Pazartesi, 10 Kasım 2008 09:32

YEŞİL KUŞAK

YEŞİL KUŞAK

 

Bir zamanlar dillendirilen bir söylem vardı. ABD’nin yeşil kuşağı. Bu tabir İslami duyarlılığı yüksek tüm toplum kesimlerini rahatsız ediyordu. İnsanların aklına belki de “Acaba bizde mi?” sorusu geliyor ve rahatsız oluyorlardı. Ya da, “Bizim şeyhimiz de mi, bizim hocamızda mı, bizim hareketimizde mi, başkanımız da mı?” tüm bu sorular hizmet ehli fertleri rahatsız ediyordu.

Evet, bir dönem bu rahatsızlık fitneye sebep olabilirdi. Ancak şu anda tam tersi bir rahatsızlığın duyulması gerekiyor. Yani “Acaba biz de mi asrın Ebu Cehil’i, ABD’nin YEŞİL KUŞAK programının parçalarından biriyiz?”

Bu arada şunu da ifade etmek lazım. Tarihi süreç açısından önemli olduğunu değerlendiriyorum. Acaba YEŞİL KUŞAK ABD’nin projesi mi idi yalnızca? Hayır! Çünkü hilafet makamını ele geçirmeye çalışan İngilizlerin de benzer bir yaklaşımları söz konusuydu. Bu meyanda esasında Lozan yeniden değerlendirilebilir. Unutulmamalıdır ki, İngilizler ve Fransızlar, Çanakkale’de karşımıza getirilen Müslüman askerleri “halifeyi kurtaracağız” diye getirmişlerdi. İngilizlerin yoğun baskısı manasında, Hilafetin TBMM’nin şahs-ı manevisine tevdi edilmesi düşünülmeye değer bir karardır. Tabii tarihi süreç içerisinde emperyalizm, Asya’yı ve İslam ülkelerini işgal etmeye çalışırken karşısında hep Müslüman Türk Milletini buldu. İran Cumhurbaşkanının da son Türkiye ziyaretinde ifade ettiği gibi, Asya’yı barbar Haçlılardan ve Avrupalılardan her defasında Türkler korudu.  

Ama bu günlere geliş sürecinde ne oldu da bu millet suskunlaştı. Geçen yıl bir konferans izlemiştim. Orada Mahafazakar/dindar/Milliyetçi olarak bilinen bir akademisyen Türk Milletinin son yüzyıldaki, özellikle de son elli yıldaki sessizliğini, ülkemizdeki duyarsızlığa varan maalesef Milli Sükûneti, Türk’ün büyük millet olması ile açıkladı. Hiç böyle bir izah olabilir mi? Tam tersi büyük milletlerin oturmuş refleksleri, duyarlılıkları, gerçek derin yapılanmaları vardır. Tüm bunlar gerektiğinde harekete geçer. Öyle değil mi? Dolayısı ile burada aranması gereken gerçek sebep bu değildir.

Türkiye’de başörtü serbest kalacak diye üzüntüden kahrolan, ABD’nde kapı kapı dolaşıp mevcut hükümeti şikâyet eden adam, ülkemizde kırk yıl iktidar oldu. 28 Şubatı birileri adına yönetti. Bu adam, oy aldığı kesimlerle de alay etti. Şöyle ki;

Hani fıkra konusudur. Seçimlerden önce, bu birilerinin içimizden seçtiği kişi, cemaatleri yani şucubucucuları gezmiş, vaadlerde bulunmuş, sonra seçimler yapılmış. Kabineyi bizimki kurmuş. Ama o da nesi? Kabine bir tane dahi şucubucuculardan yok. Hemen almışlar soluğu Ankara’da. “Yahu hani seçimden önce söz vermiştin, Kur’an-ı kerim’i yeminler ederken yalamaktan dilin kösele olmuştu. Kabinede bizden bir adam bile yok. Bu ne biçim iş?” Bizim ki cevap vermiş; “-Eeee, ben varım ya! Ben varım ya!..”

Oysa aynı dönemde mecliste mücadele eden, Milli hassasiyetli partilerde “beceriksizlikle, fitneye ve ifrada sebep olmakla”, hatta bazı cemaatlerce diyanet=hıyanet benzeri, çok kötü tanımlamalarla tarif edildiler. Oysa komünist, kapitalist her türlü taarruzun muhatap ve mağduru da bu kesimlerdi. İmam Hatiplilere, İmam hatab (cehennem odunu) dendi. İran’daki Molla ve âlimler Mut’e nikâhından dolayı otellerde kadın pazarlayan insanlar gibi sunuldu. Tüm bu gerçek fitneler kime hizmet etti. Aradan geçen otuz yıl sonra geriye dönüp bir değerlendirme yapalım. Oysa Müslümanlar birbirine karşı hüsn-ü zan sahibi olmalıydılar. Çünkü kardeştiler.[1]

 

Sonra 12 Eylül… Bir ayar çekildi Milletimize. Dönemin ABD Başkanına danışmanlarından Paul Henze; “Bizim çocuklar başardı.”[2] dedi, ihtilal kadroları için. Sonrasında 28 Şubat yaşandı. Bu şucubucucuların tamamına yakını fitneye sebep olmayalım bahanesi ile “TAMSİPER” yaptı. Ayıplamıyorum tamsiperde bir savunma tedbiridir ama soruyorum tüm vicdanlara! “Kim düşünecek, kim hesap verecek ve kimler uyanacak?

Evet, 1400 yıl önce Mekke’de bir düzen vardı. Zalimlerin ve güçlülerin düzeni. Sonra birkaç iyi adam “Hılful Fudul”[3] diye bir örgüt kurdu. -STK diyelim.- Zulmetin içinde adaleti tesis etmeye çalıştılar. Adalet dilenmediler. Çünkü: “Zalimden hak talep etmek hakka zulm’dü.”[4] Bakıldığında fitne gibi görünüyor değil mi? Kurulu bir düzeni bozuyorsunuz. Atalardan kalan düzen değil miydi bozulan, mevcut kötü kuralların ve kurumların zorlanması ve insanileştirilmesi değil miydi? Sonra bu Hılful Fudul’ün içinden bir genç, 15–18 yıl sonra peygamber oldum diyor. “Allah beni size Davetçi, kurtulmanıza vesile, rehber olarak gönderdi.”

Ne oldu şimdi? Fitnenin büyüğü… Ataların dinine karşı, düzenine karşı, putlara karşı!..

İşkenceler başladı. Dönüş yok. Çünkü emir böyle. Bu iş yapılacak. Ölüm mü var? Ne zor insan için hicret? Hele bir düşünün! Hicret ettiler. Medeni insanlar, Medine’de misafir etti gelenleri. İstanbul’un sahibi, emanetçisi Hz. Eyyüb-el Ensari kutlu misafirini ağırladığı evinde, misafirlik boyunca, ayak parmaklarının üzerinde yürüdü.

Hâsılı fitne başka bir şey. Emr-i maruf, nehy-i münker noktasındaki gayretleriniz ise, farz-ı ayn. Dolayısı ile İslam beldesinde küfürle yaptığınız istişareler sonucu aldığınız tedbirlerle asıl fitneye siz sebep oluyorsunuz. Artık uluslararası emperyalizm Asya’yı Irak’tan, Afganistan’dan, Kırgızistan’dan, Ukrayna’dan, şimdi Gürcistan’dan sıkıştırmaktadır. Bu arada kendisi de ekonomik anlamda çökmektedir. Ceremesini de yöneticilerini gaflete düşüreceği üçüncü ülkelerin mazlum halklarına çektirecektir.

Ülkemizde yukarıda da ifade ettiğim gibi insanlar artık mevcut yapıları sorgulamalıdır. Özellikle de Muhafazakâr kesim için yani YEŞİL KUŞAK PROJESİ’nin hedefi olan kitleler için 22 Temmuz 2007 seçimleri süreç ve sonuçları itibari ile sosyal antropologlarca, sosyologlarca, hatta psikologlarca incelenmelidir. Birçok İslami yapı fokur fokur kaynamıştır. Bunların bir kısmı dini ölçüler, sosyal sorumluluklar, uluslararası ilişkiler yönü ile bakıldığında İslami değildir. Bir kısmı menfaat gurubuna, bir kısmı ticari ilişkileri ve rantı kolay elde etme kurumuna dönüşmüştür. Ortak yönleri ise, sünnet olan istişareyi terk, farz olan emr-i marufu terktir. En büyük ortak yanları da, tarihin en cengâver, yürekli, cesur Milletlerinden biri olan -ki, İslam’la beraber hepten uçmuştur, Devlet-i Aliye ortada.- Türk Milletini pasifleştirmekte, edilgen, zulme rıza gösteren bir toplum haline getirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Müslümanların özgürlüğü acaba, bir gurubun Kur’an kursunun açık tutulmasından, diğer gurubun dershanesinde fişlemeye son verilmesinden, bir diğer gurubun kafasında hacı takkesiyle sokağa çıkabilmesinden mi ibarettir? Düşündürücüdür tüm bu işler.

 

Bir CIA ajanı var. Bu adam, Türkiye, Mısır ve Pakistan özellikle olmak üzere İslam Ülkeleri ve Ortadoğu ile ilgileniyor, G. E. FULLER. Uzman. Yıllar önce bir kitabını okumuştum. “Türkiye’de İslamcı Akımlar[5]” diye. Kitaptan hatırladığım en önemli şey şuydu. ABD’nin uzmanlarının tespiti; 1923 sonrası yeni rejim şehirlerde yerleşmişti. 1948–50 yıllarında İstanbul ve Ankara sokaklarında kapalı giyimli hanımlar yoktu. Ne zaman ki köyden kente göç başladı. Köylüler şehre gelirken yanlarında, camilerini, kahvelerini, şehrin kaybettiği tüm değerlerini getirdiler. Türkiye’deki İslami gelişmeye en büyük etken olarak köyden kente olan göçü gösteriyor G. E. FULLER.

Şimdi bu köylülerimizin serüvenine devam edelim. Önce şehirdeki tüm ağır ve zor işleri yaptılar. Sonra çocuklarını okullara göndermeye karar verdiler. Çünkü onların öğrendiği dini bilgiler şehirde sosyal hayatın içinde yetmiyordu. Akabinde bu çocuklar okudu, mevcut rejim içinde makam istedi, tüccar oldu gelirden pay istedi.

Derken sıkıntı başladı. Daha önce ne güzeldi dönmeler, Levantenler, işbirlikçiler ülkeyi gül gibi götürüyorlardı. Derhal tedbir almalıydılar. Ancak, gelişmenin önüne geçemiyorlardı. Artık bu Dindar köylülerin okumuş ve şehre intibak etmiş çocukları sürekli çoğalıyor, çoğalıyor ve büyüyordu. Daha da kötüsü şuydu. Ülkede iktidar erki el değiştirecek. Bu net olarak 1950’den sonra görüşülmüştü. Sevr’i dayatanlar tedbir almalıydı. Çözüm ne olacaktı?

Ezilmiş ancak direnmeye daima meyyal Anadolu insanının önüne nasıl geçilecekti? Çözüm bulundu. Vur tepesine Müslüman milletin, 12 Eylül, 28 Şubat vb. operasyonlar…

Ardından PKK belası ile böl bu güzel insanları, sonra ekonomiyi çökert, İMF’den uzman gönder. Duyun-u Umumiye gibi…

Ancak bunların hepsini aşar bu millet. Ama birini aşamaz. Kendinden zannedeceği namaz kılan, oruç tutan, Allah diyen ama narkozlanmış, Milli benliğini red eden ya da önemsemeyen her türlü lider ve yöneticileri fark edemeyebilir. O zaman işte en tehlikelisi gerçekleşir. Buna karşı nasıl mücadele edeceksiniz. Yoksa emperyalizmin kayığına mı bineceksiniz? Evet, emperyalizmin eskiden olduğu gibi cephe savaşı yapmaması, fiili işgalleri artık terk etmesi, işbirlikçi ve mankurt[6] yapılar oluşturarak onlarla kirli emellerini gerçekleştirmesi, ezilen tüm toplumlar için en büyük tehdittir.

Eskiden anlatırlardı. Yörenin kötü ağası, toplumu sömürmeyi kolaylaştırmak için ya bir yöresel mollayı, dedeyi yani dinsel bir motifi yanına alır, onunda desteğiyle, istediğini alır, satar, nikâhlarmış. Armudun iyisini de irisine beraber yerlermiş. Görünen o ki çağın emperyalist kötüleri de aynı şeyi yapmayı planlıyorlar. Çağdaş din adamları, cemaat ve tarikat liderleri, siyasi liderler… Aramızdan insanlar aracılığı ile ekonomik işgal… Tabii bu ekonomik işgalle kalmıyor. Yapılan yasal uygulamalarla ülkenizde dininiz İslamı Hıristiyan misyonerler kadar özgür anlatamıyorsunuz. Daha da kötüsü, ekümeniklik vb. uygulamalarla da bağımsızlığınız zorlanıyor. Dolayısı ile düşmanlarınız yâda kibar tabirle Ezeli rakipleriniz ne yaptığını biliyor.

Tam da bu noktada biz ne yapacağız sorusu geliyor akıllara. Düşünün, küçük bir çocukken koyun güderdik. Koyunlar bir tehdit hissedince birbirlerine sokulurlar, adeta tekvucut olurlardı.

Koyunlar…

En azından onlar gibi davranabiliriz. Ama sorun şu; her bir guruba göre ülkemizde düşman tanımı değişmiş. Oysa dostun da düşmanında tanımı ezelden yapılmış.

Kur'ân-ı Kerim'de "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar."[7] buyuruyor Allah. Dostluk ise ancak Allah içindir. İslâm dışı bir gaye için dostluk kurulmaz.[8]  İrtibatınız olabilir, ilişkileriniz olabilir, ortak hareket edebilirsiniz ama asla dost olamazsınız. Hele de tarihiniz onlarla kavgalarla dolu ise, hangi dostluk? Bu gerçeği siyasi tarih okuyan herkes görür zaten.

Allah, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah'tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan sakınma haliniz müstesnadır. Allah size kendisinden korkmanızı emrediyor. Nihâyet dönüş Allah'âdır."[9] Allah düşmanlarını sevmek mümine yakışmaz; zaten kâfirler de müminleri sevmezler: "Ey iman edenler! Sizden olmayanı dost edinmeyin. Onlar sizi şaşırtmaktan geri kalmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır; sinelerinin gizlediği ise daha büyüktür. Size âyetlerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz."[10] buyruğunda ve "Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar."[11] buyruğunda müminlere bu gerçekler hatırlatılmıştır.

Müminler, birbirlerine kızıp da kâfirlere dostluk için, alternatif oluşturma adına dahi olsa yönelemezler. Kur’an-ı Kerimde; "Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmeyin."[12] Buyuruyor Allah. Hz. Peygamberimiz (S.A.V) ise şöyle buyurmuştur: "İnsan, dostunun dinindedir. Bundan dolayı dost edineceği kişiye dikkat etsin."[13] "İnsan sevdiği ile beraberdir. "[14]

Müminler birbiriyle dostluk yapmazlarsa ne olur? "İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar."[15]

         Yukarıdaki Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerifelerden sonra, birde yeşil kuşak projesini düşünelim. Bu tuzaklar nasıl aşılacak? Feraset ve basiretle.

         “Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz.”[16] “Mü’min akıllı, zeki ve uyanıktır.”[17] buyuruyor Allah Resulü. Basîret ilâhî bir nur ve hakkın batıldan ayırt edilmesine yarayan bir bilgidir. Kalplerinde bu özellik bulunmayan kimseler hakkında Allah Teâlâ "Onların kalpleri vardır ama onunla gerçekleri anlayamazlar"[18] buyurmuştur. İnsanın kötülük ve ahlâksızlıklara dalması onun basîretini bağlar. Fakat Allah'a itaat, salih bir amel, mükemmel ve gerçek bir tevhidi akide, mümine üstün bir basiret verir. Hz. Peygamber (S.A.V)'in "Mümin'in ferasetinden korkun, zira o Allah'ın nuru ile bakar"[19] buyurması mümindeki basiret ve kavrama kabiliyetinin üstünlüğünü gösterir. Ayrıca, "Ey basiret sahipleri ibret alınız."[20] ayeti, insanın ilerisi için daha tedbirli davranıp Allah'ın emirlerine ters düşmekten sakınmasını sağlamak maksadıyla yapılan bir hatırlatmadır. Bu da müminin basiretini gösterir. İman bir basirettir. Basireti açık olanlar Allah'ın dinine ve hükümlerine talip olurlar. Basireti kapalı olanlar da Allah'ın nizam ve hükümlerine sırt çevirirler.[21]

         Burada çözüm nedir? İhlâsla, Allah’a emirlerine ve Mü’minlere bağlanmak. Ey İman edenler! Allah’tan korkarak hareket eder de takva dairesinde bulunursanız Allah size hakkı batıldan ve doğruyu eğriden ayıracak bir kabiliyet, bir nur verir.”[22]

 

         Özetle; İman sahibi, gücün ve kaynağının, karşısında secde ettiği Allah’tan başkası olmayacağını bilir, O’na iman eder ve sadece O’nun karşısında eğilir, yere kapanır. ABD yâda başka bir güç mü’minleri endişeye düşürmez. Daha da önemlisi, Mü’min;

-      Kendisi için istediğini, iman kardeşleri için de ister.

-      Birilerinin geleceğe dönük projelerinin parçası asla olmaz. Çünkü mü’min, senaryoyu kendisi belirler, başrolünde kendisi oynar, kimsenin projesinin bir parçası olmaz.

-      İstişare eder, ortak aklın reaksiyonunu dikkate alır, gerçek cemaat olmanın önemini bilir, İslam kardeşliğinden -tıpkı Bedr meydanındaki gibi- güç alır. Arkasında da Allah’ın olduğunu bilir, sadece O’na güvenir. Burada peygamber efendimizin boğazına kılıcını dayayan kâfirin karşısındaki metanetli duruşunu ve “-Allah” deyişini hatırlatmak isterim.

 

Kurumsal anlamda yapılacak işler de vardır ki bunlar;

1.   Acilen tüm yapılar AR-GE oluşturmalıdır. Oluşturulacak bu AR-GE ve strateji enstitüleri belirli periyotlarla bir araya gelmeli ve istişare (Beyin Fırtınası) yapmalıdırlar. En azından çalışmalarının sonuçlarını birbirlerine, gizlilik ve bilmesi gereken prensibi ile ilgili kamu kurumuna da göndermelidirler.

2.   Kurumsal yapıları itibari ile anti-emperyalist hassasiyeti yüksek gruplar her zeminde bir araya getirilmeli ve koordineli hareket etmelidir. Tabii bu anlamda da sorun vardır. Bu gün özellikle Ergenekon Soruşturması ile gündeme gelen grup ya da kişilerin çoğu maalesef farkında  yada değil, yabancı istihbarat servislerinin ağına düşmüş ve kayığına binmiştir. Toplumu bu anlamda aldatan, tam bağımsızlık söylemlerinde samimi olmayan yapılar ve kişiler maalesef yüzsüzce milletimizi yanıltmaya çalışmaktadırlar. PKK kamplarında cirit atan bir adam, nasıl ulusalcıyım der? Bölücü başına “-kardeşim” diyen bir çatlak profesör nasıl “Türklük’ten, tam bağımsızlıktan” söz eder? Bu unsurlar eğer meydan boş kalırsa dinimizi de kullanacaklardır. Malum gazetecilikten televizyon kuruculuğuna terfi eden Ergenekoncu şahıs bayrak mitinglerinde meydanlarda “-Bizde Müslüman’ız demekten ve Kelime-i tevhid’i söylemekten de laiklik, laiklik diye naralar atmasına rağmen endişe de etmemiştir.

3.   Siyasi anlamda, samimi olan yapılar, ekonomik bağımsızlıktan yana tavır alan, IMF, Dünya Bankası vb. yabancı güçlerin değil kendi “Milli Programı” olup onu tatbik etmeyi taahhüt eden siyasi yapılardır ki bu yönü ile bakıldığında bunu geçmişte gerçekleştirmiş tek siyasi harekette “Milli Görüş” hareketi olmuştur. Bu meyanda bakıldığında yeni genel başkanın şu yaklaşımı da çok takdire şayandır. Demektedir ki; -özetle- “Yıllardır sosyal adalet, dengeli gelir dağılımı, sosyal devletin tekamülü kaygıları ile, sol, sosyal demokrat partilere oy veren vatandaşlar, bu sol partilerde post modern liberal, kapitalist, uluslar arası sisteme entegre olmuş siyasi yapılardır. Sizin taleplerinizi ancak biz karşılayabiliriz.” Doğrudur. Ekonomik direnç zaten yeniden dirilişin ilk adımıdır ki atalarımız ne güzel söylemiş. “BORÇ ALMAYA ALIŞAN EMİR ALMAYA DA ALIŞIR.” Dolayısı ile ekonomik kaygıları yoğun toplum tabakaları, durdukları yere bakmaksızın bir araya getirilebilecek kesimlerdir. Bu da siyasilerin ortak zeminde hareket etmesi için önemlidir.

4.   Cemaat/tarikat yapılanmaları kesinlikle mercek altına alınmalıdır. Bu alanın özellikle dini duyarlılığı yüksek kesimlerce mercek altına alınmamasını çok manidar buluyorum. Düşünün bu ülkeden, Kalkancılar, Muz tarikatları, Aczmendiler geçti. Bu gün Mehdiliğini ilan etmiş ya da edecek en az on adam vardır. Bu adamlara baktığınızda baş müdavimleri ve yanlarındaki kişiler gayri Milli istihbaratçıdır. Adları, soyadları ile Türk vatandaşıdırlar ama takip ettiğinizde yabancıların kontrolünde olduklarını görürsünüz. Dolayısı ile bu tarz oluşumlar bizzat bilenlerce deşifre edilmelidir. Sayın M. Ş. EYGİ bey bu yönü ile kesinlikle desteklenmelidir.

5.   Yeşil kuşak projesine karşı, D-8 projesi tüm siyasi ve diğer gruplara anlatılmalıdır. Ayrıca, Türk Dünyası, akrabalık bağları ve yakın coğrafyamız olması hasebiyle, İran’la birlikte D-8 kapsamında daha da etkinleştirilmelidir. Maalesef batı emperyalizmi Arap Dünyasını ve İslam coğrafyasını son yüzyılda hallaç pamuğu gibi atmıştır. Rus tahakkümünden yeni kurtulmaya çalışan Türk Cumhuriyetleri, T. ÖZAL’ın vefatı ile tamamen batının ve Rusya’nın kucağına itilmiştir. Dolayısı ile emperyalizmin henüz tam manası ile kurumlaşamadığı bu coğrafyaya ağırlık verilmelidir. ABD’nin yeşil kuşağına karşı, Türk Milletinin AL KUŞAK PROJESİ oluşturulmalı, Türk Cumhuriyetleri öncelikli olmak üzere akabinde hemen İran, Pakistan ve Afganistan kuşağa alınmalı, Balkan ayağında da Bosna, Kosova, Makedonya, Arnavutluk bu yapıya sokulmalıdır. Yine D-8 kapsamında, ikinci aşama olarak AK KUŞAK oluşturulmalı, içine Osmanlı coğrafyasını oluşturan devletlerin de alınması ile (Arap yarımadası ve Kuzey Afrika) AK KUŞAK tamamlanmalıdır. Bu yapıdan sonra tabiî ki Müslüman ülkelerin tamamını kapsayan ümmetin YEŞİL KUŞAK PROJESİ hayata geçirilmelidir.  

6.   Batı medeniyetinin içine düştüğü buhran iyi anlatılmalı, İslam’ın medeniyet projesi olduğu her zeminde gündemde tutulmalıdır. Bu gün ABD’inde ekonomi enstitülerinde İslam Ekonomisi model ve çözüm olarak konuşulmaktadır. Zannedilmemelidir ki, bu model başarısız. Hayır! Başarısız olan Müslümanlardır. Körfez sermayesi ABD ve İsviçre bankalarındadır. Bu paralar yüksek faizlerle diğer fakir İslam ülkelerine satılmaktadır. Rantını da maalesef Batı yemektedir. Bu meyanda İslam Ülkelerinde “para ve finans yönetimi” ile ilgili enstitüler, proje ofisleri açılmalı, “MÜSLÜMANLARA PARAYI YÖNETME SANATI” öğretilmelidir. Yoksa müteahhit olup paraya tapınmak durumuna düşmektedirler ki sonuçları millet ve ümmet açısından beynimize dayanmış bir silah gibi olur. Yani intihar vesilesi. Dolayısı ile özellikle de yukarıda arz ettiğim kendi kuşaklarımız kapsamında oluşturulacak karşılıklı ekonomik bağımlılıklar, bu ülkeleri, şirketleri koordineli ve birbirine bağlı hareket etmeye zorlayacaktır ki asıl hâsıla da bundan alınır. Yeni küresel yapıda dikkat edilirse artık ülkeler değil ekonomik güç merkezleri daha etkindir. Ülkeleri, savaşları, işgalleri, askerleri bu sermaye merkezleri yönetmektedir. Dolayısı ile çağ, parayı tanıma, sahip olma, yönetme kısaca paraya hükmetme çağıdır.

7.   Müsbet ilimlerle alakalı çalışmalara hız verilmelidir. Bu gün yüzlerce işçinin yaptığını bir makine ile yapmak, bir bilgisayarla kocaman şirketleri yönetmek, bir atom reaktörü ile tüm ülkeye enerji sağlamak daha doğru ise, Müslümanlar bunları yapmalıdır. “İlim Çin’de bile olsa alınız.”[23] emri tüm Müslümanlar için farzdır.

8.   Yeşil kuşak vb. projeler, bize yapılan taarruzun aldatma manevralarını teşkil eder ki CİHAD RUHU’nu kaybetmiş Müslümanların bu oyunu görmesi beklenemez. Dolayısı ile CİHAD tüm yönleri ile anlatılmalı ve ilmihallere girmelidir. Bu sadece ülkemizde değil, tüm İslam Ülkelerinde anlatılmalıdır. Bu gün kaybettiğimiz temel Cihad Ruhu’dur.

 

    Özetle, bir araya gelinmelidir. Güç tüm unsurları ile ele geçirilmelidir. Bunu yaparken de kaynağına müracaat edilmelidir. Bu müracaat yatarak değil çok çalışarak yapılmalıdır. Duanın esasının fiili olduğu yani çok çalışmak, az uyumak olduğu unutulmamalıdır. Fetihler, çok çalışma, gayret, ihlâs, fedakârlık ve çileye nasip olmuştur.

 

 

                                                         Hali MERT

                                                        (E) Topçu Yarbay

                                                        Strateji veUluslararası İlişkiler Uzmanı

                           



[1] Kur’an-ı Kerim, Hucurat,10

[3] http://www.kuranislami.com/index.php?option=com_content&task=view&id=368&Itemid=40

[4] Said-i Nursi, Külliyat

[5] POLAT Y.,Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye'de İslamcı Akımlar, Beyan yayınları, iSTANBUL

[6] Mankurt: Kırgız yazar Cengiz AYTMATOV’un hikâye kahramanı. Köleleştirilmiş, düşünme yeteneğini kaybetmiş, hafızasını, kişilik ve kimliğini kaybetmiş insan.

[7]  Kur’an-ı Kerim, et-Tevbe, 9/71 

[8]  ŞENER, S., Şamil İslam Ansiklopedisi, Dostluk maddesi.

[9]  Kur’an-ı Kerim, Âli İmrân, 3/28

[10]  Kur’an-ı Kerim, Âli İmrân, 3/118

[11]  Kur’an-ı Kerim, el-Enfâl, 8/73

[12]  Kur’an-ı Kerim, en-Nisâ, 4/144

[13] Hadis-i Şerif, Riyâzü's-Sâlihin, I, 398

[14] Hadis-i Şerif, Müslim, Birr, 161

[15] Hadis-i Şerif, (el-Enfâl, 8/73) 

[16] Hadis-i Şerif, Buhari, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63

[17] Hadis-i Şerif, Suyutî, Câmiu’s-Sağir, 2:571

[18] Kur’an-ı Kerim, el-A'raf, 7/179

[19] Hadis-i Şerif, Tirmizî, Tefsir Suretu'l-Hicr, 6

[20] Kur’an-ı Kerim, el-Haşr, 59/2

[21] AĞIRAKÇA A.,Şamil İslam Ansiklopedisi, Basiret maddesi.

[22] Kur’an-ı Kerim, Enfal, 8:29

 

[23] Hadis-i Şerif

Halil MERT

(E) Topçu Yarbay

Strateji ve Yönetim Uzmanı

https://www.youtube.com/user/81mert1 | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...