Salı, 16 Eylül 2008 10:37

MİNARESİZ ŞEHİRLER, MUHABBETSİZ MÜSLÜMANLAR

MİNARESİZ ŞEHİRLER, MUHABBETSİZ MÜSLÜMANLAR

 

Türkiye’nin en büyük şehri, yüz akı, Avrupa’nın kültür başkenti olmaya hazırlanan şehri İSTANBUL… Şehirciliği en Avrupalısından öğrenen, cidden bu manada çok mesafe kat eden belediyelerimiz var artık. Buna paralel olarak çok güzel inşaatlar yapan firmalarımız da var. Ama, ama doku ve dekor değişiyor ülkemizde.

Sadece doku mu, beyinler, bakışlar, talepler, çehreler, şehirler… Bir kitap yazmış, Ömer Lütfi METE bey. “Aşksız, zevksiz…. ALLAH’SIZ MÜSLÜMANLIK” diye. Enteresandır, ülkemizde karar vericileri seçerken yapay gündemlerle kavga ettirilen halkımız şunun farkında bile değil. Kim gelirse gelsin ülkede süreç aynen devam ediyor. Ülke değerlerinden uzaklaştırılıyor.

Hafta sonu, Sultanbeyli ilçemizin ilerisinde Kurtköy gişelerine yakın bir bölgede yeni alış veriş merkezi açılmış, gittik. Sultanbeyli ilçemizi 10 yıl öncesinde hatırlayın, hani irticanın hortladığı, şeriat devletinin filan sözüm ona kurulduğu yer diye medyada pompalanan bölge. Pendik ise, 12 Eylülün de öncesinde, ülkücü ve muhafazakâr hareketlerin kalesi olarak bilinen ilçemiz. İşte bu iki bölgenin de hemen yakınında büyük bir “AVM” yani Alış Veriş Merkezi açılmış. İçinde “center, tower, outlet, port, via” gibi bir yığın yabancı kelimelerin olduğu çok güzel de tasarlanmış bir yer. Hangi anlamda!

Fiziksel tüm ihtiyaçlar düşünülmüş.

Görsellik tamam, tasarım fevkalade, tuvaletler var, oklar var, yiyeceklerin her türü var, bangır bangır müzikle yabancı danslar eden temiz yüzlü delikanlılar var, yaptıkları dansa inat, Allah mazilerine bakıp yüzlerini bozmamış… Hâsılı yok, yok. Bir ihtiyaç daha var! Namaz. Hem de ramazan ayında. Peki, nerede kılınacak. Şimdi bu yazıyı yazmama neden olan olayı anlatacağım size. Bir ayakkabı mağazasında yüzünden namaz kıldığını değerlendirdiğim bir genç gördüm. Yanına gidip namaz için mescidin olup olmadığını sordum. Verdiği cevap: “Abi iki aydır buradayım, var mı bilmiyorum. Ayrıca bizim yemek ve tuvalet ihtiyacı dışında mağazadan dışarıya çıkmamız yasak!”

28 Şubatçılar çok üzülecek bu olaya. Çünkü muhafazakâr görüntülü birileri bile yaptıkları uygulamalar, verdikleri mücadele ile onları sollamışlar, nal topluyorlar. Ne acıdır ki, bu yazıyı yazarken inanın Kamboçya’yı kana bulayan Kızıl Komünist, diktatör Pol Pot geldi aklıma. Yazık! Bu arada haksızlık yapmayalım, bu AVM’nde namaz kılınacak bir yere labirent şeklinde dolaşarak ulaşabiliyorsunuz. Küçük ve kuytu bir yer ama karfurlarda hiç yok, buna da şükür.

 

Sonra şöyle bir yapı geldi aklıma!

Hani benzetmek gibi olmasın derler ya Anadolu’muzda, Mescid-i Nebevi gibi yapısı ona benzeyen büyük bir alışveriş merkezi olsa. Bir köşesinden ya da tam orta yerinden kubbe ve minareler yükselse semaya! Sanki AVM’nin üst katı zemin gibi kabul edilip, o görkemin üzerine cami konulsa… Neden böyle bir proje çizmez, ismi Ahmed, Mehmed, Zeynep, Fatma olan mimarlarımız? Neden böyle bir yer yapmaz bizim iş adamımız? Taraf mı olmaktan korkuyorsunuz? Bu ülkenin saf ve temiz ve dindar ya da dinine hürmetkâr evlatlarından taraf olun. Baskıcı zalimlerden yana değil. Bakın zulmün tarifini ve oluşmasını bilmeyen yoktur zannederim. Ne diyor, ilahi fermanda “Ve zulüm yapanlara yakınlık göstermeyin ki, size de ateş dokunmasın. Allah'dan başka yardımcılarınız da yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz. (Hud Süresi:11/113)” bu ayeti kerimeye dayanarak bir mütefekkir zat ne demiş, “âyet-i kerimesi fermanıyla, zulme değil yalnız âlet olanı ve taraftar olanı, belki ednâ bir meyil edenleri dahi dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor. Çünkü rıza-yı küfür küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür. İşte, bir ehl-i kemal, kâmilâne, şu âyetin çok cevâhirinden bir cevherini şöyle tabir etmiştir:

Muîn-i zâlimîn dünyada erbâb-ı denâettir,

Köpektir zevk alan seyyâd-ı bî-insâfa hizmetten.[1]

Yine aynı zat; “küfre rıza küfür olduğu gibi; dalâlete, fıska, zulme rıza da fısktır, zulümdür, dalâlettir.” diyor.[2]  

 

Düşünün, şu anda ülkeyi yönetenlerin çağdaşları olarak, bir zamanlar çocuktuk. İsyan ederdik İslam coğrafyalarında mabedsiz şehirler kuranlara, başkentler yapanlara. Hatta bu söylemlerle oylar topladık, taraftar topladık. Kalabalıklar oluşturduk.

Sonuç?

Biz bu işleri şahsi menfaatimiz için yaptık, Müslüman Milletimize numara çektik. Öyle mi? Ecdadımız ne güzel söylemiş; “Zulm ile âbâd olanın sonu berbâd olur.” diye. Allah bizi zalimlerden de zalimlikten de muhafaza etsin inşaallah. Ama düşünmemiz gerekiyor.

Geçen yıl bir otelde iftar davetine katılıyoruz. İftar bitti, namaz nerede kılınacak diye soruyoruz otel görevlilerine. Bize caminin yerini tarif ediyorlar. Otelde namaz için ayrılmış bir oda bile yok. İnsanlar uysal koyunlar gibi caminin yolunu tutuyor. İtiraz ediyorum. “İftarın parasını çatır çatır kazık tarafından alıyorsunuz da neden bu küçük ayrıntıyı düşünmüyorsunuz? Derhal yer gösterin bize, böyle saygısızlık mı olur?” diye karşı çıkıyoruz. Yer ayarlanıyor. Bir yıl sonra aynı kişi aynı otelde bir daha iftar veriyor. Bu kez mescid tahsis edilmiş buluyoruz aynı oteli. Kıssadan hisse…

Biz mabedsiz şehirler kuran kim varsa hepsine de karşıyız.

Biz minareleri ara sokaklarda kaybolmuş şehir görüntüleri istemiyoruz.

Biz ruhlarımızı şenlendirecek, bizi sadece alış veriş ve tüketim canavarı yapmayacak AVM’ler istiyoruz. Ki buralarda geleneklerimizi yansıtacak, doku, dekor, vb. de istiyoruz.

Biz bir parça sevgi ve merhamet istiyoruz. Ceplerimizin en az yarısı kadar, gönüllerimize de ulaşmayı düşünen iş adamları istiyoruz.

Şunu bilmelisiniz! Biz çok şey istemiyoruz.

 

Peki, yapılanların sonucunda ne mi oluyor? Nemelazımcı, vurdumduymaz, bencil, hayâsız bir nesil geliyor. Mekanikleşmiş, hissizleşmiş, saldırgan, dünyevi talepler dışında hayattan lezzet almayan güruhların oluşmasına çanak tutuyoruz. O dans eden delikanlıları hatırlıyorum. Dans dedikleri ortaya biri diğerini çağırıyor ve çok bayağı bir müzik eşliğinde akrobasi, jimnastik tarzı hareketler yapıyorlar. O anda aklıma Kafkas Oyunları geldi, erkeklerin oyunlardaki kartal motifleri… “Keşke burada şu anda Şeyh Şamil çalınsaydı, söylenseydi.” dedim. O’nun kartallarının oyunları olsaydı! Bunlar olmayınca ne kalıyor geriye? Gönülleri dumura uğratılmış, eline geçen her şeyi yok etmeye çalışan, sadece iyi tüketmeye şartlandırılmış insanlar.

Şahsi menfaat, biraz para, güzel mekânlarda bulunmak ve yemek için iffet ve namusunu pazara çıkartmış genç kızlar, çalışanlarının fiziksel cazibelerini kullanarak iş geliştirmeye çalışan yöneticiler ve onlara alet olan hanımlar… acaip küpeli, saç tıraşlı, giyimli delikanlılar, başı örtülü ama diğer yerleri ortada makyajlı tipler… Bu ilkelleşmiş, medeniyetsiz görüntüden istikbalimizi kurtarma sorumluluğumuz vardır. Her kesin bu anlamda sorumluluğu vardır. Unutmayalım ki; “Emr-i maruf ve nehy-i anil-münker” tüm Müslümanların üzerine farzdır. Müslümanlar bu farizayı terk ettiğinde afetler toplu gelecektir ki, zararını herkes çekecektir. Şu anda içinde yaşadığımız hayâsızlıklar, münafıkların aramızda yer edinmesi hep bu toplu afetlere misaldir. Bu işler, hadis-i şeriflerle de sabittir.

Müslümanlık, muhabbettir, aşktır, vefadır.

Müslümanlık, erdemdir, hayâdır, edeptir.

Müslümanlık, nezahettir, kul hakkından kaçınmaktır.

Müslümanlık fedakârlıktır, verebilmektir, tevazudur.

Müslümanlık, hakkı tutup kaldırmak, zulme karşı olmaktır.

Unutmayalım; “Zalimden hak talep etmek hakka zulmdür.” Dolayısı ile ne kadar mabedsiz şehir kurarsanız kurun, Onların tüm emirlerine itaat etmediğiniz sürece, onlar sizi aralarına kabul etmez. Kur’an bu gerçeği haber veriyor. “Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki ALLAH zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez.(Mâide: 51)” Şimdi içinizden bazıları “Ne alakası var?” diyebilir. "Bir kavme benzeyen onlardandır. Taklit eden taklit ettiğindendir. (Hadis-i Şerif)” mucibince, bu kadar içiçeliği sorgulamak gerekir diye düşünüyorum.

Müslüman feraseti ile bilinir, cesareti ile bilinir. Dolayısı ile kendi medeniyetimizi, kültürümüzü ve estetiğimizi ihyada bari biraz cesur olalım. Yoksa neslimizin ve geleceğimizin hazin akıbetini tahayyül bile edemeyeceğiz.

 

 

 

 

                                                        Hali MERT

                                                        (E) Topçu Yarbay

                                                        Strateji veUluslararası İlişkiler Uzmanı



[1] Said-i Nursi, Külliyat, Yirmi Sekizinci Mektup - s.519

[2] Said-i Nursi, Külliyat, Emirdağ Lâhikası (2) - Mektup No: 103

Halil MERT

(E) Topçu Yarbay

Strateji ve Yönetim Uzmanı

https://www.youtube.com/user/81mert1 | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...