüsü fiilî uyarı diye geçer. Yani birincisi, sözlü uyarı, işte MGK’da sözlü uyarılar, sonra yazılı uyarı, e-muhtıra gibi mesela, o dönemde bilinmeyenlere baksan hepsi yazılı uyarılar. Üçüncüsü fiilî uyarı fakat 1997 fiilî uyarıya müsait değildi zaten. Yani o dönemde darbe yapmak için şartlar, konjonktür hiçbir zaman uygun olmadığı bir dönem, yapabilse de devam ettirilemezdi o dönemde.

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) Evet.

NEVZAT TURHAN – Bu nedenle, o tamamen korkutarak alınan bir sonuçtu. Siyasi kurnazlık, o dönemde, siyasi kadroların bazılarının kurnazlığı, bazılarının hayalciliğini, bazılarının hırsını kullanarak siyasi bir manevrayla siyaset el değiştirdi.

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – “İşi hallettiler.” diyorsunuz.

NEVZAT TURHAN – Evet.

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) –Teşekkür ederim sağ olun.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Peki Hocam, teşekkür ediyoruz.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Arkadaşların hepsi irtica nedeniyle mi oradan çıkarılmışlar?

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Bunların hepsi YAŞ karalarıyla.

NEVZAT TURHAN – Ben, kendi isteğimle emekli oldum ama emekli olmak zorunda kaldığım için emekli oldum.

Asderin başkanı olarak buradayım.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Peki Hocam.

NEVZAT TURHAN – Güray Bey’in yalnız hikayesi çok enteresandır, onu da dinleyebilirsiniz.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Buyurun, kendinizi tanıtarak söylerseniz.

SADIK GÜRAY BALATEKİN – Sayın Başkan, ben Sadık Güray Balatekin. 66 Konya doğumluyum. 1980 Işıklar Askeri Lisesiyle askerlik hayatına başladım, 84 de mezun oldum, 88 Kara Harp Okulunu bitirdim, 89 Topçu ve Füze Okulunu bitirdikten sonra eğitimimi Diyarbakır’a ilk atamamla göreve başladım. Üç yıl Diyarbakır’da görev yaptım. Görev yaptığım esnada 91 Körfez Harekâtı’na birliğimle katıldım. Birliğim yer değiştirdiği için 92’de Siverek Garnizonluğuna geldim. Siverek Garnizonluğunda lojmanların taciz edilmesiyle bir gece, 17 Kasım 92, ben nöbetçiydim, benim evim roketatar mermisiyle taciz edildiği için evin yarısı oturulamaz hâle gelmişti.

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – Nerede? Siverek’te…

SADIK GÜRAY BALATEKİN – Evet.

FEYZULLAH KIYIKLIK ( İstanbul) – Yani bu dışarıdan şeyden mi geldi?

NEVZAT TURHAN – Terör, PKK.

SADIK GÜRAY BALATEKİN - Evet, PKK terör örgütünün… Lojmanların iki bloğu garnizonun dışındaydı, yaklaşık 100 metreden yapılan tacizde, üç tane roketatar mermisi atılmıştı, bir tanesi camdan içeri benim oturduğum lojmana girdi. Yedi aylık hamile eşim ve iki yaşındaki çocuğum –ki eşim ve karnındaki çocuk sonradan rahmetli oldu- oradan yüzde yüz ölümden döndü ve eşim gazi oldu, yani yaralandı orada. Öğretmendi kendisi. Matematik öğretmeniydi. Bu olaydan sonra öğretmenliği bıraktı ve biz o sene tayin sırası olduğu için Çorlu Garnizonluğuna tayin olduk. Çorlu Garnizonluğuna tayin olduğumda, 94 yılında o yedi aylık bebek dünyaya gelmişti fakat 94 yılında üzücü bir hadiseyle balkondan düşerek vefa etti.

Eşim ikinci bir sıkıntı daha yaşadı fakat kışlada yapılan sıkıntı ondan daha büyüktü. Eşim başörtülü olduğu için kışla içerisindeki gezmesi tamamen bir askeri hapishaneye dönmüştü. Çünkü gidemiyordu gelemiyordu, kantinden alışveriş yapamıyordu, gazinoda veya herhangi bir çay bahçesi gibi yerde oturamıyor idi. Tabii aynı baskılara biz mesai saatlerinde “Efendim işte namaz kılmayacaksınız, artık cumaya gitmeyeceksiniz.” gibi… 94 yılında birden her şey çok ani bir değişikliğe uğradı. Birden, Silahlı Kuvvetlerde atamalarda kullanılmak üzere, yani tayinlerde kullanılmak üzere bütün personelin, eş ve çocuklarının, ki özellikle 12 yaşından büyük çocukların fotoğrafları istendi tayinlerde kullanılmak üzere. Yani “a” garnizonluğundan “b” garnizonluğuna tayin edileceksiniz, eşinizin ve çocuğunuzun fotoğrafı istendi. Tabii bu sonradan anlaşıldı ki, Silahlı Kuvvetlerdeki personelin, başörtülü olan personelin fişlenmesi ve takibi için oldu. Biz de bu bağlamda takibe başlandık. Şüpheli ve sakıncalı kadrosunda devam ettik fakat 98’e kadar Çorlu Garnizonunda görev yaptım. Bu görev yaptığım süre içerisinde  -askerî lise dâhil- hiçbir şekilde ceza, savunma ve uyarı almadım. 98 yılında Göle Garnizonuna tayin oldum. Göreve başladığım ilk bir ay içerisinde eşimi götüremedim çünkü lojman yoktu, lojman inşa halindeydi.

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Göle, Ardahan.

SADIK GÜRAY BALATEKİN – Ardahan Göle.

O dönem içerisinde Garnizon Komutanım Kurmay Albay Nihat İstanbullu. Bizim yaptığımız çalışmalardan dolayı bir gün gelip çok başarılı bulduğunu ve -gece eğitiminde- akademiye çalışıp çalışmadığımı sordu. Ben de o an yüksek lisans yaptığımı, akademiye çalışmadığımı söyledim fakat anladım ki benim dosyam gelmemişti çünkü gelse takip edildiğimi anlayacaktı ve bu soruyu sormazdı çünkü kurmay olabilmeniz için kurmaylık başvurusu yaptığınız dilekçeye eşinizin fotoğrafını yapıştırmak zorundasınız, kapalıysa başarınız kabul edilmiyordu. Zaten böyle bir ihtimal benim için yoktu fakat bir ay sonra ailemi ve eşimi getirdim yerleştik. Aynı Garnizon Komutanı eşimi getirdikten sonra bir gün Tabur Komutanıyla beraber  –Fahri Uyanmaz- odama geldiler, eğitim bitiminde. Garnizon Komutanım bana “Böyle bir çalışkan Türk subayının böyle kapalı bir eşi olmaz” çıkışıyla konuşmaya başladı. Uzun bir konuşma oldu. Kendisine eşimin başını açtıramayacağımı çünkü aynı soruyu kendisine de sordum “Siz başını kapattırabilir misiniz?” “Kapattıramam.” “Ben de o zaman açtıramam çünkü eşimin tercihi.” dedim. Kendisi üniversite mezunu, matematik öğretmeni birisidir. Ben kendisine bir baskı yapamam. Uzun bir konuşma olduktan sonra baktı ki bizi ikna edemedi -biraz önce Sayın Kemal Bey’in ifade ettiği gibi- son, çıkarken şöyle bir ifade kullandı: “Sen ağzınla kuş tutsan Silahlı Kuvvetlerde eşin başörtülü olduğu için kalamazsın.” dedi. Ben anladım ki orada biletimiz kesildi fakat ilginç tabii, aynı garnizonda olaylarla karşılaştık. 98 Kasım ayıydı Tunceli bölgesine birliğimle beraber terörle mücadele için operasyona katıldım. Bir ay Tunceli bölgesinde kaldık herhangi bir zayiat ve hasar vermeden bir ay sonra  Göle Garnizonuna dönüş yaptık. Döndüğümüz cuma günüydü, pazartesi günü mesai başladığında bütün arkadaşlarıma takdir belgesi gelirken sarı zarfta, ben de bir sarı zarf aldım fakat açtım ki bizi terörist ilan ediyordu, diyordu ki: “Eşinizin başı kapalı olduğundan Atatürk ilke inkılaplarına aykırıdır, bu sebeple sosyal tesislere girmesin.” ben bir anda da biraz şok oldum çünkü…

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – O evrakı bize, buraya gönderirsen memnun oluruz.

SADIK GÜRAY BALATEKİN – O evrak –ben imzaladım verdim- ben de değil çünkü tek nüshaydı. Ama tabur komutanım şahittir -çünkü o vesileyle ilgili- Fahri Uyanmaz, ona da sorabilirsiniz.

Ve neticede, arkasından da garip bir gülümseme geldi çünkü zaten eşim hiçbir yere gidecek durumda değil, durumu bildiği için evden dışarı da çıktığı yoktu. Göle Garnizonunda girme dediği garnizon gazinosu zaten çok da öyle gidilecek bir yer değil idi. Anladım ki terörle mücadele etmenizin bir anlamı yok, vatana, millete hizmet etmenizin bir anlamı yok. Komutanın dediği gibi “Eşiniz başörtülüyse siz problemsiniz.” demek ki darbeci zihniyet o zaman anladığımız öyle bir hedefe kilitlenmişti ve bir müddet sonra eşim -arkadaşlarıyla beraber, bu sefer gazinonun yanında açık çay bahçesi var-ısrarla bana dedi ki: –tabii ki rahmetli, tekrar onu söyleyeceğim, rahmetli olma meselesini de izah edeceğim- “Arkadaşlar ısrar ediyor, çay bahçesinde oturmak istiyorlar gideyim mi?” Ben dedim ki: “Durumu biliyorsun sıkıntılı, kabul edilmiyor, gidilmesin deniyor.” “Ama dedi ki arkadaşlar ‘Burası açık, kapalı yer için anlıyoruz ama sen de işi büyütüyorsun, bu kadar da abartıyorsunuz.’ şeklinde bana baskı yapıyorlar dedi. “Sen bilirsin yani.” dedim. Bak, eşim de arkadaşlarının bu baskısı üzerine garnizonun yanında açık olan, yani üstü açık olan çay bahçesine çay içmeye gitti fakat yarım saat geçmedi ki ağlayarak eve geldi. Tabii anlamıştım, iki göz iki çeşme anlatamıyordu, çok büyük bir sıkıntısı vardı, sonradan anlattı ki, Garnizon Komutanı daha doğrusu diyor ki “Bir er geldi, beni kovdu, başörtülü olduğum için arkadaşlarımın yanında otururken.” Ertesi gün -o nöbetçi astsubaymış- astsubay geldi özür diledi “Komutanım benim yapabileceğim bir şey yok inanın, Garnizon Komutanı eşinizin çıkarılmasını istedi.” dedi. Aynı Garnizon Komutanı ve eşim aynı şekilde çıkarıldı. Bir müddet sonra eşim rahatsızlandı, karın ağrısı çekiyor fakat revire götüremiyoruz çünkü revir baştabibine -şu an ismini tam hatırlamıyorum- o dönemde emir verilmiş “Başörtülü personelin eşine bakmayacaksın.” Bir tane asteğmen vardı, dedi ki “Ya komutanım –karın ağrısı çok olunca- eşiniz bari gaitasını göndersin de bakalım, yani ne olduğunu anlayalım.” Tabii, şiddetli karın ağrısı, eşim imtina etti, onu vermek istemedi rahmetli ve ben de eşime  –zaten izine gideceğim için- süratle “Sen önden git ama mutlaka muayene ol.” şeklinde İstanbul’a ailesinin yanına gönderdim. On beş gün geçti, bir telefon geldi, acil, bacanağım arıyordu, dedi ki: “Eşin çok ağır rahatsız, istersen bir gel.” Tabii, izine çıkacağım için zaten Tabur Komutanına ifade ettim, Tabur Komutanımız izin kağıdını imzalattı ve ben o gün acil İstanbul’a geldim Göle’den ve eşimi alıp ertesi gün Ankara’ya geldim, GATA’ya gittik, endoskopik test, tahlil yapıldı, arkasından biyopsi yapıldı ve mide kanserive karaciğere atlama olduğu tespit edildi. Onkoloji kliniğinde tedavi görmesi gerekiyordu ve bir rapor tanzim edildi. Tanzim edilen raporda onkoloji kliniği olan bir yere benim tayin edilmem gerekiyordu. Neticede Ardahan Göle’den Ankara garnizonuna tayin edildim, Kara Havacılık Okulunda göreve başladım. 99’un Eylül ayında oluyor. Eşimin tedavisi devam ediyor, dört kur tedavi almıştı, kemoterapi uygulanıyordu. Çok ilginç bir tevafuktur, 26 Kasım 99’da eşimin karnında ödem birikmesi sebebiyle rahatsızlığı çok ağırlaştı çünkü tedaviyi evden giderek yapıyoruz. İki, dört ve dokuz yaşında 3 çocuğum vardı, eşime moral motivasyon olması açısından tedavi hastanede yapılıyor, ilaç veriliyor ama istirahatını evde yapıyorduk.

Çok ağırlaşınca ani GATA’ya gittik. Nöbetçi heyet -Allah razı olsun- müdahale ettiler ve karnındaki ödemi aldılar, eve geldik fakat o gün anlaşılan ki Yüksek Askerî Şura toplanmış ve bizim hakkımızda atılma kararı vermiş. Şimdi, Kara Kuvvetlerinin eşim hakkında bile bile beni tayin ettiği, bir hastalığını bildiği halde beni görevden attılar. 26 Kasım 99’da karar alınmış, 29 Kasım 99’da tebliğ edildi ve o gün benim sağlık karnem, silahım, kimliklerim, eşimin ve çocuklarımın her şeyi teslim alındı. Yani artık benim eşimi Gülhane Askerî Tıp Akademisine götürüp tedavi ettirmemin hiçbir şekilde imkânı yok, zaten içeri giremezsiniz anında bütün birliklere efendim, hakkınızda rapor gidiyor “Bu adam içeri alınmayacak çünkü atıldı.” şeklinde ve neticede ben eşimi götüremedim. Tedavisi yarım kaldı, iki kür daha alması gerekiyordu. Ha, ölebilir miydi? Belki ölecekti ama Silahlı Kuvvetler bunu sormadı bildiği halde. Yani Komutanlık dönüp benim dosyam önündeyken “Ya, bu adamın eşi hasta, biz bunu atacağız, atalım mı?” deyip altı ay daha bekleyemedi yani en fazla öğrenebilirdi bunu GATA’dan, onkoloji kliniğinden. Ben altı ay içinde tek başıma devleti yıkacak güçte değildim ama maalesef gazi olan eşim, Silahlı Kuvvetlerde benle beraber omuz omuza mücadele eden eşim hiçbir şekilde sorgusuz, sualsiz yamyamların bile yiyeceği mahluka yapmadığı şekilde bu komutan, bu zihniyet yaptı. Ve iki, dört, dokuz yaşında çocukla beraber, bir günde, işsiz, aşsız ve eşimin tedavisi yarım şekilde bıraktı. On beş gün sonra eşim vefat etti. İki, dört, dokuz yaşında çocukla beraber kalıyorsunuz, işsizsiniz eşiniz yok ama elhamdülillah biz 1543 kişi –burada ismi geçen- “Kan kustuk, kızılcık şerbeti içtik.” dedik kimsenin canını yakmadık çünkü biliyorduk ki imanımızın gereği haksızlık yapan, zulüm yapan bu dünyada olmasa mahkemeyii kübrada hesabını verir. 6191 sayılı yasa çıkıncaya kadar biz hiçbir şekilde bir şey de beklemedik yani biliyorduk ki hesabını mahkemeyii kübrada göreceğiz, eşim görecek zaten.

Bu Yüksek Askerî Şura kararlarına imza atan 3 kişinin ismini biliyorum, diğerlerini bilemiyorum. Diğerlerini bilemeyişimin sebebi, 2004 yılında ben bilgi edinme kanundan niye atıldığımı sordum. Bana rapor gönderdiler, Yüksek Askerî Şura kararları sebebiyle atılma raporu. Bunun altında -gördüğünüz gibi simsiyah- kimlerin imzası var bilmiyorum. Sadece hakkımda kararın maddeleri var fakat 3 kişinin ismini biliyorum, birisi Süleyman Demirel çünkü Cumhurbaşkanıydı.

Birisi, Bülent Ecevit rahmetli oldu –rahmetli oldu diyeyim- bir tanesi de “28 Şubat bin yıl sürecek.” diyen zihniyet sahibi ve sözcüsü Hüseyin Kıvrıkoğlu ve hâlâ bu 28 Şubatla ilgili bir soruşturmaya da maruz kalmış değil. Ve üçünün imzası olduğunu biliyorum ve üçü belki de eşimin hastanede tedavi görmesine engel olarak ölmesine sebebiyet vermişlerdir. Belki eşim ölmeyecekti bilemiyoruz, kaderi ilahi nedir bilemiyorum. Belki o iki kürü daha alsa kurtulacaktı bilemiyorum ama böyle bir uygulamayla eşimin vefatına sebebiyet vermişlerdir.

İkinci bir husus, ben meslek hayatım boyunca yirmi bir adet –on bir senede- takdir aldım. Hiçbir tane savunmam yok, hiçbir tane uyarım yok, hiçbir tane sözlü ikazım yok ama bana isnat edilen suçlar eğer belgesi, bilgisi olsaydı hiç Yüksek Askerî Şuraya getirilecek durumda değildi. Şimdi sizlerin takdirine sunacağım, şu suçlamalarla ben askerî cezada rahatlıkla yargılanıp eğer belge ve bilgisi olsa uzaklaştırılabilirim. Diyor ki: “Gülay Balatekin millî görüş mensubudur.” diyor.

Millî görüş mensubu olmak, bir parti mensubu olmaktır. Silahlı Kuvvetler ceza kanununa göre değil parti mensubu olmak, bir fikri savunsanız anından altı aydan iki yıla kadar cezasını verirler ve ihraç ederler, belge yok. “Kendi ideolojik görüşünde olan örgüt mensuplarıyla irtibat kurduğu…” sene 99. Devlet güvenlik mahkemelik bir suç örgüt mensubu olmak ama yargılama yok, sorgulama yok, savunma yok Yüksek Askerî Şurada hakkınızda böyle bir karar var. “Sosyal faaliyetleri küçümseyip ahlak dışı telakki ettiği ve subay astsubay camiasıyla hiçbir ilişki kurmadığı…” Ben, burada şimdi resimler var bunları da takdim edebilirim ama bir tek -21 tane takdirden- en son aldığım takdiri yani atılmadan dokuz ay önce aldığım takdiri, birinci sicil amirimin verdiği takdiri okuyarak bunu doğru mu değil mi ispat edeceğim. “Dinsel inançları nedeniyle hiçbir resmî kutlama törenine katılmamıştır.” Resmi buradadır, tören komutanı olarak katılmışım. Tören komutanı olarak törene katılıyorum ama Yüksek Askerî Şurada hakkımda böyle bir karar var. Yani kısacası bu kararların hiçbirinin belgesi, bilgisi yok. Olsaydı askerî ceza mahkemeleri ki mahkemenin başkanları ve üyeleri terfi ve atama itibarıyla bu komutanlara bağlı olmasına rağmen yargılamaktan çekindiler, oraya götüremediler yani. Niye? Belge ve bilgi yok. Ne de olsa hukuktur bir belge, bilgi ister. Her ne kadar terfi ve atama yönüyle oradaki hâkim binbaşı, hâkim yüzbaşı, oradaki bu kararı veren, bu toplantıyı yapan Genel Kurmay Başkanı, kuvvet komutanları onların sicil amiri olmasına rağmen.

Şimdi bakın, 7 Ocak 1999, ben 26 Kasım 99’da Silahlı Kuvvetlerden ilişiğim kesildi. 7 Ocak 99’da aldığım en son takdiri sunuyorum size. Silahlı Kuvvetlerde bir iş… Yani bir insan iyiye doğru mu gider, iyiyse yaptıklarıyla, kötüyse yaptıklarıyla kötüye mi gider? Fahri Uyanmaz, Piyade Binbaşı Birinci Mekanize Piyade Tabur Komutanı, benim birinci sicil amirim. Ben topçu yüzbaşıyım, Tabur Komutanı piyade.  Ben bir piyade birliğine atandım Göle’de. Yani hiçbir zaman, hiçbir şekilde birlikte olmadığım, hiçbir zaman birlikte çalışmadığım sınıf olarak insanlar. İlk defa orada çalışıyoruz. Tabur Komutanımın bana verdiği takdir, birinci sicil amiri ve bu takdiri Kara Kuvvetleri Komutanlığına ve Tugay Komutanlığına da göndermiş, bilgi olarak. Diyor ki: “Topçu yüzbaşı Sadık Güray Balatekine, 1988/31” yani 88 yılı 31 mezunu. “Tabur komutanlığı görevine başladığım tarihten bu yana muharebe destek bölük komutanlığı görevindeki faaliyetlerinizi yakından takip etmekteyim. Genel askerî tavır ve hareketleriniz ile tutum ve davranışlarınızın, aldığınız emirlere gösterdiğiniz reaksiyon sürati ve görevi başarmadaki gayretiniz, meslek sevginiz, emirlere bağlılığınız ve sadakatiniz, mazbut aile yaşantınız ve sosyal faaliyetlere katkınız…” Bakın “Mazbut aile yaşantınız, sosyal faaliyetlere katkınız…” birinci sicil amirim bana böyle diyor, Yüksek Askerî Şurası raporunda hiç alakasız şeyler, belgeyi, bilgiyi nereden buldular belli değil. Bir defa daha okuyorum affınıza sığınarak.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Arkadaş, tamam.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Okudun.

SADIK GÜRAY BALATEKİN – “Emirlere bağlılığınız ve sadakatiniz, mazbut aile yaşantınız ve sosyal faaliyetlere katkınız bütün astlarınıza örnek olacak seviyededir. Sizi bu gayretleriniz ve emsallerinize göre üstün meziyetlerinizden dolayı takdir eder, başarılarınızın devamını dilerim.” Yani ben ne bir disiplinsiz subaydım ne de eşim hastayken atılacak kadar haindim ve ilginçtir, Silahlı Kuvvetler atıldıktan 10 gün sonra bir yazı yayınladı, basın bülteni. Dedi ki: “Efendim biz PKK terör örgütüne bile bakıyoruz, yüzbaşı gelseydi bakardık.” Bakacaktınız niye attınız? Ben, oradan nasıl gireceğim, hangi belge ile gireceğim? Sağlık karnem yok, kimliğim yok. Ama dönüp bir kişi dahi… Şunu kabul edebilirdim ben, Silahlı kuvvetlerdeki bir komutanım, atan dahi, bana dönüp de “Başın sağ olsun yüzbaşım.” demedi.Demesin, bana milletim dedi.

Ama bugünkü, efendime söyleyeyim, yöneten Hükûmetin hakperest, adalet  sahibi insanlar dediler. 6191 sayılı Kanunla dünyadayken ben bir nebze de olsa adaleti yaşadım ama eşim bunları göremedi. Biliyorum ki “mahkemei kübra” bekliyor, bizde bekliyoruz. Zaten bu adaletsizlikler ve zulümler bir “mahkemei kübra”nın gerekliliğini bir “haşr”ın gerekliliğini de gösteriyor bunu da böyle bilmek lazım. O gün geldiğinde inşallah eşim de ben de ve benim gibi 1543 kişinin ailesi de hepsi hesabını soracak.

Ben, atıldıktan sonda elhamdülillah bir sıkıntı çekmedim, bir iş bulabildim. Benim girdiğim şirket yeşil sermaye ilan edilmesine rağmen iş verdi ama benim gibi bir çok arkadaşım biraz önce sizlerin de zikrettiği gibi iş bulamadı. Bulduğu işten çıkarıldı, aç kaldı ama 1543 kişinin bir çoğunu inceleseniz belki bir trafik cezası bile kolay kolay bulamazsınız çünkü bunlar iman sahibi, inançlı insanlardı. Ne millete, ne kendilerine ne de devlete hiçbir zaman zarar vermediler ve vermeden görevlerine de devam ediyorlar. Benim isteğim, benim şahsımla ilgili olan Yüksek Askeri Şura kararlarında şu an imzasını göremediğim o komutanların ve şu an ismini bildiğim Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Ahmet Top, Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun eşimden ilgili bu durumdan dolayı sorgulanmasıdır. Bu imzayı niye attılar? Hasta olan bir insana GATA’a kanser tedavisi gren bir insana gördüğü halde bunu bile bile böyle bir imzayı atıp onun ölümüne sebebiyet verecek bir ortamı niye oluşturdular? Sorgulanmasını yüksek müsaadelerinize arz ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.

Tabii bu acılarını bizde paylaşıyoruz. Kim zulüm ederse, devlet anlayışı ve hukuk anlayışının dışına çıkarsa bunlar bir gün gelir hukuk karşısında herkes hesabını vermek durumundadır. Önemli olan, bu tip acıların yaşanmaması için zaten bu Komisyonumuz da var. Meclis bu iradeyi ortaya koymuştur, bu tip acılar Türkiye’de bir daha yaşanmasın. Darbe ortamlarının oluşmaması ile ilgili bizim de gayretimiz bu doğrultudadır.

Bu noktada, biz, bugün daha çok bu darbe dönemlerinde mağdur olan dernekleri ve şahısları da dinliyoruz.

Sizden sonra da ÖNDER’in yetkilileri burada, onları da bir dinleyeceğiz. Böylece, herkesi dinleme imkanımız yok, hem vakit olarak yok hem de fiziki imkân olarak da böyle bir görevimiz yok ama sizler sivil toplum kuruluşu olarak ve bu insanların birliği olarak sizleri de böylece dinlemiş olduk.

Katkılarınız ve katılımlarınızdan dolayı sizlere teşekkür ediyoruz. Hayırlı akşamlar diliyoruz ve tutanakları da kapatıyoruz.

SADIK GÜRAY BALATEKİN – Başkanım, bir şey daha ilave  edebilir miyim? Bir resmi belge ilave edeceğim.

BAŞKAN – Buyurun.

SADIK  GÜRAY BALATEKİN  – Disiplinsiz olmadığımın göstergesi, 6191 sayılı Kanundan sonra ben şu an Marmara Üniversitesine atandım, orada çalışıyorum. Kara Kuvvetleri Komutanlığı benim hakkımda sicil özeti gönderdi Marmara Üniversitesine. Gönderdiği sicil özetinde  sicil durumumla ilgili şu bilgiyi iletti, burada yazıyor: “Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilinceye kadar -yani 26 Kasım 1999 yılına kadar- olan sicilleri müspettir, not ortalaması 95’tir.” Ben bu vaziyette disiplinsizlikten atıldım.

BAŞKAN -  Bu da size yeter.

Evet teşekkür ediyoruz Hocam.

Buyurun Hocam.

NEVZAT TURHAN  – Burada Silahlı Kuvvetler dostunu düşmanını karıştırmış. Bir silahlı güç tehdit algısını değiştirirse toplumda verdiği acıların neler olduğunun muhakkak hukuka yansıması, yargıya yansıması gerekir ki tarihte aynı şeyler tekrar etmesin. Dernek olarak bunu istiyoruz.

BAŞKAN – Bizim de gayretimiz, raporun öneriler kısmında arkadaşlarımızın  kanaatleri olarak yansıyacaktır.

Teşekkür ediyorum teşrifiniz için sağ olun.

NEVZAT TARHAN – Biz teşekkür ederiz.

ASDER Genel Merkezi

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

1 yorum

  • Yorum Linki Abdurrahman Ersen Çarşamba, 06 Şubat 2013 20:20 yazan Abdurrahman Ersen

    Sayın Nevzat Tarhan Hocam; Gayretlerinizden dolayı Teşekkür ederim ,kararname mağduru Subay Astsubaylara yapılan haksızlıkları açıklamak için gösterdiğiniz çaba takdire değer.

    Raporla

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...